Evet, ben Solcu Müslümanım
Abone olYeniharman Dergisi'ne konuşan Ahmet Hakan, siyasi kimliği ile ilgili ilk kez net açıklamalarda bulundu.
Geçen hafta Nuriye Akman ile yaptığın söyleşinin ardından,
Hürriyet’in birinci sayfasından, “Artık islamcı değilim” başlığıyla
bir haber çıktı. Artık İslamcı değil misin? COŞKUN: Esasında İslam
dininin kendisini ifade etmesi için ya da açıklanması için sağ, sol
gibi günümüz siyasi kavramlarına ihtiyaç duymadığı kanaatindeyim.
Yani İslam dini, aslında tek başına bu dinin terminoloji kendini
ifade etmeye yetiyor. Problem şurada:. Bu dinin terminolojisinin
bugünün insanı tarafından bilinmeyişinde. Dolayısıyla bugünün
insanı, bizler, hepimiz aldığımız eğitimlerle, yaşadığımız bu
dünyada birtakım anahtar kavramlarla kendimizi anlatabiliyoruz.
Sağ, sol, liberal, komünist, kapitalist diyoruz. Bu terimler
günümüzün siyasi terimleri. İnsanlar kendilerini felsefi ve siyasi
olarak bu terimlerle ifade ediyorlar. Ben de diyorum ki; İslam bu
tür terimlerle izah edilmeye ihtiyaç duyan bir din değildir. Fakat
bugünün insanına İslamı, İslamın durduğu yeri siyasi anlamda
açıklayabilmemiz için bu terimlerden yararlanabiliriz. Yararlanmaya
kalkarsak eğer, İslamcılık veya müslümanlık, sol denilen siyasi
düşünceyle, tavır alış biçimiyle sol felsefede daha uyumlu
görülüyor. Bunun nedenleri var: İslam, sağ denilen siyasi
düşünceyle de çok uyumsuz. Ben öyle görüyorum. Hristiyanlık da
böyle, İslam da böyle. Benim amacım bu konuları aslında siyaset
bilimcileri tarafından, ilahiyatçılar tarafından, teologlar
tarafından oturulup tartışılmasıdır. Bunlar tartışılmıyorlar bile.
Ben bir gazeteciyim. Ben bu konuların uzmanı değilim.
Okuduklarımdan, bu zamana kadar dinlediklerimden, duyduklarımdan
çıkarttığım benim sonuç bu. Bu sonuç doğru veya yanlış olabilir.
Ama bunun tartışılmaya ihtiyaç duyulduğunu işaret etmeye
çalışıyorum. Ama maalesef Türkiye’de bu konular açık açık
tartışılmıyor. Tartışılmalı bence. Uzmanları tarafından ele
alınmalı. Bu konularda kitaplar yazılmalı. Müslümanlar, İslamcılar
ya da dindar insanlar sağcılıkla Türkiye’de hesaplaşmalı. Bu
hesaplaşma maalesef yapılmıyor. Problem burada yani. ... Bu
görüşler ardından ne tür tepkiler aldın? COŞKUN: Sol çevrelerden
herhangi bir tepki gelmedi. Sağdan tepkiler var daha çok. Ama
mesela İslami kesimlerden olumlu görüşler çok fazla. Benim
söylediklerimi destekleyen açıklamalar var. Ali Bulaç’ın hakkını
vermeliyim: Bu görüşleri 5-6 sene önce dinledik kendisinden. Hatta
İslamcılıkla sağcılığın özdeşleştirilmemesi gerektiğiyle ilgili ilk
olarak ’80’li yılların başında “Bir Aydın Sapması: Sağcılık”
kitabını yazan kişi Ali Bulaç’tır. Olumlu tepkiler de var. Olumsuz
tepkiler de var. Peki, kendini siyasi yelpazenin neresine
koyuyorsun? COŞKUN: Kendimi sol perspektife yakın buluyorum. Solcu
müslüman diyebiliriz mesela. Ankara’da İslamcı-sağcı bir iktidar mı
var? COŞKUN: İslamcı bir iktidar yok iktidarda, sağcı bir iktidar
var. İslamcı diyemeyiz. Kendileri zaten kendilerini İslamcı diye
ifade etmiyorlar. Merkez sağ iktidar var. Ben bu konuda kuşku
duyanlardan değilim. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konuda çok
ısrarcı olduğu, hatta George Bush’la görüşmesinde... COŞKUN: George
Bush’la görüşmesinde söz verdi mi, vermedi mi bilmiyoruz.
Erdoğan’ın açıklamaları çok net değil miydi? COŞKUN: Net olmayan
tarafları da var. Mesela şöyle bir hükümet düşünelim: Bu hükümet
bir tezkereyi meclise sevk ediyor. Fakat bakanların bir kısmı
imzalamamış. Tezkerenin meclise sevk edildiği için hükümet sözcüsü
çıkıyor; bizim içimize sinmedi anlamına gelen şeyler söylüyor.
