Etyen Mahçupyan: AK Parti Cemaat'e tuzak kurdu
Abone olGülen Cemaati’ni çok yakından bilen ve uzun yıllar Zaman'da çalışan Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, internethaber.com’a konuştu.
EMRE
ERTANİ/İNTERNETHABER.COM
Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan'la yaptığımız söyleşinin
ikinci bölümünde Gülen Cemaati'ni konuştuk. Uzun yıllar Zaman
gazetesinde yazan Etyen Mahçupyan, köşesinin haftada 3'ten 1'e
indirilmesi üzerine Mayıs ayında istifa etmek zorunda
kalmıştı.
30 Mart yerel seçimleri öncesinde Zaman gazetesine yayın
çizgisini değiştirmesi yönünde uyarılar yaptığını ama sözünün
dinlenmediğini anımsatan Etyen Mahçupyan, 17 Aralık operasyonuyla
ilgili çok konuşulacak bir iddia ortaya attı.
Hükümetin, dershaneleri kapatma girişiminin tuzak olduğunu
söyleyen Etyen Mahçupyan, "Operasyon 30 Mart’a yakın olsaydı, daha
büyük bir darbe olabilirdi hükümete. Ama hükümet bunu öngördü ve
Cemaat'in bunu öne çekmesini mümkün kılacak şekilde dershane
hamlesini yaptı" dedi.
ETYEN MAHÇUPYAN SÖYLEŞİSİNİN İLK
BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
ZAMAN BANA 'ÇIK' DEMİŞ OLDU
Uzun yıllar Zaman gazetesinde çalıştınız. Yazılarınız hafta
3’ten 1’e inince ayrıldınız... Size Baskı yapıldı mı?
Baskı yapılmadı. Sayfanın editörü olan arkadaşımız arayıp
“Yazılarda indirim olacak. Sizin yazılarınız da 1’e veya 2’ye
inebilir” dedi. Peki, dedim ben de, tekrar aradığında 1’e
indirildiğini söyledi. “Bunun anlamını siz biliyorsunuz. Bu çık
demektir” dedim. “Yani tabii” yanıtını aldım. Çünkü daha sonra,
haftada 1’e indirdikten sonra 15 günde 1’e indirdik de
diyebilirler.
ARTIK SENİN YAZILARINI GÖRMEK
İSTEMİYORUZ...
Mobbing yapıldı yani...
Her gazetenin böyle bir hakkı var diye düşünüyorum, gazete yönetimi istediği insanla çalışır, istemediği insanla çalışmaz. Zaman gazetesi de bana yazı yazdırmakla mükellef değil, dolayısıyla “Artık senin yazılarını gazetede görmek istemiyoruz” diyorlarsa, yapacakları iki yol vardı. Birinci olarak tazminatı verip çıkartma, ikincide de senin alanını daraltırlar, sen kendin çıkarsın. İkinci yolu tercih ettiler, iyi dedim ben de. Zorla istemediğiniz bir yerde yazmanın da bir alemi yok.
30 Mart seçimleri öncesinde Zaman gazetesini yayın
politikası konusunda uyardığınızdan, AK Parti’nin yine yüksek bir
oyla seçimi kazancağını belirttiğinizi dile getirdiğinizden
bahsetmiştiniz. O eleştirilerinize Zaman’da nasıl yanıt
aldınız?
HÜKÜMETİN DERSHANE TAVRI KABUL EDİLEBİLİR
DEĞİL
Cemaat’e 17 Aralık öncesinde de eleştirel bakışım vardı
dershaneler konusunda. Ben dershaneler konusunun hükümet tarafından
çok iyi yönetilmediğini ve en azından dershanede çalışanlara,
onların sahiplerine haksızılık yapıldığını düşünüyordum. Hâlâ da
öyle düşünüyorum. Sonradan bir ara yol bulundu ama ilk başta
hükümetin tavrı kolay kabul edilebilir değildi.
CEMAATİN DERSHANE SAVUNMASI YAPMASI
YANLIŞ
Ama Cemaat’in de şöyle bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu
düşünüyordum nitekim böyle bir yazı yazdım ve bunu Zaman yayımlamak
istemedi. Ama ben zaten isterseniz yayımlamayın da demiştim onlara.
