Eski tüfekten Nazıma eleştiri
Abone olYaşlı komünist Mihri Belli Nazım'a yüklendi
Türkiye'nin en eski komünistlerinden, TKP Merkez Komitesi üyesi
Mihri Belli 90 yıla sığan anılarını anlattı.
Mihri Belli Türkiye'nin yaşayan en eski birkaç komünistinden,
daha hoşlandığı deyimle, Marksist-Leninistinden biri. Daha
1940'larda Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komitesi üyesi.
Cumhuriyet tarihinin bir başka cepheden canlı tanığı. Bu tarih
içinde sosyalist olmanın bedelini ödeyen biri: Hücreler, işkenceler
ve yıllarca süren mahpusluk... II. Dünya Savaşı bitiminde
Yunanistan'da gerilla hareketine katılma... Yaralanma...
12 Eylül'ün hemen öncesinde kendisine yönelik suikast
girişimi...
Mihri Belli geçen hafta 90 yaşını devirdi. Arkadaşları, ona bir
kutlama gecesi düzenledi. Kutlamaya hayat arkadaşı, onun gibi
komünist 80 yaşındaki Sevim Belli (Tarı) ile geldi.
Belli çifti Göztepe'de bir binanın 14'üncü katında oturuyor. Evleri
son derece mütevazı. Duvarda yakın tanıdıklardan hediye, iddiasız
birkaç tablo. Halbuki Türkiye'nin ünlü ressamlarından birçoğuyla
yakın arkadaştılar. Evde mobilya olarak fazla bir şey yok. En
dikkat çeken mobilya, basit bir çalışma masası. Sanki bir işçi evi.
Yaşam tarzlarının bilinçli bir seçim olduğu her haliyle fark
ediliyor. Sınıf kökenlerini inkâr etmenin bütün işaretleri evlerine
yansımış.
Halbuki Sevim Belli, eski emniyet müdürlerinden İsmail Hakkı Bey'in
kızı. Rizeli ünlü armatör Rıza Kalkavan dedesi (Annesinin babası).
Çocukluğu Beylerbeyi'nde ünlü Nâzım Kalkavan yalısında geçmiş. Tıp
fakültesini bitirmiş, sonra Amerika'ya gitmiş, Paris'te yaşamış.
Nâzım Hikmet'le Berlin'de tanışmış. TKP'nin kuryeliğini yapmış.
Yakalanmış, emniyetin soğuk hücreleriyle tanışmış. Mihri Belli'nin
babası Mahmud Hayrettin ise hukukçu; ağır ceza reisliği yapmış.
Bu röportaja Sevim hanımı dahil edemedik. Ama o hatırlatmalarıyla
Mihri beye ve bize yardımcı olmaktan geri durmadı.
Kurtuluş Savaşı sonrasında babanız sizi Edirne'de
"Alliance İsrailite"e, yani Yahudi okuluna
gönderiyor...
Babam Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin,
yani Kuvayı Milliye'nin genel sekreteriydi. Başkan da, daha sonra
Edirne mebusu olacak Deli Şeref'ti. (Son Osmanlı Meclisi'nde Misakı
Milli'yi okuyup kabul ettiren kişi.) Babam kurtuluştan sonra
Çatalca mebusu oldu. 28 yaşındaydı. Yaşını büyüterek seçilmişti.
Deli Şeref ünlü heykeltıraş İlhan Koman'ın dedesi.
İlhan Koman'la ilişkiniz nasıldı?
İlhan benden küçüktü. Bize çok yakın oturuyorlardı. Çocukken
dört-beş yaş fark önemli. Ama sonradan kafadar ve yakın dost olduk.
İsveç'te bir süre onun gemisinde kaldım. Sesi çok güzeldi,
lisedeyken kız muallim mektebine götürüp şarkı söyletirlerdi.
Kentin ileri gelenleri çocuklarını Yahudi okuluna mı
gönderiyorlardı?
Babam beni Yahudi okuluna gönderdikten sonra sosyete de çocuklarını
göndermeye başladı. Fransızca öğreten en iyi okuldu.
1940'ların sonlarında Turancılarla aynı cezaevinde yattınız...
Reha Oğuz Türkkan tahliye olduktan sonra, komünist olduğunuz halde
cezaevinde sizi ziyaret ediyor ve Amerika için tavsiye mektubu
istiyor. Verdiniz mi peki?
