Etyen Mahçupyan'dan olay PKK yazısı
Abone olAkşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, PKK'nın Kürtlerin hakları için kurulduğunu belirterek, "PKK’nın bu süreci engellemesinin sorumluluğu nasıl taşınacak?" diye sordu.
İNTERNETHABER.COM - Akşam
gazetesi yazarı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun başdanışmanı Etyen
Mahçupyan, çözüm sürecine ilişkin tartışma yaratacak bir yazıya
imza attı.
Türkiye toplumunun artık bütün kimliklerin doğal ve insani haklarına sahip olmasına ‘evet’ dediğini belirten Etyen Mahpçupyan, "Hükümet ise siyasi taleplerin her türlüsünün siyaset içinde alınabilir olmasının yolunu açmaya hazır. Ne var ki bu perspektif Kandil’i tatmin etmiyor. Arkada 30 küsur yıllık mücadele ve tabanda ‘zafer’ hayali ile beslenmiş militan yığınlar olduğu sürece, elinde ilave bir pazarlık kozu tuttuğunu biliyor. Sorun, bu pazarlık kozunun giderek ve hızla gayrimeşru hale gelmekte olması" diye yazdı.
"PKK kendi hakları için, kariyerizm için kurulmadı. Kürtlerin hakları için kuruldu" diyen Mahçupyan, şu soruyu sordu: "Şimdi eğer Kürtler bu hakları almanın eşiğinde ise, PKK’nın bu süreci engellemesinin sorumluluğu nasıl taşınacak?"
Etyen Mahçupyan'ın 'Bir Kandil analizi' başlıklı yazısı şöyle:
HER İKİ TARAFIN DA SEVABI, GÜNAHI
VAR
Çözüm sürecinde aksama ve duraksamaların sorumluluğunu her iki
tarafa da yüklemekten çekinmeyen bir bakışın önemli avantajları
var. Her iki tarafa da mesafe alarak bakabilmek, aktörlerin
önündeki seçenek yelpazesini görmekten kaçmamak, meseleyi anlamak
açısından hayati… Taraflar kendi attıkları adımı hemen her zaman
ötekinin tutumuna bağlasalar da, aslında çok sayıdaki alternatiften
kendilerine en uygun olanını seçiyorlar. Diğer taraftan her olayı
ille de eşit mesafeden görme kaygısı da pek verimli olmuyor, çünkü
hayat hiçbir zaman tam simetrik durumlar yaratmıyor. Her olayda bir
tarafın sorumluluğu, ‘sevabı’ veya ‘günahı’ diğerinden daha
fazla…
DEMİRTAŞ'IN ÇAĞRISI OLMASA BUNLAR
YAŞANMAZDI
Örneğin 6-8 Ekim Kürt siyasi hareketinin bilerek sahneye koyduğu bir basiretsizlikti. Bazıları aynı süreçte Erdoğan’ın sert söylemini de gündeme getirdiler ama şurası açık: Erdoğan ne denli sert konuşsa da Demirtaş’ın çağrısı olmasa bunlar yaşanmazdı. Ve de Demirtaş’ın çağrısı olduğu sürece Erdoğan ne derse desin bunlar muhtemelen yine yaşanırdı. Çünkü ortada sadece bir ‘algı’ sorunu, duygusal ve fevri bir tepki yoktu.
ÖFKENİN EŞİĞİNDE BİR KİTLE
VAR
Bu tepkiyi vermek üzere bekleyen, zihni bu yönde ‘işlenmiş’ ve
hayat koşulları açısından öfkenin eşiğinde gezinen bir kitle var.
Kritik nokta söz konusu kitlenin Kandil tarafından hazır tutulması
ve kullanılmasıdır. Aksi halde ‘gösterilerin’ bıçakla kesilir gibi
bitmesi açıklanamaz. Olayı bitirebilen güç tabii ki onu
başlatabilen güçtür. Başlama ve bitme biçimi ise olayın sosyolojik
değil siyasi olduğunu, yani bir irade ve kararı yansıttığını ortaya
koyuyor. Dolayısıyla 6-8 Ekim Kandil’in taktiksel bir hamlesiydi ve
belirli bir amaçla yapıldı.
