Büyüklerimiz anlatır,
eskiden sokak kapısı sonuna kadar açıkken hiç korkusuz yatarlarmış,
gecenin en koyu karanlığında bile…
Evde kimse yokken dışarı
çıkacaklarsa mesela kapının üstünde bırakırlarmış
anahtarı…
Herhangi tanıdık biri
gelirse açsın kapıyı girsin otursun diye…
Bakkallar genelde
kapatmazlarmış kapılarını, gece ihtiyacı olanlar ihtiyaçlarını
alsınlar diye… Çoğu zaman ihtiyaçlarını alanlar aldıkları şeylerin
paralarını ertesi güne bırakmadan bakkalın kasasının yanına
bırakırlarmış…
Ben de çok eskiye
gitmeden, yaklaşık dört yıl önce işe giderken ara sıra simit
aldığım simitçi olmadığında yapardım bunu, simidimi alırdım,
ücretini koyardım…
Birgün simitçiye denk
geldim ve sordum;
“Ya simit alıp giderlerse
ve parasını vermezlerse?”
“Abla” diye başladı benden
yaşça epey büyük simitçi söze;
“Simit çalacak kadar açsa
varsın çalsın ama hiç başıma gelmedi böyle bir şey.”
Güven kelimesinin en gerçek yaşanış şekli aslında tüm
bunlar…
Sözde değil özde güven
bu…
Şimdi yapabilir misiniz
tüm bunları?
Ben eve girer girmez
kapının sürgüsünü çekiyorum mesela…
Zil çaldığında cevap
vermeyenlere açmıyorum…
Su getiren marketin
çırağına bile “Kusura bakma” diyerek kapıyı yüzüne kapatıp içeri
para almaya gidiyorum…
Güvensizliğe bakar
mısınız?
Ama nasıl güveneceksiniz
ki…
Evin oğlu bütün ailesini
katlediyor, anne çocuğunu öldürüyor, baba kızına tecavüz ediyor,
kimi para için kimi zevk uğruna böcek öldürür gibi adam
öldürüyor…
Her gün vahşet
haberleri…
Her gün cinayet,
kan…
Hiç gelişmedik mi
biz?
Ya da geriye gidişin
kanıtı mı bu?
Ne dersiniz?
nsrnylmz@gmail.com