Verdim. Manhattan'da İrlandalı arkadaşlar vardı, onların adresini
verdim.
"Aybar çok çizgi değiştiriyordu"
Sovyetler'de cumhurbaşkanlığı yapmış Zeki Velidi Togan
da cezaevindeydi... Onun anılarını dinlediniz mi?
Dinlerdim. Togan Stalin'le birlikte çalışmıştı. Daha sonra Stalin
onunla çalışmış olmasından dolayı eleştirilmişti. O da "Adamımız
yoktu, ne yapalım" demişti.
Size göre faşist miydi? Turancılara faşist
diyorsunuz...
Değildi ama kendine göre Almancıydı.
Siz komünist olarak cezaevinde yatıyorsunuz ama
bakanlık, başbakanlık yapmış Celal Bayar size mesaj gönderiyor,
"Mücadelenizi takdir ediyoruz, iyi günler gelecektir..." diyor
mesajında.
Yeğeni Mihrizafer'le gönderdi. DP önce
soldan muhalefet yapacaktı. 1946'da Mehmet Ali Aybar'ı aday
yaptılar. Adnan Cemgil'e de adaylık teklif ettiler. Ancak o kabul
etmedi.
Mehmet Ali Aybar, Zeki Baştımar'a başvuruyor ve Abidin
Dino size geliyor. Fransa'ya gidecekler, sizden tavsiye mektubu
istiyorlar. Siz engel oluyorsunuz, verdirmiyorsunuz.
Neden?
O yalnız kendisi için değil, birlikte götüreceği iki aydın için de
tavsiye mektubu istiyordu. Onlara kefil olamazdık. Aybar çok çizgi
değiştiriyordu. 1951'de bağnaz Stalinciydi. Daha sonra 1917 Ekim
Devrimi'ni bile reddetti. Ben hiçbir zaman bağnaz Stalinci olmadım.
Çekoslovakya'da bir toplantıda her konuşan, "Stalin der ki..." diye
başlıyordu sözlerine ve arkasından bir alkış kopuyordu, herkes
ayağa kalkıp "Stalin... Stalin... Stalin..." diye bağırıyordu. Ben
de alkışladım ama bağırmadım.
Abidin Dino'ya da kefil olmadınız...
Abidin Dino'yla kolejde Türkçe dersinde aynı sınıftaydık. Hep el
resmi yapardı. Desenleri güzeldir ama tabloları o kadar iyi
değildir. Benim ressamlığım da var biliyorsunuz.
"Nâzım dozu kaçırmıştı"
Bir de Can Yücel'in sizin önünüzde ve sonra da Sevim
Belli'nin önünde diz çökmesi var...
"TİP nereye gidiyor?" diye bir yazı yazdım. Can "Ben, bunu TİP
kongresinde kalın sesimle öyle bir okurum ki, çok etkili olur"
dedi. Böylece ayrıldık. Ancak, kongrede hava çok farklı esince
okumadı. Tiyatrocular çevresiyle sıkı fıkıydı. Onların etkisiyle
bizden uzaklaştı. Aradan yıllar geçti, Dev-Genç'in şahlanış
yıllarına geldik. Bir gece yarısı saat 01.00'e doğru Patriot Hayati
ve Mehmet Kemal'le evimize geldi. Ona karşı yüzünü asan Sevim'in
önüne gitti ve diz çökerek, "Harcama beni Sevim" dedi. (Burada söze
giren Sevim Belli, "Can Yücel'i severim ama zikzakları vardı. Bütün
şairler gibi heyecanlıydı" dedi.)
Ünlü İslam tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı'yla da
birlikte yattınız, o solcu muydu?
Biraz solculuğu
vardı. Eski kültürü savunuyordu ama çelişki içindeydi. Divan
edebiyatını tümüyle reddediyordu. Bizim İlerici Gençler Birliği'nin
kuruluş bildirisini okumaktan getirmişlerdi. Benim için "Mürşidim"
derdi. Beraat etti. Hasan Âli Yücel bakandı, önce onu iyice
azarladı, sonra eski işine aldı.
Nâzım Hikmet'in Moskova'ya kaçtıktan sonra yaptığı
konuşma sizi büyük hayal kırıklığına uğratmış...
Benim çok samimi bir arkadaşım vardı: Rıfkı. Sonra general oldu.