PKK'NIN LEHİNE OLMADI
Soru bu amacın ne olduğu. Bazı yorumcular açıklamanın ve sonradan
gelen geri adımın Demirtaş tarafından yapılmasını önemli buldular.
Yükselen bir ismin içerden yıpratılması olarak değerlendirdiler.
Nitekim Demirtaş da hedefte kendisinin olduğunu başta ifade etti.
Ama olayın asıl amacının bu olduğunu söylemek zor. Belki bir taşla
birkaç kuş vurulmak istenmiştir, ancak muhakkak ki 6-8 Ekim
hükümetle süregiden görüşmelerin parçası olarak hayata geçirildi.
Arka planında Kobani’de verilmek zorunda kalınan taviz vardı.
Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu desteğini almak zorunda kalınması,
Rojava’nın geleceğinin bir PYD/PKK tasavvuru olarak devam etmesini
zorlaştırdı. Aslında ABD’nin müdahil olması da uzun vadede PKK’nın
lehine olmadı. Çünkü meselenin sınırlarını genişletti, Rojava’nın
kaderini bir kez daha Suriye’nin kaderi ile birleştirdi ve çoğulcu
siyaseti bir önkoşul haline getirdi.
KANDİL KÜRTLERDEKİ DEĞİŞİMİ
ANLAMADI
Kandil bir anda kendisini AKP hükümeti karşısında zayıflarken
buldu. Bir seçenek Türkiye’de çözüm sürecine sarılmak olabilirdi
ama öteki seçenek tercih edildi. Yani Rojava’yı Türkiye’ye doğru
genişleterek, PKK’nın Suriye’deki geri adımının karşılığını çözüm
sürecinden çıkartmak. 6-8 Ekim’in siyasi anlamı bu ve bir
başarısızlık hikayesi. Çünkü Kandil’in bizzat Kürt toplumundaki
değişimi bile anlamadığını ortaya koydu. Olayların ardından gelen
saha çalışmaları HDP oyunu yeniden yüzde 6’da gösteriyordu…
KÜRTLER HAKLARINI ALMANIN
EŞEĞİNDE
Dolayısıyla asıl soru Kandil’in niçin bu yola girmek zorunda
hissettiğidir. Meselenin özü, eğer ortada bir PKK olmasaydı
Türkiye’nin bugünkü koşullarında yeni bir PKK’nın çıkmayacağı.
Türkiye toplumu artık bütün kimliklerin doğal ve insani haklarına
sahip olmasına ‘evet’ diyor. Hükümet ise siyasi taleplerin her
türlüsünün siyaset içinde alınabilir olmasının yolunu açmaya hazır.
Ne var ki bu perspektif Kandil’i tatmin etmiyor. Arkada 30 küsur
yıllık mücadele ve tabanda ‘zafer’ hayali ile beslenmiş militan
yığınlar olduğu sürece, elinde ilave bir pazarlık kozu tuttuğunu
biliyor. Sorun, bu pazarlık kozunun giderek ve hızla gayrimeşru
hale gelmekte olması. PKK kendi hakları için, kariyerizm
için kurulmadı. Kürtlerin hakları için kuruldu. Şimdi eğer Kürtler
bu hakları almanın eşiğinde ise, PKK’nın bu süreci engellemesinin
sorumluluğu nasıl taşınacak? Eğer siyasi talepler de
karşılansın denecekse, bütün Kürtlerin aynı siyasi taleplere sahip
olmadığını, önce diğer Kürtlerin ikna edilmesi gerektiğini ve bunun
da önce siyaseti bir zemin olarak kabul etmekten geçtiğini
hatırlamakta yarar var.
OLGUN BİR KÜRT
SİYASETİ...
Kısacası Kandil ‘ben ne olacağım’ diye soruyor ve bu sorunun
günümüz dünyasında kendileri açısından tatminkar bir cevabı yok.
Hükümet bırakalım Türkiye’yi, Kürtlerin kaderini de sadece PKK ile
konuşamaz. Ama PKK’ya siyaset yapma ve tasavvurlarını siyaset
üzerinden oluşturma imkanını tanıyabilir. Bundan sonrası özgüveni
yüksek, sorumluluk sahibi ve olgun bir Kürt siyasetinin ortaya
çıkıp çıkamayacağına bağlı olur.