Söylediğim şey şuydu, Cemaat, kategorik olarak dershanenin eğitim
açısından önemini tartışmaktan ziyade, dershanecilerin savunmasını
yaptı. Dershanelerin Cemaat’in üyelerine ve gençlerine verdikleri
üzerinden savunma yaptığı ölçüde siyasileşiyor, siyasileşecek ve
bir süre sonra bu kavgayı birtakım fedailer Cemaat adına
götürdüğünde, bir süre sonra Türkiye Hizmet Hareketi’ni bu
fedailerin üzerinden okumaya başlayacak, bu da daha
siyasileştirecek ve bir tür kendisini imajından tamamen
kopartacak.
GÜLEN CEMAATİ SİYASİ VE
KAVGACI...
Cemaat marjinalleşiyor mu demek istiyorsunuz?
Çok daha siyasi, kavgacı... Nerede dinler arası diyalog, nerede
17-25 Aralık meselesi sonrası Gülen Cemaati? Bir hizmet olayından
şu anda, bayağı siyasi kavga içinde olan bir yapıya gelindi. Bu
biraz da kendi hatalarıyla oldu. 30 Mart öncesinde ise, AK
Parti’nin kesinlikle kaybedeceğine dair yaygın bir kanaat vardı.
Ben o kanaati sarsamadım... Bu kanaatin gerçekliğe tekabül
etmediğini hemen hemen her hafta anlattım. Son âna kadar “Siz bu
anketlere bakmayın, AK Parti yüzde 35 alacak, hatta onun da altında
kalacak” dendi. Zaman gazetesinin yayın kurulundaki arkadaşlar,
gerçekten de AK Parti’nin yüzde 30’lara düştüğünü düşünüyorlardı.
Onların enformasyon kanalları ne ise, bunu bilmek mümkün değil. Bu
noktada hiç etkili olamadığımı söyleyebilirim.
CEMAAT YOLSUZLUĞU
KULLANDI
17 ve 25 Aralık’ı ‘darbe’ olarak niteliyor musunuz?
Hükümete bir darbe vurmak için, mümkünse hükümeti devirmek için
atılan bir adımdı. Yolsuzluk sıfır değildi, yolsuzluk ithamı
tamamen bir balon değildir, gerçeğe dokunan bir sürü yeri vardır.
Ama o yolsuzluk yakalandığı anda, özel olarak bekletilmiştir,
dosyalar birleştirilmiştir. Dosyalar içi boş başka dosyalara
eklenmiştir, siyasi bir hüvviyet kazanmasına yol açılmıştır ve
sonra da bu dosya paketi bayağı kendi mesleğini siyasallaştırmış
olan bir savcı marifetiyle hayata geçirilmiştir. Bunun hâlâ bir
yolsuzluk dosyası hüvviyeti taşıdığını söylemek çok zor.
BAŞARISIZLIK İHTİMALİNİ TASAVVUR
ETMEDİLER
Gülen Cemaati’nin bugüne kadarki stratejisi iktidarlarla ters düşmemek üzerineydi. Peki, Gülen Cemaati bu mesafeli ilişkilerden ‘darbe’ yapma noktasına nasıl geldi? Cemaat yanlış mı yönetildi?
Bu hatanın bir psikolojik zemini var, o da şu: Şimdiye kadar ne
yaptıysa başarılı olmuş bir gruptan bahsediyoruz. O yüzden de,
herhangi bir başarısızlık ihtimalini tasavvur etmeleri bile, o
kadar kolay değil. Fethullah Gülen diye, bir liderleri, rehberleri
var. O kişinin de şu ya da bu nedenle her yaptığı eylemin, tercihin
doğru olduğunu düşünen ve buna yatkın olarak bakan bir sürü insan
var. Dolayısıyla çok tartışılmıyor.
ERGENEKON GİDİNCE CEMAAT
GELDİ
Ayrıca, özeleştiri geleneğinin olmadığı bir yerden bahsediyoruz.
Bir karar alındığı zaman hata gibi gözükmüyorsa, uygulamada hata
olduğu ortaya çıksa bile, “Hata değildir” diyenler daha fazla
olabiliyor. Bu işin psikolojik çervesi. Referandumdan sonra, Gülen
Cemaati benim gördüğüm kadarıyla kendini şöyle bir pozisyonda
buldu: Ergenekon ve Balyoz sonrasında bürokraside bayağı bir
temizlik yapılmış, bürokrasinin bir sürü kanalı, pozisyonu
açılmıştı ve İslami kesimde o kesimlere müracaat edebilecek
insanların büyük kısmı Gülen Cemaati’nin mensuplarıydı. Bunun
dışındaki insanları büroksiye girmesini de zaten Cemaat
engelledi.