Bütün bunlar aslında çok da böyle büyük bir isteklilik halinin ilk
başka bakanlarına sirayet etmediği gösteriyor. Ben Tayyip
Erdoğan’ın da içine tam sindiği kanaatinde değilim. O da çok fazla
asılsaydı... Savaş sürecinden önce, özellikle tezkerenin gündemde
olduğu dönemde, Kanal 7’nin haberleriyle ilgili olarak İslami
çevrelerden eleştiriler aldın. Ben de savaş konusunda senin
ikilemde kaldığını, çelişkiye düştüğünü düşünüyorum. COŞKUN: Ali
Bulaç’ın eleştirilerini ayrıca konuşuruz. Asıl konuyla ilgili
birşeyler söylemek istiyorum. Ben şöyle bakıyorum olaya. Reaksiyon
gösteren, çok fazla bu konuda tepkili olan bir insanım. İrak’ın
İran Savaşı’nda yaptıklarını düşünülelim. Ne bileyim, İran’da
devrim olmuş. Ülke daha çalkantılar içindeyken Amerika’nın emriyle
birdenbire İran’a saldırmış. Ben üniversite öğrencisiydim, Halepçe
katliamı olduğunda... Biz üniversite öğrencileri olarak, katliamı
kınayan yürüyüşler yaptık, mitingler yaptık. Konferanslar
düzenledik. ben Bir öğrenci olarak, katliamın görüntülerini, dia
gösterilerini organize ettim. Yani Halepçe katliamı beni gerçekten
çok sarsmış bir katliamdır. Kahrolsun Saddam diye bağırdım.
Kimsenin Saddam Hüseyin’den haberdar olmadığı, Halepçe katliamını
pek kaale almadığı, takmadığı günlerde 18 sene öncesinden
bahsediyorum. Ve Kanal 7’de biz her yıl hiçkimse aklına bile
getirmediği günlerde, Halepçe katliamının yıldönümünde, bu
katliamda ölenleri anan ve Saddam Hüseyin’i kınayan yayınlar
yapıyorduk. Beş yıl önce de yapıyorduk, dört yıl önce de
yapıyorduk. Şimdi böyle bir perspektifimiz varken, her insanın
yaşadığı o ikilemi ben de yaşadım. Yani bir yanda Amerika...
Gerçekten bütün dünya insanlarının söylediği gibi haksız bir
şekilde Irak’a saldıracak. Orada işte sonuçta insanlar ölecek. Bir
yandan da bu savaşa hayır derken Saddam Hüseyin’le aynı paralelde,
hani daha düne kadar Halepçe’de binlerce insanın üzerine gaz
bombaları atmış adamın yanında yer almak gibi bir ikilem. Bu
ikilemi herkes yaşadı. Ben daha fazla yaşadım. En fazla yaşayan
insanım. Her ikisine de hayır demek mümkün değil. Çünkü sonuçta
Amerika’ya hayır diyorsunuz; Saddam sizi gülerek izliyor. “He he!
Ne güzel, dünya insanları savaşa karşı” diyor. Ayrıca o koltukta o
adam oturacak. Biz “Savaşa hayır” diyeceğiz, statüko Irak’ta
değişmeyecek. Bu insanlar ne olacak. Irak toplumunun yüzde 60’ı Şii
ve hepsinin üzerinde baskı var. Kürtler zaten baskı altındalar.
Adamlar ayrılmışlar. Şii bölgelerinde, Ummü Kasr’da Basra’da,
Necef’te büyük direnişler oldu. Yine onlar direndi. Adam sattı
ülkeyi. Ben hiçbir zaman Amerika’nın bu savaşı mazur gösterecek,
makul görecek hiçbir yayın yapmadık. Hiçbir zaman böyle bir
perspektifim olmadı. Halepçe katliamı yıldönümü, savaşın birkaç gün
öncesine denk geldi. Ben her yıl olduğu gibi Halepçe katliamını
kınadım. İnsanlar bana, “Sen Amerika’nın işine gelen şeyler
yapıyorsun” dediler. Benim derdim Amerika filan değil. Ben bunu her
yıl yapıyorum. Belki savaş yanlısı bazı tipler, o zamana kadar
ağızlarına bile almadıkları Halepçe katlimanı çok fazla
dillendirdiler ama benim böyle bir tutarsızlığım sözkonusu değil ya
da ben yeni keşfetmiş filan değilim. Dolayısıyla Irak halkının
yanında olmak, Saddam’a karşı olmak gibi ve savaşa karşı olmak gibi
zor tutturulur bir çizgi gizlenmeye çalışıldı o dönemlerde.
Savaştan önce özellikle. Bu çok zor bir çizgi. Hergün bir de
haberler akıyor, gelişmeler oluyor. Yalpalamalar mümkün olabilir.
Bu bağlamda birtakım insanlara tuhaf gelen savaş konusunda mesafeli
bir tutum izleniyormuş gibi bir izlenim bırakan ikircikli tavırlar
çıkmış olabilir. Ama buna bağlı, bu anlattıklarımla ilgili birşey.
Ama ne zaman ki sıcak savaş başladı, o zamandan itibaren herhalde
Türk televizyonlarında en fazla insani duyarlılığı sergileyen
televizyon biz olduk. Çok çeşitli çevrelerden, “O gün sadece sizin
haberlerinizi izleyebiliyoruz. Diğerleri berbat” diye çok kişinin
böyle şeyler söylediğini duydum. AGB verilerine göre savaşla
birlikte, haberlerin izlenebilirlik oranı çok arttı. Yani biz bazen
birinci olduk. Kanal D’yi, ATV’yi, Show TV’yi, Star’ı geçtik. Bazı
günler ikinci, üçüncü olduk. Çok önemli bir sonuçtur. Genel
kanalların performanslarını gözönünde bulundurursak Kanal 7 haberin
birinci olması, ikinci olması, üçüncü olması hatta onlarla aynı
düzeyde olması çok önemli bir olaydır. İnsanlar büyük ölçüde bizi
izlediler. (Devamı haftaya: Saddam, Irak’ı sattı... Kanal 7, El
Cezire kıyaslaması...)