Eskişehir'de tiyatro ziyafeti
Abone olEskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, geçtiğimiz hafta Özen Yula’nın yazdığı ve yönettiği “Gözü Kara Alaturka”yı seyircisi ile buluşturdu.
Eskişehir denince bir iki cümle etmeden geçmek olmaz. Son yıllarda gerçekleştirdiği kültürel ataklarına yeni bir tiyatro ve opera binasını da ekleyen Eskişehir, kültür ve sanat alanında Anadolu’da öncülük misyonunu üstlenmişe benziyor. Bu anlamda kent, Anadolu belediyelerine bir ışık yakıyor. Lüks semtte maskeli yüzler Eskişehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun genç oyuncu kadrosu ile sahneye taşıdığı “Gözü Kara Alaturka”, Özen Yula’nın 1998 yılında kaleme aldığı bir eser. Oyunun dekor tasarımı Barış Dinçel, kostüm tasarımı Özüdoğru Cici, ışıkları Ersen Tunççekiç, dramaturjisi Şafak Özen’e ait. Broşür tasarımında Sevgi Taner’in başarısını ise atlayamam. Harbiye’de bir apartman dairesi... Kesif bir kokunun daireden dışarı mı, kentten daireye mi hücum ettiğinin ayırt edilemediği günlerden bir gün... Kent kokmaktadır ve bir ten vardır çürüyen, evin içinde... Elbette çürüyenin çürümekte olana işaret ettiği bir düzlem de uzak değildir anlamdan. Dairenin yatak odasında, bir yandan elindeki koku spreyi ile içerideki kokuyu önlemeye çabalarken öte yandan dışarıdan gelen kokuya önlemler düşünen Süha (S. Berkay Akın), ardı sıra çalan zil sesi ile ardışık yaşamları buyur eder hanesine. Koca dayağından kaçan; ama gidecek yeri de olmadığından en yakın haneye sığınan Gönül (Burcu Tutkun Oruç) girer içeri. Ardından, aşkından divane olmuş ve duvarlara bilgece yazılar yazan Rüstem (Devrim Ö. Akın). Ve polisten kaçarken girdiği evin halkını silah zoruyla esir alan Barbaros (Mete Ayhan) ve Figen (Özlem Boyacı Onan). Birbiri ardına tanık olduğumuz hikayeler, kendi kokusuyla sızar kapı aralığından. Aslına bakarsanız, bir “yazıklar olsuun!” nidasıyla bütün olanları “kader”e yüklemek mümkündür. Ancak bu kadar da kolay değildir çözüm. Çünkü suretler, anlam devşirdikçe gerçeklerden, başka yüzler çıkar ortaya. Modern bir haneye sızan “alaturka”lık mıdır sonu hazırlayan, değilse ‘modern’in tuzağına düşmüş naif yanımız mıdır sonu yaşayan? Ya da teslim etmek mi gerekir “gözükara”lığı, ölü bedenlerin balık istifi dizildiği bir evden tek başına çıkabilen, alaturka “Gönül”e!.. Yüzlerdeki “maske”ler inene dek, susmalı belki de. Aşk “üçgen”inde değişim “Gözü Kara Alaturka”, kuşaktan kuşağa değişen ve başkalaşan ilişkilere de mizah yordamıyla birkaç kuvvetli fırça darbesi indiriyor. Gönül, aslında Rüstem’i çok sevmiştir; Rüstem de Gönül’ü. Âşıkların bir türlü kavuşamadığı bu aşk, sonsuza dek sinelere gömülürken Gönül, sevmediği halde Esat’la evlenip günlerini dayak yiyerek geçiriyor. Rüstem, sevdiği kadının sokağında duvarlara felsefi sözler yazarak, işi “deli”liğe vuruyor. Bu üçgende, temiz ve saf olan ve korunan, Gönül ile Rüstem’in aşkı olmasına rağmen, dış şartlar kavuşmaya engel olmuştur. Bu dış şart efektini kırıp yeknesak ve ağır aksak gideni değiştirmek isteyen oyunun ikinci kuşak sürpriz aşkında ise para, hırs, şiddet ve ölüm kol gezmektedir. Hayata duyduğu öfkeyi şiddet olarak kendi yaşamlarına yansıtan ilk kuşağa inat; ikinci kuşakta başkalarına yansıtılan şiddetin boyutu öne çıkıyor. Ancak, her ikisinde de kapitalizmin örselediği, hırpaladığı ve maddi olanın merkezkaçıyla yaşamın uzağına savurduğu insanları bulmak mümkün. Oyun, İstanbul’un farklı bir yüzünü sahneye taşıyor: Biraz acılı, çokça şiddet içerikli, inanılmaz duygusal ve son derece acımasız “yüz”lerden sahneye yansıyanlar, masumiyet maskesi altında alaturkalığa sığınmış yanımız olmalı. Duvarların inceldiği bir evrende mahremin odağında (Harbiye’deki Süha’nın yatak odasında) yer alan biraz karikatür, biraz gerçek tipler, aslında komik; ama çokça da trajik bir dünyaya gönderme yapıyor. Özen Yula, rejisinde bu trajik ve çokça duygusal yanı “göstermelik” bir sunumla oyunun dışına alıyor ve fırça darbelerini komedinin üzerinde gezdiriyor. Yer yer belleğimize çivilenen yalınkat cümlelerin ortasında, mahşeri bir komedi yaşanıyor alaturka musiki eşliğinde... Alkış tuttuğumuz, mırıldandığımız, güldüğümüz; bazen yadırgadığımız bir yaşamın çok da uzağında değiliz aslında... O halde hep birlikte; “Batsın bu dünyaaa, bitsin bu rüyaaaaa...” ZAMAN