Etyen Mahçupyan: 1915 Ermeni Soykırımı'dır!
Abone olAhmet Davutoğlu'nun danışmanlığını fahri olarak sürdürecek olan Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan 1915 olayları için 'soykırım' dedi.
Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, 1915 Ermeni
tehcirinin 'soykırım' olduğunu söyledi. Mahçupyan, "Kısacası
önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak adlandırıldığı bir
dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması pek gerçekçi bir
beklenti değil" dedi.
Geçen hafta 1915 olayları için 'soykırım' dedikten sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Başdanışmanlığı görevinden ayrıldığını açıklayan Etyen Mahçupyan, "Türklerin görmesi gereken basit bir gerçek var: Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımına göre 1915 tehcirinin ‘soykırım’ sayılmamasına ihtimal kalmıyor" iddiasında bulundu.
Etyen Mahçupyan'ın "Bazı basit gerçekler" başlıklı yazısı
şöyle:
ERMENİLER ÖLÜM YOLCULUĞUNA
ÇIKARILDI
Kitleler halinde bir ölüm yolculuğuna çıkarılmaları Ermenilerin
1915 yılını bir tarihsel felaket noktası olarak zihinlerine ve
yüreklerine kazımalarına neden oldu. Binlerce yıl aynı toprakta
yaşadıktan sonra yabancı diyarlara savrulmanın getirdiği ezikliği,
geride bıraktıkları ve belki de ebediyen kaybettikleri hayatı iç
dünyalarında dondurarak çözdüler. Bu savrulma kadim bir zihniyet
alışkanlığının kırılmasını, modernliğin kucağında tutunma
zorunluluğunu, kaçınılmaz ve sancılı bir bireyselleşmeyi, hepsinin
ötesinde bir tür kendine yabancılaşmayı ima ediyordu. Böylece
Ermeniler kendi kimlik ve kültürlerini ayakta tutma ihtiyacı ve
gayreti içinde, o ilk savrulma anının canlı tutulmasının
birlikteliğin temeli olabileceğini keşfettiler. Sonraları ortaya
atılan soykırım terimi bu ‘canlı tutma’ işlevini ideolojik temele
oturttu.
ERMENİ SOYKIRIMI TABİRİ HER ŞEYİ
ÖZETLİYOR
‘Ermeni soykırımı’ tabiri yaşanmış ve kaybedilmiş olan her şeyi
özetliyor, fazlasını söyleme ihtiyacını ortadan kaldırıyordu. Bu
anlamda ‘soykırım’ söylemi Ermeniler için hem sağaltıcı hem
hastalandırıcı etkiler üretti. Sağaltıcıydı çünkü her ailenin somut
olarak yaşamış olduğu, hatırlanması dayanılmaz acılar veren bir
geçmişin üzerini ortak bir örtü ile kaplıyor, herkesi ortak acının
parçası yapıyordu. Aynı zamanda hastalandırıcıydı, çünkü yaşanmış
olanı ideolojikleştiriyor, siyasileştiriyor ve giderek insani
duyarlılığın ötesinde bir misyon olarak tanımlıyordu.
TÜRKİYE'DEKİLER SAHTE BİR TARİHİN İÇİNDEN
OKUYOR
Diğer taraftan Türkiye’nin Ermeni olmayan insanları bu
yaşanmışlığı kendilerine anlatılmış olan bir sahte tarihin içinden
okuyorlardı. Faille mağdurun yer değiştirdiği bu devlet
propagandası ve aldatması ‘Türkleri’ de sağaltıcı ve hastalandırıcı
etkiler üretti. Bir yandan imparatorluğun dağılma sancılarını ve
göçlerle taşınan acıları unutup kendilerini yeniden kimlikleştirme
imkânı verdi. Öte yandan da büyük ölçüde cahil bırakılmış bu geniş
kitleyi tarihe ve kültürüne yabancılaşmak, yüzeysel ve sığ bir
kimlikleşmeye sarılmak zorunda bıraktı.
1915'İN SOYKIRIM SAYILMAMASINA İHTİMAL
KALMIYOR
Bugün herkes hem kendisiyle hem de ötekiyle karşı karşıya ve
istese de istemese de bir yüzleşme yaşanıyor. ‘Türklerin’ görmesi
gereken basit bir gerçek var: Birleşmiş Milletler’in soykırım
tanımına göre 1915 tehcirinin ‘soykırım’ sayılmamasına ihtimal
kalmıyor. Epeyce geniş tutulmuş olan bu tanım, belirli bir kimlik
grubunun sadece bir kısmına bile, sırf o kimliğe sahip oldukları
için ve grup halinde sistematik imha, zarar veya kültürsüzleştirme
çabası içine girilmesine ‘soykırım’ diyor. Hatta hiç kimse ölmese
bile, çocukların annelerinden koparılması da aynı adla
karşılanıyor. Bu eylem çerçevesinde ‘niyet’ tartışmasının önemli
bir yeri var. Soru İttihatçı hükümetin yapılanları ‘bilerek’ yapıp
yapmadığı. Ne var ki Ermeni tehciri art arda birçok kafilenin ölüme
gitmesini ifade ediyor. İlk kafile için ‘iyi’ niyet iddiası öne
sürülebilse bile, herhalde sonrakilerin ‘iyi’ niyetle yapıldığını
söylemek zor. Bu tabloya tehcirin tüm Anadolu’yu kapsadığını,
Ermeni erkeklerin önceden askere alınarak amele taburlarında
silahsızlandırıldığını, İttihatçı merkezin, Teşkilatı Mahsusa’nın
ve dönemin İçişleri Bakanlığı’nın tehcirle sorumlu ilgili
dairesinin arşivlerinin tümüyle yakılmış olduğunu ekleyelim. O
dönemde yaklaşık 2500 kilise ve 2000’e yakın okula ve olası tüm
kişisel servetlere el konması, bu siyasetin Cumhuriyet döneminde de
açıkça sürdürülmesi ise olayın tamamlayıcı bir unsuru.
HER VAHŞETE SOYKIRIM
DENİRKEN...
Kısacası önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması pek gerçekçi bir beklenti değil. Buna karşılık Ermenilerin de görmesi gereken basit bir gerçek var: Soykırım terimi aynen ‘devrim’ gibi, yaşanırken gözlemlenen değil ancak sonradan tarihçinin koyduğu bir ad. Diğer bir deyişle yaşanan birçok şeyin toplu olarak adlandırılmasını ifade eden bir tanımlama. Soykırım bunun da ötesinde hukuk alanında üretilmiş olan bir kavram. Diğer bir deyişle 1915’in soykırım olup olmaması da söz konusu tanımın niteliği ve içeriği ile doğrudan bağlantılı. Eğer tanım değişirse bugün soykırım olan yarın olmaktan çıkabilir… Önemli olan yaşanmış olanın görülmesi, hissedilmesi, dokunulması, paylaşılması ve yüzleşilmesidir, ona hangi adın verileceği değil. İsteyen istediği adı verebilir. Yeter ki yaşanmışlığı gerçek haliyle ve bütün karmaşıklığıyla karşımıza koyabilelim ve ona adil bir biçimde birlikte bakabilelim.
Bu toprakların çocuklarının artık kendilerini hasta bırakan ideolojik ve psikolojik kıskacı kırmaları gerekiyor. Bu tür geçişler birlikte yapıldığı zaman çok daha kolaydır… Zaman bunun zamanı.