Bürokrasiye hakim oldu ve bu öyle bir güç getirdi ki, Gülen
Cemaati’nden olmayan insanlar da kendilerini Cemaat’tenmiş gibi
gösterme başladılar, böylece yükselme şansları oluyordu. O zaman
giderek bu bürokrasi belirli bir iç odak tarafından yönetilebilir
hale geldi. Şunu da söyleyeyim, bu bürokrasinin kurumlar arası bir
ağ olduğunu da gözden kaçırmamak lazım. Sadece yargıda, sadece
poliste bir gruptan bahsetmenin ötesinde, bu gruplar arasında bir
ilişki var.
CEMAAT HÜKÜMET ADINA STRATEJİ ÜRETMEYE
KALKTI
Dolayısıyla da siyaset üretme şansı var. Ve adım adım Gülen
Cemaati’nin bu kadroları hükümet adına strateji üretme, siyaset
üretme, bunun insan malzemesini üretme, geliştirme şansı elde
ettiler. Bunu kullandılar ve siyasette de yansımasını istediler.
Daha çok milletvekili çıkarmak, belirli bakanlıklarda daha fazla
yer almak gibi vs. 2010 referandumu sonrası çok kritik çünkü 2011
genel seçimlerine gidiliyordu. Hükümetin, Cemaat’in siyasi
taleplerine evet demeyeceği ortaya çıktı. Hükümet, Cemaat’in
yaptıklarına teşekkür ediyordu, onların sosyal alandaki taleplerine
de evet diyordu ama siyasi alanda talepte bulunmamasını istiyordu.
Bu da Cemaat’in işine gelmedi. 17 Aralık sonrası çıkan tapelere
bakalım, ilk dinlemeler 2011’in başına gidiyor. Yani referandumdan
birkaç ay sonra dinlemeler başlamış. Demek ki bir hazırlık var,
Cemaat’in karar alıcıları işlerin sarpa sarabileceğini ya da isteği
gibi gitmeyebileceğini öngörmüşler.
HÜKÜMET, CEMAATE BUNLARI
KONDURAMADI
2012’nin başında Hakan Fidan olayı var. O noktadan sonra artık hükümet de bunun ne olduğunu 3 aşağı 5 yukarı biliyor fakat eyleme geçemiyor, Cemaat’e bunu konduramıyor, tam olarak çizgiyi nereden çekeceğini bilemiyor vs. 2012’de yaşananlarla 2013’e doğru geldiğimizde hükümetin de daha sertleşme ihtimali ortaya çıkınca adım adım iki tarafın birbirini dinlemeye başladığını anlıyoruz. İki tarafın birbirini dinelemesi müstakbel kavgayı haberdar ediyor ve 17 Aralık daha sonra olacakken 17 Aralık’a çekilen bir operasyon yapılıyor...
Bu söylediğiniz çok krtik. Cemaat neden operasyonu öne çekti?
Operasyon 30 Mart’a yakın olsaydı, daha büyük bir darbe olabilirdi hükümete. Ama hükümet bunu öngördü ve öne çekmesini mümkün kılacak şekilde dershane hamlesini yaptı.
Hükümet, Cemaat’in özellikle üstüne gitti...
Evet. Böylece 17 Aralık’a çekilmiş oldu operasyon.
DERSHANE OLAYI CEMAAT'E
TUZAKTI
Peki, hükümet yolsuzluk operasyonu mu bekliyordu, ya da başka türlü bir hamle mi?
Karşılıklı yapılan dinlemelerden bizim sonra anladığımıza göre,
bunların bir bölümü hükümet tarafından biliniyordu. MİT’in bu
konuda kamuoyuna yansımış olan bir raporu var. Hükümete böyle bir
operasyonun olacağı MİT tarafından iletilmişti. Tabii her
olabileceği bilgisi gelen şey olmuyor. Dolayısıyla siyasi karar
başka bir şey ve hükümet de iki arada bir derede burayı götürdü.
