Etyen Mahçupyan'dan olay yolsuzluk yazısı
Abone olAkşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, yolsuzluk iddialarını AK Parti seçmeninin nasıl gördüğüne ilişkin çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
İNTERNETHABER.COM - Akşam
gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, yolsuzlukla suçlanan 4 bakanla
ilgili Yüce Divan kararının neden çıkmadığını ve AK Parti
seçmeninin yolsuzluğa bakışını yazdı.
Toplumun yüzde 70’inin yolsuzluk olduğuna inandığını vurgulayan
Etyen Mahçupyan, AK Parti seçmeninin de yolsuzları gördüğünü ama
bunun darbe amacıyla kullanıldığını düşündüğüne işeret etti.
Mahçupyan, "İktidarın seçmen kitlesinin gözü yolsuzluklara kapalı
bir ‘yığın’ olmadığı açık. Ahlaki duyarlılık hem tabanda hem de
partide epeyce yoğun…" dedi.
Yolsuzları araştırma komisyonu üyelerinin siyasi davrandığını
savunan Etyen Mahçupyan, şöyle devam etti:
Dolayısıyla Meclis Komisyonu’ndaki AKP’li üyeler eğer dosyaları
Anayasa Mahkemesi’ne göndermeme kararı verdilerse, bu onların
yolsuzluk konusundaki ‘gevşeklikleri’ nedeniyle olmadı. Ayrıca bu
kişiler parti tabanındaki hassasiyeti de bilen siyasetçiler olarak,
‘gayrı siyasi’ de davranmadılar. Basit bir şey yaptılar…
Türkiye’nin sağduyusunu taşıyan ve meşruiyet zeminini oluşturan
kitlenin bakışına ve kaygılarına sahip çıktılar.
Siyaset zaten bu tavrı gerektiriyordu. Ama bu olayda adalet de o
yöne işaret etti. Çünkü önlerindeki dosyaların ‘yolsuzluk’
kelimesinin içine sığmadığını ve arta kalan kısmın sorumluluğundan
kaçılamayacağını gördüler.
Etyen Mahçupyan'ın 'Komisyon’un anlam dünyası' başlıklı yazısı şöyle:
TOPLUMUN YÜZDE 70'İ YOLSUZLUK OLDUĞUNA İNANIYOR
Dört bakanla ilgili Meclis Soruşturma Komisyonu’nun kararı
Türkiye siyasetinin durumuna epeyce ‘şeffaflık’ sağladı. Tek bir
olayda darbeyi, suiistimalleri, siyaset yargı ilişkisini ve
yolsuzluk meselesini bir laboratuvar ortamında yakalamak mümkün.
Öncelikle arka plandaki algı gerçeğini bir kez daha hatırlayalım:
Toplumun yüzde 70’i yolsuzluk olduğuna inanıyor. Ama yüzde 70’i de
darbe olduğuna inanıyor… Bunlar ters yönde siyaset ima eden algılar
olsalar da, basit aritmetik Türkiye’nin kabaca yüzde 50’sinin hem
yolsuzluk hem de darbe girişimi olduğunu düşündüğünü gösteriyor.
Siyasi kavganın belirleyici olduğu ve bir tarafın salt yolsuzluk,
diğer tarafın ise esas olarak darbe şikâyetinde bulunduğu bir
ortamda bu yüzde 50’nin çok önemli bir işlevi var: Meşruiyetin
temelini bu grup oluşturuyor, çünkü diğerleri yeterince nesnel
değil.
YARGIDA CEMAAT DAMGASI
VAR
Diğer taraftan demokrasi olduğu söylenen bu ülkede bir hukuk
sistemi ve onu taşıyan bir yargı mekanizması var. Dolayısıyla bu
tür olaylarda yargının hakem olması ve meşruiyet zeminine katkı
yapması beklenir. Ne var ki Türkiye’de yargı kuruluş kodları
itibarıyla tarafsız olmadığı için bizatihi meşruiyet zaafı taşıyor
ve devletin ideolojik gücünün zayıfladığı koşullarda tümüyle
araçsallaşıyor. Nitekim son dönemde de Cemaat damgası var… Eğer
Cemaat’in hakem olabileceği bir konu yaşıyorsanız, belki hukuka
güvenebilirsiniz. Ki bu da epeyce şüpheli çünkü Cemaat’in gelecek
için bilgi mühimmatı biriktirme ve geliştirme stratejisi onu hiçbir
konuda nötr bırakmıyor. Ancak karşınızdaki meselede taraflardan
biri bizzat Cemaat ise, o zaman yargının apaçık bir siyasi aktör
olduğunu görmezden gelme lüksünüz kalmıyor.
