Eski Bakan'dan Hizbullah itirafı!
Abone olHizbullah nasıl ortaya çıktı, kimler tarafından desteklendi, hangi MİT müsteşarı "PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar" dedi?
Türkiye, TCK 102. maddenin yürürlüğe girmesiyle serbest
kalan Hizbullah liderleri ve üyelerini tartışıyor.
Peki bir dönem Türkiye'nin en çok konuştuğu örgütlerden Hizbullah'ın serüveni ne? DHA'dan Serhat Alaattinoğlu'nun kalemiyle Hizbullah'ın öyküsü...
"Hizbullah kelimesi, "Allah'ın yolu, taraftarları, Allah'ın safında yer alanlar, Allah'ın partisi" gibi anlamlarını taşıyor, Hizb ve Allah kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor. Hizbullah, örgütsel anlamda Allah adına, İslam uğruna gruplaşma olarak da ifade ediliyor.
Hizbullah'ın amacı; Anayasal rejimi yıkarak Türkiye’de şer'i hükümlerle yönetilen İran benzeri bir İslam devleti kurmak. Örgüt, bu amaca ulaşmak için Tebliğ-Cemaat-Cihat safhalarından oluşan üç aşamalı bir stratejiyi benimsiyor.
Hizbullahi düşünceyi esas alan
örgütlenmelerde takip edilen stratejideki en belirgin özellik,
yeterli sayı ve imkan bulunduğunda cihat aşamasına geçilmesi ve
silahlı mücadeleye özel önem verilmesi.
HİZBULLAH'IN İLK
TOHUMLARI
Türkiye'nin terör olaylarından henüz kurtulduğu 1980'li yıllar.
Derneklerin, partilerin kapatıldığı bu dönemin şaşkınlığını atan ve
genellikle Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Ülkücülere karşı
İslami hareketin aksiyoner temsilcisi “Akıncılar” içinde faaliyet
gösteren kimi kökten-dinci gruplar, 1980 yılı ortalarında
Diyarbakır'da Vahdet Kitabevi'nde bir araya geldiler. ''Fikri
toplantılar''ın yapıldığı bu kitabevindeki tartışmalar, 12 Eylül
askeri müdahalesi ile önemli sarsıntılar geçiren sağcı-dinci
grupların yeniden toparlanması için bir başlangıç oldu.
Örgüt Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nin muhafazakâr yapısından da istifade etmek suretiyle bu
bölgede kendisini daha fazla hissettirdi. Bu çerçevede, kendilerini
yetiştiren Abdulvahap Ekinci, Ahmet Tufan, Fidan Güngör, Hüseyin
Velioğlu ve Veysi Kaykaç gibi şahıslardan oluşan grup 1980 yılı
başlarında "Vahdet Hareketi" adı altında bir birlik oluşturarak
tebliğ faaliyetlerine başladı.
NE SEN SOR NE BEN SÖYLEYEYİM!
Güneydoğu'da 1991'den itibaren faili
meçhul cinayetlere rastlanmaya başlandı. Diyarbakır'da, Mardin'de,
Silvan'da, Gercüş'te, Nusaybin'de birileri günün herhangi bir
saatinde sürekli tetiğe bastı. Enselerinden TAKAROV, MAKAROV ve
STEN marka tabancalarla kurşunlananlar da bölgelerinde solcu, aydın
ya da laik kişilerdi. Bu saldırılarda telaffuz edilen adres hep
aynıydı: Hizbullah.. Yada başka bir deyişle devletin Hizbullahı:
Hizbulkontra.
Bu kapsamda 1991-1995 arasında yapılan eylemler sonucu aralarında
PKK militan ve sempatizanı, imam, molla, HADEP-DEP yöneticisi ve
üyeleri, çeşitli basın mensupları ile Hizbullah taraftarları ve
vatandaşların olduğu 700'e yakın insan öldürüldü. Bu cinayetlerin
500 kadarı yasa dışı Hizbullah- İlim grubu tarafından, 200 kadarı
ise yasa dışı PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirildiği ileri
sürülüyor.
İlimcilerin Güneydoğu'da devletin gizli
güçleri tarafından her zaman korunduğu ve PKK’nın toplumsal
tabanını kesmek için kurulduğu söylendi. Emniyetin Menzilcileri
hedef alan operasyonlarına karşın İlim grubuna karşı bir müdahale
olmaması bu şüpheleri güçlendirdi.
Dönemin en etkili ismi olan JİTEM’in kurucularından Binbaşı Cem
Ersever bir söyleşisinde şunları söylüyordu:
"Hizbullah'ın tetikçileri itirafçılar; Hizbullah ile bağlantıda olan iki kişi Alaattin Kanat ile Adem Yakın'dı. Bunların bize hep söylediği şu olmuştur; 'Hizbullah PKK'nın düşmanıdır. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Güvenlik güçleri kesinlikle Hizbullah ile uğraşmasın, onun yolunu açsın'. Adamların dediği de oldu. Güvenlik kuvvetleri Hizbullah'ı koruyup güçlendirmişlerdi. Hizbullah'ın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır."
Devletin örgütü muhafaza edişinin resmi
ağızlara yansıması da Hizbullah’ın misyonunun belirtiyor gibi.
Dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Tümgeneral
Teoman Koman kendisine Hizbullah’ı soran gazetecilere şu cevabı
vermişti: "Hangi Hizbullah? Bir İran’daki Hizbullah vardır bir de
PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli
vatandaşlar."
İsmet Sezgin de bir gazetecinin "Hüseyin Velioğlu aranıyor mu?"
sorusuna "Ne sen sormuş ol, ne de ben duymuş olayım" şeklinde cevap
vermişti.