Etyen Mahçupyan: Bana satılmış diyenler...
Abone olAkşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan kendisini 'satılık' olmakla itham edenlenlere sert çıktı. Mahçupyan, hakkındaki eleştirilere tek tek yanıt verdi...
EMRE ERTANİ/İNTERNETHABER.COM
Akşam gazatesi yazarı Etyen
Mahçupyan'la yaptığımız söyleşinin son bölümünde Ermeni Cemaati'ne
yönelik eleştirilerini konuştuk. 'Palyaçonun cehennemi'
başlıklı yazısıyla bir tartışmanın fitilini ateşleyen Mahçupyan,
"Azınlıklar içinde ve özellikle Ermeni cemaatinde pespayelik son
derece yaygın" diye yazmıştı.
Etyen Mahçupyan, aynı yazısında
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Affedersiniz Ermeni"
sözlerine tepki göstermesi yönündeki çağrılar için, "Amaç benim
nasıl da Erdoğan’ın yanında saf tuttuğumun, ‘satılmış’ olduğumun
kanıtlanması ve yürek yağlarının erimesiydi" dedi.
Mahçupyan'a açık açık "Öyle konuştuğunuz için size ‘satılık’
diyenler var. Siz AK Parti’den çok büyük paralar mı alıyorsunuz?"
diye sordum.
Mahçupyan'la yaptığımız söyleşinin son bölümü
şöyle:
Neden ‘Palyaçonun cehennemi’ başlıklı bir yazı adınız? Size çok mu
eleştiri geliyor?
Oradaki ana gayem şu, genel olarak azınlıklar için bir durum
var, Ermeniler için daha özel bir durum var. Azınlıklar için durum
şu: Azınlıklar kendilerini Kemalist devletin koşullarına ve
durumuna göre ayarlamış bir yönteme sahipler. Mesela, kapalı
kapılar ardında iş bitirme, enformel kanalların kullanılması,
açıkça rahatsızlıkların söylenmemesi, bir tür yalakalıkla işlerini
çözmeleri gibi meseleler... Bunun dışında kalanların da bir tür
solculaşması... Ki bu çok normal onlar marjinal insanlardı şimdiye
kadar hiçbir şey de olmadılar, Türkiye solunun parçası olarak
yaşadılar.
AZINLIKLAR SEYİRCİ KALIRCA APTALLIK
EDER
O Kemalist dönem boyunca da azınlıklara "Niye böyle yapıyorsunuz?"
diye ahlaken sorulabilirdi ama siyaseten bir karşılığı olduğu
belliydi. O tür bir devlette çok başka bir şansınızı yoktu belki.
Ama şu anda Türkiye’de bir dönem bitti, o parantez kapandı. Ve
yenisi inşa edilirken bu işin başında rol alırsanız sizin için
başka bir gelecek var, seyirci olursanız başka bir gelecek var. Ben
azınlıkların seyirci olurlarsa aptalca davranmış olacaklarını
düşünüyorum. Hükümet kim olursa olsun, yeniden inşa dönemindeyse
bir ülke, azınlıkların o inşanın bir parçası olması lazım. Ne kadar
olabilirse o kadar etkili olabilirler, kendilerini de yaşatacak
olan daha geniş, daha çoğulcu, daha demokratik bir yapının
kurulmasına yardımcı olurlar.