Dershane olayı bir tür tuzaktı bence. Siyasi olarak bir tuzak
işlevi gördü ve Cemaat de bu tuzağa düştü. Cemaat kendisinin bir
siyasi aktör olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı ve bu anlamda
deşifre oldu. Bu noktadan itibaren de olaylar hızlandı. 17 ve 25
Aralık meselesinden sonra hükümet, önünde seçime 3 buçuk ay kala,
bu sürenin önemli bir kısmını, kırılan, bozulan imajını düzeltmek
ve yeni bir söylem üretmek için kullanabildi. Eğer, bütün bu
operasyon 17 Aralık değil de, 17 Şubat’ta olsaydı o zaman hükümetin
bunun altından kalkma ihtimali çok zordu.
ZAMAN'IN ENTELEKTÜEL OKURU TRAVMA
YAŞIYOR
Zaman gazetesinde yazarken birçok okur mektubuna da yer veriyordunuz köşenizde. Şu anki aldığınız pozisyondan dolayı tepki geliyor mu Cemaat okurundan?
Zaman’da yazılarımı okuyanların çok azı bir ilişki götürüyor benimle. Şunu söylemek lazım, Zaman gazetesinin okuyucusu, ya da Zaman üzerinden ilişki kuran okuyucu içinde önemli bir entelektüel odak var. Çok sayıda, masterlı, doktoralı insanı var Cemaat’in. Bu insanlar kategorik olarak mahkum edilebilir insanlar değil, düşünen insanlar. Psikolojik olarak da Cemaat çerçevesinin dışına çıkamayan da insanlar. Bu yüzden epeyce travmatik bir durum yaşıyorlar. Bu travmatik şeyi yaşarken de, apaçık bir şekilde kendilerine karşı olanlarla temas etmeleri de zorlaştı. Zaman’dayken benim aykırı fikirlerime rağmen, sürekli olarak yazıştığım 50-60 kişi vardı. Ama şu an onlardan 3-5 kişi kaldı. Hepsi şu anda küçük çevrelerinde hesaplaşıyorlar, bir karar almaya çalışıyorlar.
Hüseyin Gülerce, Hadi Özışık'a verdiği mülakatta Zaman’dan istifasını açıklarken Mustafa Özcan diye bir isimden bahsetti. Gülerce, “Bu isme kim toslarsa Cemaat’in dışına itiliyor. Sürekli Hocaefendi’ye Cemaat’in içinde olup bitenleri aktarıyor” dedi... Siz bu ismi tanıyor musunuz?
Bu tabii Gülen Cemaati’nin kendine has yapısının bir uzantısı.
Orada birkaç hiyerarşi var, böyle baktığımız zaman o hiyerarşinin
içinde yer alan birinden bahsetmiş oluyoruz. Benim bu tür
insanlarla hiçbir zaman temasım olmadı. Bu kişi ne kadar etkili
bilmiyorum ama bu tür insanlar Cemaat’in içindeki insanların
‘doğru’ davranmasına çalışıyor, yanlış yapanlarla ilgili adım
atıyorlar.
BÜROKRASİDE KENDİ MANTIĞI ÇERÇEVESİNDE
KARAR ALAN BİR YAPILANMA VAR
‘Paralel yapı’ tanımlamasını doğru buluyor musunuz? Gülen Cemaati ‘paralel yapı’ mıdır?
Bu tür şeyler medyatik olarak gündeme giriyor, sonra
kullanılmaya başlayınca da insanlar ne dendiğini anladığı için öyle
kullanılmaya devam ediliyor. Yoksa burada bir paralellikten
bahsediyorsak, bürokrasi içerisinde bir iç odak meselesi bu. İlle
de paralel kelimesine takılmak çok doğru değil. Şu anlamda paralel
kelimesini doğrulayan bir şey olabilir belki, herhangi bir hükümet
stratejisi üretilecekken, bu bürokrasiden de yararlanılarak
üretildiği için hemen hemen her zaman, bürokrasi içindeki bir grup
kendi paralel çalışmasını yaparak belki de bürokrasinin bütününe
şamil hale getiriyor o çalışmayı. Bu durumda da hükümetin
stratejisinin bir parçası oluyor. Bu anlamda belki bir paralel
çalışma meselesi var. Ama sonuçta bürokraside kendi siyasi mantığı
çerçevesi içinde karar alan bir yapılanmanın, bir ağın varlığından
bahsediyoruz.
