Dinler dünyaya huzur, esenlik ve barış getirmek için
inmişlerdi.
Olmadı, beceremedik. Sınıfta kaldık insanlık
olarak.
Karne notlarımızda milyonlarca ölümün kayıtları
mevcut.
Hristiyan Haçlılarının kayıtları...
Müslüman fetihlerinin kayıtları...
İsrail'in Filistin'deki kayıtları...
Hindistan-Pakistan ayrışmasına yol açan
Hindu-Müslüman kayıtları...
Arakan'da Budistlerin kayıtları...
ABD'nin Irak kayıtları...
İnsanlar, kendi dinlerinden olana duydukları
"eşdinsel" sevgilerini, farklı dinlerden olanlara
duydukları nefretle harmanlayıp ordular kurdular.
Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla
örülüdür derler.
Bu cehennem savaşlarına giden yollar
ise;
Daha çok "vaad edilmiş" toprak,
daha çok köle ve cariye, daha çok ganimet, daha çok petrol ile
örülü...
Dünyanın kadim sorunu, fakirlerin açlığı
değil, zenginlerin açlığı çünkü...
* * *
Dinler arası savaşlarla yetinmedik.
Aynı dinin içindeki farklı mezheplere mensup
insanlar da birbirlerini doğramaktan imtina etmedi.
Her mezhep sadece kendisini dinlerinin gerçek
temsilcisi, diğer mezhepleri ise "sapkın, din
dışı" görmekteydi.
Avrupa'nın yüzlerce yıl süren Hristiyanlık içi
mezhep savaşlarını hep söyleriz de, "barış" dini İslam'ın egemen
olduğu topraklarda da mezheplerin kendi aralarında "eşdinsel"
savaşlar yürüttüğünü hatırlamak istemeyiz.
Meşhur Sünni-Şia çatışmalarından bahsetmiyorum
sadece.
Yani, Peygamberin temiz cesedi soğumadan
girişilen halifelik mücadeleleri;
Hz. Ayşe'nin, Hz. Resul'un ayakkabılarını, elbisesini halka
göstererek: "Bunlar daha eskimedi ama sizler onun dinini
eskittiniz, yıprattınız" diyerek, İslam öncesi
iktidarlarını yeniden ele geçirmeye çabalayan Emevi
aristokratlarına karşı çıkışı;
Kerbelâ değil sadece...
Bugün aralarındaki farkların "falanca deniz
ürününü yemek caiz mi değil mi", ya da "abdest ne zaman bozulur"
gibi unsurlardan oluştuğunu bildiğimiz Hanefilik, Şafilik,
Malikilik ve Hanbelilik gibi sünniliğin alt mezhepleri dahi,
ortaçağda Bağdat sokaklarında kendi aralarında kanlı savaşlar
yürütmüşlerdi...
Hep dinlerin ve mezheplerin savaşlarından
bahsettik diye, ateistlerimiz de hemen kendilerine pay çıkarıp
sevinmesinler.
Bolşevik Rusya başta olmak üzere,
resmi dini ateizm olan komünist rejimlerin, inananlar
ve tapınakları üzerindeki kanlı baskılarını da
unutmadık.
Ve 20. yüzyılda dünyevi dinler sayılabilecek
olan "izm"lerin, Cemil Meriç'in ifadesiyle
"idraklerimize giydirilen deli gömleklerinin"
de...
Kısacası, dinlisi dinsizi fark
etmiyor.
İktidar gücünü elinde bulunduran din, mezhep
veya ideoloji, kendi kitabında barış, huzur, refah çağrısı yapsa
da; takipçileri kılıçtan, tüfekten, bombadan, füzeden eldivenler
giyip ötekileri katletmeye başlıyorlar...
* * *
Bu yazıyı, Suriye'de devam eden "eşdinsel" iç
savaşın, dimağımı taşıran son damla olması sebebiyle
yazdım.
Yazık. Gerçekten de yazık.
İslam topraklarının kan ve barut
kokması...
Camilerin, yani Allah'ın evlerinin dahi
bombalanması...
Oysa melekler bütün bu kanlı sonları tahmin
etmişlerdi aslında:
Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk
yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana
hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah
da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti. (Bakara 30.
âyet)
Ellerimizi açıp dua etmek vakti gelmedi mi?
"Rabbim, senin bildiğin, bizim ve hatta
meleklerin bilmediği şey neyse bildir artık; bildir ki son
bulsun bu dünyada dökülen kanlar!" diye...