ETYEN MAHÇUPYAN: İLK KEZ
SÖYLÜYORUM, ERDOĞAN BABAMA BENZİYOR
Ermeniler açısından bakıldığı zaman, tabii ki 1915’in 100. yılı
var. Ermeni Cemaati’nin ne dediği gibi bir mesele var. Şimdi Ermeni
Cemaati’ne bakalım, bir uçtan başlıyorsunuz Patrik Vekili Aram
Ateşyan var, seçimle gelmemiş olan bir kişi ama patrik koltuğunda
oturuyor ve onun bütün yetkilerini kullanıyor. Bizim Agos’ta
yayımladığımız bir haberi şimdi hatırlıyorum, Ateşyan para
olaylarının içine de karışmış olan biri. Hükümet bu kişiyle mi iş
yapacak? İkinci kategoriye geliyoruz, birtakım vakıfların
başkanları var, sadece para sahipleri oldukları için, sadece iş
adamı oldukları için söz sahibiler. Yaptıkları iş de sonuç olarak
para işleri... O zaman soralım: Hükümet bu insanları mı muhatap
alacak? Ondan sonra koca bir boşluk var ve sonra da solcu aydınlar
var. Yoksa bu solcu aydınları mı muhatap alacak?
SİRKİN DEVAM ETMESİNE BİR İTİRAZIM
YOK
Solcu aydınlar dediğiniz kim? Ermeni Cemaati’nde bir elin parmağını geçmeyecek kadar böyle insanlar var...
Evet ama Müslüman-Türk kamuoyu olarak bakın “Bu Ermeniler ne
istiyor?” diye sorduğunuz zaman, bu 5-6 aktör var. Agos gazetesi de
bunlardan biri. Dolayısıyla da bunları bir kenara bırakalım, bu
saydıklarım önemli değil. Benim yazdığım yazı aslında sessiz olan
çoğunluğa hitap etmek için yazıldı. Ermeni Cemaati bu duruma razı
mı? Buna eyvallah mı diyecek? Önümüzdeki dönemde bir aktör olacak
mı? Kendi içinde sivil bir aktörleşme yaratabilecek mi? Ve bu
aktörleşme 2015 yılının Nisan ayına doğru gidildiğinde farklı bir
Türkler, Ermeniler metaforu üretmeye aday mı? Mesele bundan ibaret.
Yoksa bu arkadaşlar, yazdıklarına devam ederler, istedikleri gibi
alkışlanırlar... Benim sirkin devam etmesine bir itirazım yok.
Sirkteki palyaçolar kim?
Solcu büyük abilerini alkışlarından, solcu küçük ablalarının ve abilerinin öpücüklerinden çok hoşlanan birtakım genç kuşak Ermeni aydınları.
İsim veremiyor muyuz? Hayko Bağdat çıkıp size direkt yanıt verdi mesela...
Onlar zaten kendilerinin bu grubun içinde olduklarını hemen
anlıyorlar... Demek ki, o kadar açık yaşanan bir şey ki, kimin kimi
kastettiği hemen biliniyor. Onlar da kendilerini ortaya
çıkarıyorlar. Ben şimdi adını vermeyen birini zor durumda bırakmak
veya ille de bir cevap vermeye mahkûm etmek istemem.
ETYEN MAHÇUPYAN: AK PARTİ CEMAAT'E
TUZAK KURDU
Ben kimseyi düşünerek yazmadım, onu söyleyeyim ama ortada bir
atmosfer olduğunu ve Hrant’ın öldürülmesinden beri, bunun sol kesim
tarafından bilinçli olarak yapıldığını biliyorum. Agos’u da bir
kale olarak görmüşlerdi. Agos’a da sahip çıkmaya çalışmışlardı...
Bu küçük hesap, hani İngilizcede ‘petty’ (Önemsiz, adi, olağan,
ufak tefek) diye bir kelime vardır, burada da bir ‘petty solculuk’
var. Bunun giderek yeni nesil Ermeni gençlerine hitap etme ihtimali
var, orada adını sanını bilmediğim gençler de mevcut.
VELEV Kİ SATILMIŞ OLSAM NE FARK
EDER?
Böyle konuştuğunuz için size ‘satılık’ diyenler var. Siz AK Parti’den çok büyük paralar mı alıyorsunuz?