SİZE YANLIŞ YAPTIĞINIZI HATIRLATACAK
İNSANLARI GÖRMEK İSTEMEZSİNİZ
Cemaat’in kamuoyu tarafından çok bilinen isimleri de dahil, o cenahta herkesle yakın ilişkileriniz vardı. Hâlâ Cemaat’ten görüştüğünüz isimler var mı?
Yok. Öyle bir ilişkim yok, tamamen koptu. Bu ilişkiler zaten benim Zaman’da çalışıyor olmamın dışına çıkmış ilişkiler değildi. O bağlam içinde bir anlamı olan ilişkilerdi. Şu anda hiç ilişkim yok ve ilişkim olabilecek insanların da çok sıkışık ve zor durumda olduklarını düşünüyorum. Onlar bir şeyi savunmak zorunda şu anda, cansiperane savunuyorlar da. Böyle bir savunma süreci yaşarken siz genellikle size ne yaptığınızı hatırlatan insanlarla karşılaşmak istemezsiniz. Onlar psikolojik olarak benimle oturup konuşmak istemeyeceklerdir. Benim ne söyleyeceğimi 3 aşağı 5 yukarı biliyorlar ve bunu duymak istemiyorlardır muhtemelen.
Cemaat’i bugün kim yönetiyor?
Fethullah Gülen’in dışında kaldığı bir yönetimde bahsetmek
mümkün değil.
CEMAAT TABANININ YARISINI AK PARTİ'YE
KAPTIRDI
Gülen’den sonra Cemaat’e ne olacağına dair sizin bir öngörünüz var mı?
Bu çok zor çünkü geçmişte daha da zordu. Belirli hiyerarşiler
var Hizmet Hareketi içinde ama bu hiyerarşilerin hemen altında çok
yaygın ve Cemaat üyesi diye tabir edebileceğimiz insanların yüzde
99’unu kuşatan yatay bir ağ var. Bu ‘yatay ağ ne olacak?’ esas
soruydu. Çünkü Fethullah Gülen bir rehber ve o rehber indi bu
rehber çıktı diye de böyle insanlar kendilerine rehber seçmezler.
Doğal bir liderlik mefhumu var burada. O yüzden de bu insanlara ne
olacağı belli değildi ama şimdi şöyle bir sosyolojik durumla karşı
karşıyayız. Cemaat mensubu olan insanların bu son yerel seçimde en
az yüzde 50’si AK Parti’ye oy verdi. Çünkü bunlar hem AK Partili
hem de Gülen Cemaati üyesiydiler. Bu insanlar bir tercih yapmak
zorunda kaldılar...
GÜLEN'DEN SONRA CEMAATİ MİLİTAN KADROLAR
YÖNETECEK
Cemaat tabanının yarısını kayıp mı etti?
En az yarısını kaybetti. Diğer kalan yarısında önemli miktarda
kafası karışık olan, soru işareti taşıyan en azından kendisini
çeken, mesela para yardımında bulunmayan insanlar var. Bütün bunlar
zaten şu anda Fethullah Gülen’in şikâyetlerinden görüyoruz.
Gülen'in “Kendisini 1 milyona, 2 milyona satan insanlar” diye
tanımladığı kişiler aslında Cemaat’in her zaman finansörü olarak
davranmış olan insanlar. Gülen’in bu sözlerinden bu insanların
artık bunu kestiğini anlıyoruz.
Cemaat dediğimiz şey artık, daha militan, daha genç, daha
büyükşehirlerde yaşayan ve de Cemaat’in de hiyerarşik yapısına
dokunan insanlar. Burada çok daha organik bir bütünleşme söz konusu
ve bu tür bir organik bütünleşme artık bir rehberle değil, rasyonel
bir mekanizmayla da yönetilebilir demektir. Bu bakımdan, Fethullah
Hoca sonrasını konuşuyorsak bunun daha daraltılmış, daha
siyasileşmiş, daha militanlaşmış bir kadro ima ettiğini ve böyle
devam edeceğini düşünmek mümkün.