ESAS OLAN YOLSUZLUK DEĞİL, DARBE
GİRİŞİMİ
Böylece yukarda zikredilen yüzde 50 daha da önemli hale geliyor… O
nedenle Komisyon’un kararının da bu grubun algısı üzerinden
okunması gerekiyor. Hem yolsuzlukların varlığından kuşkulanıyor,
hem de hükümete yönelik bir darbe girişimi olduğunu düşünüyorsanız,
karşınızda salt hukuki veya siyasi bir mesele olmadığını da
görebilirsiniz. Bu ikisi iç içe geçmiş durumda ve kanaat
oluştururken iki alanı birbirinden ayırmanız gerekecektir. Öte
yandan hayat hiçbir zaman önümüze simetrik ve dengede ikilemler
çıkarmaz. Onları biz zihnimizde normatifleştirerek simetriye
oturtur ve birer ‘ikilem’ olarak tanımlarız. Bu olayda da
yolsuzluklar ile darbe arasında ‘teorik’ bir ahlaki denge kurmak
mümkün… Ama yaşananlar, görmeye ve anlamaya niyetli olanlar için
açık bir tablo sunuyor: Esas olan, Türkiye siyasetini
dizayn etmeyi hedef alan bir darbe girişimidir. Yolsuzluklar olsa
da olmasa da, ayrıca hangi düzeyde olursa olsun, söz konusu dizayn
çabası çok daha vahim ve kalıcı etkiler üretmeye
adaydır.
YOLSUZLUKTAN MU DÖNÜŞ KOLAY, DARBEDEN
Mİ?
Dolayısıyla darbeyi yok sayan veya darbenin devamını mümkün kılacak
hiçbir tasarruf kamu menfaatinin lehine olamaz. Yolsuzlukları yok
sayan veya yolsuzlukların devamını mümkün kılacak olan tasarruflar
da tasvip edilemez ama ikisi arasında bir denge bulunmamaktadır.
Ayrıca kritik soru herhangi bir yanlış yöne gidildiğinde,
hangisinden dönüşün daha kolay ve gerçekçi olduğu… Yani
yolsuzlukların yapıldığı bir sistem mi, yoksa darbe sonrasının
sistemi mi daha dirençli çıkacak ve muhtemel bir demokratik inşayı
engelleyebilecek güçtedir? Buna sadece sağduyu
çerçevesinde bakmak bile meseleyi epeyce belirginleştiriyor ve söz
konusu hem yolsuzlukların hem de darbenin varlığına inanan yüzde
50’nin elinde de sadece bu sağduyu bulunuyor.
AK PARTİ SEÇMENİ DE YOLSUZLUKLARI GÖRÜYOR
AMA...
Bu noktadan biraz daha öteye ilerleyebilmek için bu yüzde 50’nin
sosyolojik olarak kimlerden oluştuğunu sorgulamak gerek. Son dönem
tartışmaları izleyerek ve buna saha izlenimlerini ekleyerek, CHP ve
MHP tabanının büyük kısmının darbeye inanmadığını öne sürebiliriz.
Gözlemler adı geçen yüzde 50’lik grubun büyük çapta AKP tabanında
yer aldığını ima ediyor. Kısacası iktidarın seçmen kitlesinin gözü
yolsuzluklara kapalı bir ‘yığın’ olmadığı açık. Ahlaki duyarlılık
hem tabanda hem de partide epeyce yoğun…
YÜCE DİVAN KARARI ÇIKMADI
ÇÜNKÜ...
Dolayısıyla Meclis Komisyonu’ndaki AKP’li üyeler eğer dosyaları
Anayasa Mahkemesi’ne göndermeme kararı verdilerse, bu onların
yolsuzluk konusundaki ‘gevşeklikleri’ nedeniyle olmadı. Ayrıca bu
kişiler parti tabanındaki hassasiyeti de bilen siyasetçiler olarak,
‘gayrı siyasi’ de davranmadılar. Basit bir şey yaptılar…
Türkiye’nin sağduyusunu taşıyan ve meşruiyet zeminini oluşturan
kitlenin bakışına ve kaygılarına sahip çıktılar. Siyaset zaten bu
tavrı gerektiriyordu. Ama bu olayda adalet de o yöne işaret etti.
Çünkü önlerindeki dosyaların ‘yolsuzluk’ kelimesinin içine
sığmadığını ve arta kalan kısmın sorumluluğundan kaçılamayacağını
gördüler.