Açıkça söylemem gerekirse bu aptalca bir eleştiri. Cevap
veremediğiniz zaman insanlara böyle şeyler söylersiniz. Çıkıp da
“Ben öyle değilim” demek bile çok komik. Sonuçta ben burada bir şey
anlatıyorum. Tersten gidelim, velev ki satılmış olsam ne fark eder?
Ermeni Cemaati’nin önünde bir sorun var ve eğer satılmamış olan o
arkadaşların biri bile çok ufak bir sorumluluk sahibiyse oturup o
sorunu düşünmek zorundalar. Ve de satılmış biri tarafından
uyarıldıkları için utanmaları lazım. Onlara düşen şey, kendilerinin
bunu yapmasıydı. Ama hayat ne garip ki, (Mahçupyan burada gülerek
yanıt veriyor) böyle benim gibi satılmış insanlar, çıkıp onlara
hatırlatmak zorunda kalıyorlar.
AK PARTİ KIRILMASI HASTALIKLI BİR BAKIŞ
YARATTI
Siz AK Parti’yi eleştirseniz ve hâlâ Agos’un başında olsanız bu kadar eleştiri alır mıydınız? Sizin bu kadar yoğun bir şekilde eleştirilmenizin nedeni ne?
Benim ne olduğumdan, kim olduğumdan çok daha önemli olan nokta, bu AK Parti kırılması. Her şey AK Parti yandaşlığı/karşıtlığı meselesi olarak algılanıyor. İlle de ya oraya, ya buraya girmeniz gerekiyor. Girmiyorsanız sizi zorluyorlar zaten ille seçimini yap diye. Bu yüzden de birçok köşe yazarının çok zor durumda olduğunu düşünüyorum. Çünkü iki tarafta da olmak istemeyenler var. Esas büyük olay bu. AK Parti hazımsızlığı aslında birçok insanı da hazmedememelerine yol açıyor. Bu tersten de geçerli, AK Parti yandaşları da bu sefer kendi zaviyelerinden bakıp bir sürü normal insanı AK Parti karşıtı olarak görmeye de hevesliler. Orada da öyle yanlı bir bakış, hastalıklı bakış mevcut.
Entelektüel ve Ermeni kimliğinizle AK Parti’de olunca daha da tepki çekiryorsunuz sanırım...
AK Parti karşıtlığı solculukla birleştiği ölçüde ve bu solculuk
Ermeni Cemaati’ne kanca attığı ölçüde, ben de bu tür solculuğu
karşı çıktığım ölçüde tepki çekiyorum.
BEN KATİLLERİN BULUNMASI TALEP
ETMİYORUM
Ümit Kıvanç’ın yazısını okudunuz mu?
Evet.
Sizin Hrant Dink’in en yakın arkadaşı olduğunuz herkesin malumu. Kıvanç, sizi, arkadaşınızın davasına sahip çıkmamakla eleştirdi...
İlkesel olarak bir bakışım vardı. Bu bakışta ben azınlıkta
kaldım, çok da fazla ısrarcı olmadım. O bakış şudur, ki hâlâ aynı
düşünüyorum: Bu dava devletin namus davasıdır, bizim davamız
değildir. Devlet isterse katilleri bulur, istemezse bulmaz. Ben
bulunmasını talep etmiyorum. Ben devletin eğer o katilleri bulamaz
ise, düşeceği durumdaki halini muhatap alacağım. Derdim,
arkasındaki isim şuymuş, buymuş değil. Dolayısıyla dava benim için
bir garnitürdür bütün bu Ermeni olma halimin içinde.
Sonuçta ben bir arkadaşımı kaybettim ve onun nasıl öldürüldüğünü
bildiğim için ille de onun arkasındaki tek isme razı değilim. Ben
devletin şapkasını önüne koyarak, vicdanıyla baş başa kalarak
çözmesini, çözemiyorsa da çözememe halini ömür boyu taşımasını
istiyorum. İşte o devletin bitip yeni bir devletin başlaması eğer
mümkün olacaksa Yeni Türkiye diye bir şey olacağını
düşünüyorum.