FETHULLAH GÜLEN
MAHARETLİ
Fethullah Gülen hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onunla hiç rastlaşmadım, görüşmem olmadı. Onu kendi çevresiyle
olan etkileşimi ve fikirleri çerçevesinde ele almak mümkün. Gülen
Cemaati, çok önemli bir modernleştirmeci, dışa açılmacı bir
fonksiyon ifa etti. Türkiye’deki yeni kentlileşme, dışa açılma ve
sekülerleşme akımının ana damarlarından biri oldu. Burada bunu
mümkün kılan şey, Fethullah Gülen’in Said-i Nursi etrafında bugünün
dünyasının pragmatizmiyle bir tür dini söylemi, bir tür Kurani
yorumu birleştirebilme yeteneği oldu. Bu bir maharettir, bu bir
yetenektir, bunu becerebilen birinden bahsediyoruz. Öte yandan iş
siyasete kaydığı zaman söylenmesi gereken cümleleri söyleyen,
duyulması gerekenleri söyleyen ama bunu söylerken ne kadar sahici
olduğu konusunda soru işaretleri yaratan bir insana doğru evrildi
bütün bu olaylar sonucunda. Benim de algımda bu iki yön hâlâ
var.
GÜLEN BEDDUA EDEREK MESAJ VERMEYE
ÇALIŞTI
Fetuhullah Gülen’in 17 Aralık sonrası ettiği bedduayı görünce ne hissetiniz?
O beddua tesadüfi bir olay değil, çünkü bu kameraya çekilen bir
sohbet. Sadece kameraya çekilmesi yeterli değil, daha sonra o
kaydın yayımlanması da isteniyor, buna izin veriliyor. Sadece bu da
değil, o ortaya çıktıktan sonra eleştiri aldıktan sonra bile Gülen
Cemaati’nin yayın organları onu söylemeye ve vermeye devam ettiler.
Dolayısıyla burada bir karar var. Orada Fethullah Gülen kendi
çapında bir mesaj vermeye çalıştı.
FETHULLAH GÜLEN'IN PARMAĞI OLAN İŞLER
VAR
Nedir o mesaj?
Gülen, kendi yandaşlarına ne kadar sağlam durduğunun mesajını
vermek istedi. Beddua diye geçen konuşmada “kim yapmışsa onun
başına gelsin” türünde bir şey var, mülaane dedikleri şey o.
Dolayısıyla kim yapmışsa, “ben yapmışsam bana, sen yapmışsan sana”
gibi eşitlikçi bir yorum var. Bunun doğal olarak algılanma biçimi
birçok insan için, “Böyle bir şey söylüyorsa bu insan böyle bir
yapmamıştır” şeklindeydi. Nitekim Cemaat’in çeperindeki birçok
insan, böyle yorumlamak istedi. Mademki Fethullah Gülen bunu
söylüyor, demek ki hakikaten bu işlerde parmağı yok. Öte yandan da
şöyle bir şeyi zımnen kabul etmiş oldu. Bu işlerde Fethullah
Gülen’in parmağı yok dediğiniz zaman parmağı olunan bir işler
olduğunu da kendiliğinden kabul ediyoruz. Yapılmaması gereken
şeyler var ama onların içinde Fethullah Gülen’in parmağı yok. Ve
nitekim Fethullah Gülen, “O polis ve savcıların birini bile
tanıyorsam şöyle olsun” diyerek hiçbirini tanımadığını ima
etti.
GÜLEN TANIMADIĞI İNSANLARA KEFİL
OLDU
Geçenlerdeki sohbetlerinden birinde polislere sahip çıktı ama...
Evet, bugüne geldiğimiz zaman polislere sahip çıktı, onları tamamen dürüst, kendi işine yapan insanlar olarak sundu. Hiç tanımadığı insanlara kefil oldu. Bunları yan yana koyduğumuz zaman, o ilk ‘mülaane’yi ciddiye alma durumunuz kalmaz.
Gülen, yalancı durumuna mu düştü demek istiyorsunuz?
Ben onu söylemek istemem... Çok ciddiye alınamaz dedikleri. Öte yandan İslami çevrelerden de şöyle bir şey duydum: Evet, mülaane “sen yaptıysan sen ben yaptıysam ben...” Ama hiçbir zaman “Sen ve çocuğun” denemez çünkü çocuk suçsuzdur. Halbuki “Evine ateş düşsün” dendiğine zaman o yapan değil, o yapanın tüm etrafı ve efradı da işin içine giriyor.