Rıfkı, Nâzım'ın şiirlerini okurdu. Moskova'ya kaçtıktan sonra,
Bizim Radyo sürekli onun Stalin için söylediği, "Gözlerimin nuru
odur", "Babamız Stalin" sözlerini yayınlıyordu. Rıfkı bunları
duyunca küfretti. Nâzım, Rıfkı gibi birinin küfredeceği bir konuşma
yapmamalıydı. Stalin'i putlaştırmada dozu kaçırmıştı.
Ama siz de Stalin'den daha çok Troçki'den
hoşlanmıyorsunuz. Stalin'le solda "adama tapınmacılık" yerleşmedi
mi?
Tapar görünüyorlardı... Ben Yunanistan'da yaralandığımda Kremlin
hastanesinde yattım. Bir bakana arka, bana en büyük ön odayı
verdiler. Ön safta çarpışan insan daha itibarlıydı.
Sonuçta Troçki haklı çıkmadı mı, Sovyetler
yıkıldı...
Haklı çıkmadı. Troçki daha demokrat değildi, daha şiddetten
yanaydı.
"Biz silah kullanmadık"
Tek partili sistem yanlış mıydı?
Yanlıştı. Tek parti ancak bir dönem için gerekli. Örneğin Birinci
Meclis'te muhalefet devam etseydi, Mustafa Kemal cumhuriyeti
kuramazdı.
TKP, 1960'lar, 70'ler... 100 binlerce insan yürüyor 1
Mayıs'larda. Bu kadar destekten sonra nereye gitti bu
insanlar?
Gerileme var... Bir kısmı benim 90'ıncı yaşım için yapılan
kutlamadaydı.
"Salon sosyalistleri" diye siz de çok eleştirdiniz.
Şimdi gerçekten bir salona toplanacak kadar sosyalist
kaldı...
Bütün sosyalistler geldi mi ki oraya?
Solun silahlı mücadeleye geçmesi yanlış değil
miydi?
Değildi. Biz silah kullanmadık. Ama 20'ye yakın
gencimizi öldürdüler. Gençleri silahlı çatışmaya ittiler.
Sol bu oyuna gelmemeliydi.
Ne yapacaksın?
Kendini savunacaksın...
Olay savunmayla kalmadı ki! Bankalar soyuldu, başkonsolos
kaçırıldı...
Hata merkezi bir savunma sistemi kurmamaktı. Biz kalktık, her
fakülte kendisini savunsun dedik. Nereden silah bulacaklardı?
Mafyadan. Mafya kimin denetiminde? Polisin. Bu hatayla, bölünmek
için ortam hazırladık. 1969'da Yargıtay oybirliğiyle karar verdi,
"Milli Demokratik Devrim suç değildir" diye. Biz derhal partiyi
kuracaktık. Kurmadık, hataydı.
Mihri Belli anlatıyor
Mihri Belli'nin "İnsanlar Tanıdım" adlı anı kitabından...
TKP Genel Sekreteri Bilen'in yalancılığı
(İsmail Bilen, 1902 Rize'de doğdu, 1983'te Berlin'de öldü. 1922
yılında TKP'ye üye oldu. 1973-1983 yılları arasında partinin genel
sekreterliğini yaptı 1933'te Türkiye'den ayrıldı ve bir daha
dönmedi.)
İsmail çok yalan söylüyordu. Hayallere sığınmıştı. Mitomani
hastalığına tutulmuştu.
Bir gün kendisine, "İspanya İç Savaşı'na her ülkeden gönüllü
katıldı, ama bizden katılmadı, neden?" diye sormuştum.
"Yaramı deştin" dedi, "Tam 80 pırıl pırıl genç işçi, İstanbul'dan
yola çıktı. Onları ben uğurladım. Akdeniz açıklarında İngilizler
motoru batırdı."
Böyle bir olayı ilk kez duyuyordum. Türkiye'de kimse böyle bir
faciadan söz etmemişti. "Bizde şehitlere saygı ne gezer!" dedi.
İçim rahatladı. Reşat'a (merkez komite üyesi) sordum. "Öyle bir şey
yok, İsmail'in muhayyilesi geniştir" dedi. Şefik Hüsnü'ye de (TKP
Genel Sekreteri) sordum. O da, "İsmail kırk yalandır. Tek ayağının
üstünde kırk yalan söyler" dedi.
Söyleşi: Naki Özkan
Kaynak: www.milliyet.com.tr