AK Parti’nin katillerin ortaya çıkmasını engellediği ve sizin de bu
insanlarla birlikte hareket ettiğiniz söyleniyor...
Ama bu mahkeme üzerinden olan bir şey değil. Sembolik bir isimden gidelim mesela Ramazan Akyürek (Hrant Dink'in öldürüldüğü dönem İstihbarat Daire Başkanı'ydı). Akyürek’in bu işle ilgili olduğunu biliyoruz, olmaması mümkün değil. AK Parti Ramazan Akyürek’i belirli bir noktada tuttu o kadar sene. Şimdi ne yaptı? Attı! Olay neydi çünkü, AK Parti hükümeti emniyetin içinde belirli insanları seçerek çalışmak zorunda ve hiçbir adamı yok. Bu adamlardan bazılarıyla çalışmak zorunda ve Hrant Dink cinayeti öyle bir şey ki emniyetin tepesindeki herkes ya doğrudan suçlu, ya suçu görmüş gözünü kapamış. Özellikle İstanbul, Ankara ve Trabzon’a bakarsanız. Bunlardan birkaçıyla çalıştı ama çok matah insanlar oldukları için, bunların suçsuz olduğuna inandığı için değil. Hayatın getirdiği bu dar boğazı, bunlarla geçmek zorunda kaldığı için. Gene de bunlarla çalışmasın diye ilkesel olarak karşı çıkılabilir ama böyle tercih etti...
Ben zaten bu davadan bir şey beklemedim. İlk birkaç duruşmaya
girdim, yargıcın haline baktım... Bu zaten ne olacağı belli bir
davaydı. Bu davayı bu yargıç sonuna kadar götürecek ve üzerinden
atmaya çalışacaktı. Aynen öyle yaptı. Burada uğraşan arkadaşların
kendilerince haklı olabilecekleri, kendilerini doğru bir siyasetin
parçası olarak, bir tür aktivizm, bir tür militanlık yaptıklarını
düşünerek kendilerini beğenebileceklerini hâlâ bu tutumun doğru
olabilecekleri savunacaklarını düşünüyorum.
BEN DAVAYA ONLARIN ATFETTİĞİ ANLAMI
VERMEDİM
Ona da bir itirazım yok. Ama ben hiçbir zaman dava üzerinden bir
bakışın Hrant Dink meselesinde onun hakkını verebileceğini
düşünmüyorum. Bu çok daha büyük bir mesele benim için. Davada bir
sonuç çıksa tatmin olacak mıydık? Çünkü bir yerde kesmek
zorundaydınız çizgiyi. Dink davasında tüm emniyetin, yargının
yüzlerce insanının birden mahkum edileceği bir dava haline gelmesi
mümkün Türkiye’nin şu koşullarında? Böyle bir şey gerçekçi olarak
mümkün değil. Bir kademe gidersin, iki kademe gidersin, orada
duracaktı. Yine bizler bunun yeterli olmadığını söyleyecektik.
Peki, yeterli olmadığını bile bile bir şeyin arkasından neden
gidiyorsun ki? O zaman bunu tamamen devlete yık, bütün utancıyla,
sorumluluğuyla, vicdanıyla baş başa kalsaydı. O yüzden de ben
davaya onların atfettiği anlamı vermedim.
DİNK DAVASI ÜZERİNDEN MİLİTANLIK
YAPTILAR
Bu benim pozisyonumdan çıkmış bir eleştiri değil, benim onlara
eleştirim onlarının pozisyonundan çıkmış bir eleştiri. Velev ki
davayı takip etmek önemli ise ve de bu davanın ilerlemesini
istiyorsanız o zaman kimlerle yürümeniz lazım? Ben o zaman
'Hrant'ın arkadaşları' yazısında dedim ki, bu davanın iyi yürümesi
değil, bu dava üzerinden bir tür militanlık yapılmak istendi. Çünkü
davanın iyi yürümesini istiyorsanız İslami kesimi bir baskı unsuru
olarak kullanmak zorundasınız. Siz koca bir İslami kesimi yanınıza
alamıyorsanız, 5 solcu bir araya gelip pankart açıp… Hem de hangi
solcular? Ergenekon'la işbirliği yapmış olan solcular, Hrant'a
yazı yazdırmamış olan solcular...