Gülen, Erdoğan’ın ailesini kastettiği için beddua etmiş oluyor...
İslami kesimden insanlar bu noktada beddua olduğunu söylüyor. Bu
İslami bir tartışma, bizim üzerinde durmamıza gerek yok. Bunu
söyleyen insanlar şunu da dedi: Fethullah Gülen bunu bilmeden
yapmış olamaz. Dolayısıyla bunun bir beddua tarafı var. Bunu niye
söyledim? Tüm bunlar, İslami kesimdeki Fethullah Gülen algısını hep
etkileyen faktörler oldu. Hepsini bir tabloya koyduğumuz zaman,
tabii ki büyük bir prestij kaybı yaşadı Gülen.
ÇÖZÜM SÜRECİ CEMAATİ TÜRKÇÜ
YAPTI
Zaman gazetesinden ayrıldıktan sonra Sabah gazetesine verdiğiniz mülakatta, Gülen Cemaati’ni milliyetçi olmakla eleştirdiniz. Siz orada çalışırken Cemaat milliyetçi değil miydi?
Gülen Cemaati daha az Türkçü gibi gözüktü çünkü postmodern ve
kaba milliyetçiliği taşıyamayacak olan bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Ama çözüm süreciyle beraber, Türk bir Gülen Cemaati var. Yeniden
Türk milliyetçiliğine doğru bir kayma geçiriyor şu anda.
AK PARTİ CEMAATİ İNSANLARIN HAFSALASININ
ÖTESİNDE BİR TEHDİT OLARAK ALGILIYOR
AK Parti’nin iş dünyasına müdahale ettiğini belirtip bu noktada eleştirdiniz. Gülen Cemaati’nin üyelerine ait olan Bank Asya’nın hükümet tarafından batırılmaya çalışıldığı konuşuluyor... AK Parti’nin Cemaat’le yaptığı mücadelede kullandığı yöntemleri doğru buluyor musunuz?
Bu hukuk devleti bakışı içinde böyle bir tutum çok onaylanabilir
değil. Öte yandan Türkiye’nin herhangi bir bankasının bu şekilde
zan altında kalmasının genel olarak sektörü olumlu etkilemeyeceği
de çok açık, bunu da söyleyeyim. Öte yandan şöyle bir durum var.
İnsanların, algısının, hafsalasının ötesinde bir tehdit olarak
algılıyor AK Parti Gülen Cemaati’ni. Bunu medyada çıkan haberleri
okuyarak insanların anlaması zor.
LAİK KESİM BU KAVGAYI TASAVVUR
EDEMEZ
Bunu ancak içeriden gözlemle anlamanız mümkün. Bu kavgayı laik
kesimdeki hiç kimse gerçek anlamıyla tasavvur edemez, şu anda. O
kadar radikal bir tedbiri çağıran bir kırılma bu. O yüzden de, AK
Parti açısından bakıldığı zaman Bank Asya ve bu ağın devam
etmesinin riski o kadar yüksek ki! Bunun yanında herhangi bir
bankanın batmasıymış, sektörün yara almasıymış falan hiçbir şey
ifade etmiyor. Buna kategorik olarak da karşı çıkılabilir,
hükümetin yanıldığı da söylenebilir.
AK PARTİ-CEMAAT KAVGASI EGZOTİK BİR
MEYVE
Ama hükümet bunu savunuyor ve savunmakla kalmıyor açıkça savunuyor.
Her konuşmasında, her topluma hitap etmesinde cumhurbaşkanı
olduktan sonra bile Tayyip Erdoğan, bütün barış mesajlarının
yanına, cemaatle mücadeleyi koyuyor ve bununla birlikte o oyu
alıyor. O yüzden de şunu laik kesimin görmesi lazım, Cemaat-AK
Parti kavgası onlar için egzotik bir meyve ama İslami kesimin
gündelik hayatının asli bir parçası ve onlar olan biteni
biliyorlar. O yüzden de, AK Parti’nin bu kadar Gülen üzerinden
vurgu yaparak bir çatışma modeli üretmesini satın alıyorlar
insanlar çünkü kendi hayatlarında bunun gerçek olduğunu biliyorlar.
Bu destekle de AK Parti bunu taviz vermeden götürmeye niyetli.