TÜRKİYE'YE BİR MESAJ VERDİĞİNİZİ
SANIYORSANIZ...
BirGün gazetesini kastediyorsunuz…
Bir sürü öyle insan... Siz bunlarla yürüyüp gerçekten Türkiye'ye
bir mesaj verdiğinizi sanıyorsanız hakikaten kendinizi
aldatıyorusunuz. Sadece aldatmak değil, Hrant'a da büyük bir
haksızılık yapıyorsunuz… Bununla hesaplaşmaktansa şu anda bana AK
Parti anlatıyorlar. AK Parti olsa ne olur, olmasa ne olur? Ben
olsam ne olur, olmasam ne olur? Onlar kendi siyasetleriyle
yüzleşmek zorundalar. Bu siyasetin eksik, aksak, yanlış bir biyaset
olduğunu görmek zorundalar. Esas daha da kritik olan nokta, Ermeni
Cemaati'nin bunu görmesi. Çünkü bunu düzeltecek olan ben değilim,
Ermeni Cemaati.
HRANT BENİM DEDİKLERİMİN DANİSKASINI
SÖYLÜYORDU
Sürekli sizi kastederek "Hrant'ın gazetesini bu adam mı yönetti?" deniyor. Hayatta olmayan bir insan hakkında yaşasa şöyle mi olurdu böyle mi olurdu demek saçma ama Dink, hayatta olsa sizi eleştirir miydi? Ya da şöyle sorayım, bu eleştirdiğiniz kesimin kafasında tasavvur ettiği Hrant Dink'le sizin arkadaşınız Hrant Dink aynı kişi mi?
Hiçbir ilişikisi olmadığı çok belli. Hrant'ın orada burada
söylediği şeyleri yan yana koysanız zaten… Mesela Hrant'ın Avrupa
Birliği, milliyetçilik, İslami kesimin değişimiyle iligili
fikirleri… Zaten bunlar bizim konuşmalarımızla ortaya çıkmış
fikirler. O tutumun o zaman alınabilmesi, benim aldığım tutumdan
çok daha radikaldi. O yüzden de Hrant'a demedikleri bırakmadılar
zaten. Bana da söylüyorlardı ama benim için önemli değildi çünkü
benim bir temsil yeteneğim yok. Ama Hrant'ın temsil gücü vardı.
Üstelik de soldan geliyordu. Dışladılar, yazı yazdırmadılar…
Şu anda benim üzerimden kınadıkları görüşün daniskasını Hrant o
günün ortamında söylüyordu. Ama o günün ortamı daha dar bir ortam
olduğu için bugünkü kadar duyulmuyordu. Hrant'a öldükten sonra çok
büyük bir haksızılık yaptılar. Hrant'ı bir meta haline getirdiler,
bir kullanım değeri çıktı piyasaya bu kullanım değerini küçük kendi
dünyalarında 'barter ekonomi' olarak kullandılar, paraya bile
dönüşmedi, sadece değiş-tokuş aracı olarak kullandılar. Hrant
üzerinden kendilerini solcu hale getirdiler, onu kötüye
kullanarak.
HRANT'TA SOL TAYFADA OLMAYAN ÖZELLİK
VAR
Hrant Dink'le aynı fikirde miydiniz hep?
O kadar sene, hiç ayrı fikirde olmadım. Farklı nüanslarımız olduğu zaman konuşmanın sonunda aynı fikirle o odadan çıktık. Biri dese ki, "Hrant yaşasa fikrini değiştirirdi" o zaman da ayrılırdık yani, ben Hrant'la beraber olmazdım. Bu kadar basit. Hrant'a hiçbir zaman insanüstülük atfetmedim, zaten öyle bir yönü de olmadı hiçbir zaman. Hrant fazla doğru dürüst bir insandı. Ve öyle olduğu için de her an öğrenmeye açıktı. O bir vizyonerdi, bugünkü hiçbir sol tayafada olmayan bir özelliğe sahipti.
NEDİM ŞENER VE AHMET ŞIK'A TAZMİNAT
ÖDENMELİ Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmasının ardından 10 Mart 2011'de Zaman gazetesinde, 'Çorbadaki kıl' başlıklı yazınızda, "Şener ve Şık için öne sürülen 'iyi gazeteci' argümanı anlamsız. Bu iki kişinin son dönemdeki faaliyeti 'gazetecilik' mi, soru bu... Ve ne yazık ki bizzat kendi tutumları olayı bulanıklaştırarak, bir operasyonun parçası oldukları tezine destek veriyor" diye yazmıştınız. 22 Haziran 2014'te ise Akşam gazetesinde yayımlanan 'Manevi yük ve nörotik refleks' başlıklı yazınızda, "Şık ve Şener’in ‘kitap yazdıkları’ için suçlu bulunduğu söylendi hep. Oysa iddianame kitapların içeriği ile değil, kitap yazma işleminin onları bir suç ağı ile ilişkilendirdiği tezine dayanmaktaydı. Ancak bunun da savunulabilir bir tarafı yoktu… Savcılık bir suç üretmiş, bu suçun etrafında bir ağ keşfetmiş, sonra da söz konusu ağla ilişkili herkesi suçlu kılmaya çalışmıştı. Kısacası yargı Şık ve Şener’e haksızlık yaptı. Gayrı meşru bir hukuksal prosedür uyguladı" ifadelerine yer verdiniz. Nedim Şener ve Ahmet Şık konusunda fikirlerinizde bir değişme mi oldu? İnsanların anlamakta zorladıkları bir mesele bu. Hukuki olanla siyasi olanın ayrı şeyler oldukları ve ayrı değerlendirmelere tabi olduğunu anlamakta zorlanıyorlar. Ben de o kadar zorlanmayacaklarını var saymıştım, orada yanılmışım. Türkiye toplumunun bir bölümü, özellikle bu sol kesim bu ayrımı henüz kavrayabilmiş değil. Şöyle bir şey var, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a hukuken yanlışlık yapıldığı açık. Ama bu onların siyasi eylemini, kitap yazarken vs. bütün bu ‘araştırmacı gazetecilik’ adı altındaki eylemini siyaseten aklamıyor. Herhangi bir görüşü savunup kitap yazmak suç mu? Suç değil. Suç zaten hukuki bir terim, ayrıca böyle bir suç da olmaz zaten. Siz “Aklamıyor” deyince ortada bir suç varmış gibi söylediniz... Hayır, siyasi aklamadan bahsediyorum. Yani bu işlerden bir
biçimde para kazanma, önüne konan malzemeyle kitap yazma, o
malzemeye mahkum olma, o malzemeyi ona getirenin sorgulanmaması
üzerine kurgulanan bir bakışa sahip olma... Bütün bunlar, ne
yaptığını ve hangi koşulda bu kitabı çıkardığını açıkça
söyleyebilirsen bir miktar kabul edilebilir şeylerdir. Bunların
'araştırmacı gazetecilik' diye sunulduğu noktada ahlaki olmayan bir
durum olduğunu düşünüyorum ve dolayısıyla da, Nedim Şener, Ahmet
Şık ve başka bir sürü insanın bu ince çizgide yürüdüklerini ve
gazeteciliğin kendine has bir siyasi ahlakı olması gerekirse, çok
iyi bir sınav vermediklerini düşünüyorum. |