Nusret Gökçe, sonra günlerin en çok konuşulan ismi. Tuzlama hareket ile başlayan "SaltBae" furyası, Bruno Mars'tan James Cordon'a hatta NBA takımlarına kadar herkesin dilinde. Dünyanın birçok yerinde duvar resimleri yapılıyor, ünlü tuzlama hareketini kullanan insanlar videolar çekiyor. En son Avustralya Açık Tenis Turnuvası'nda erkekler tenisinin 6 numarası Gael Monfils, maç sırasında bu meşhur hareketi yaparak, Nusret'in ününün nasıl önüne geçilemediğini gösterdi. Nusret Gökçe 6.sınıfta okulu terk eden ve kasap çırağı olarak iş hayatına atılan bir isim. Ete aşık olduğunu ve işini özenerek yaptığını söylüyor. Önce Türkiye'nin en iyisi, ardından Ortadoğu'nun en iyisi olduğunu ve gelecekte dünyanın en iyisi olacağını belirtiyor. Son günlerin fenomen insanı Nusret Gökçe kendisini, yaşam öyküsünü, gelecek planlarını Ayşe Arman'a anlattı. Nusret, bütün dünya seni konuşuyor. Ne diyorsun? - “Allah” diyorum, ne diyeyim... Nasıl açıklıyorsun bu durumu? - Valla, açıklayamıyorum. Instagram’a bir video koyuyorum, 7 milyon kişi izliyor. 2 milyon takipçiye ulaştım, düşün. Yolda yürüyemez oldum, herkes benimle selfie çektiriyor. Anneler, “Oğlum mutfağa giriyor, bonfile yapıyor, sizin gibi tuzluyor ve videosunu çekip YouTube’a yüklüyor” diyor. Dünyanın en çok izlenen talk show’larında benden bahsediliyor. Davet aldın mı? - Almaz mıyım? Hepsinden! Dil sorunum olmasa, çıkacağım. Reklam teklifleri yağıyor. Avustralya’da duvar resimlerim yapılıyor. Tamam, benim de hedeflerim vardı. İlk işe başladığımda, “Türkiye’nin en iyisi olmaya çalışacağım!” diyordum. Dubai’yi açtıktan sonra, “Ortadoğu’nun en iyisi!” dedim. Ama bu kadarını ben bile hayal edememiştim! Yeni hedeflerin? - Avrupa’nın hatta dünyanın en iyisi olmak diye bir durum var artık! Bir buçuk aya kadar Doha’da, sonra sırasıyla Londra ve New York’ta restoran açacağız. Çalışmaya devam. Çünkü benim asıl işim şov değil, et. Ette iyi olduğum için bütün bunlar oluyor. Fakat sadece işimi iyi yapmam da yeterli değil. Artık öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yaptığın işin bir hikâyesi olması gerekiyor. O hikâyeyi satman gerekiyor, insanları büyülemen, ilgilerini çekmen gerekiyor. Hepimizin kendimizden bir marka yaratmamız gerekiyor. Yoksa kimseye ekmek yok! İnanılmaz bir rekabet var, sıyrılmanın yolunu bulacaksın. Sosyolog gibi konuştun... - (Gülüyor) Yok yahu! Ne sosyoloğu? İlkokul mezunu adamım ben. Eğitimim yok. Ama her şeyi çabuk öğrenen bir adamım. Zaman içinde de kendimi geliştirdim. Hâlâ uğraşıyorum. Ama nereden geldiğimi de hiç unutmuyorum. İnsanlar bazen unutuyor olabilir mi? - Olabilir. Sinir oluyorlar bana. Görgüsüz buluyorlar. İyi de kardeşim, ben bir maden işçisinin oğluyum. Annem-babam okuma-yazma bilmiyor. Maddi yetersizliklerden dolayı ben de okuyamamışım. Altıncı sınıf terk. Ama demek ki bir şeyler de varmış ki bende, su satarak, ayakkabı boyayarak iş hayatına atılmışım, 14 yaşında kasaba girmişim. Çırak olarak. Et benim tutkum oldu. Hakkımda atıp tutanların, bir ömür çalışamayacağı kadar çalıştım ben! Hâlâ çalışıyorum. Çalışmadan bir halt olmuyor. 34 yaşındayım, 20 yılda buralara geldim... Hiç de fena değil! Kim ne derse desin, seninki bir başarı öyküsü. Peki sence, neden sosyal medyada bir mesajın milyonlarca paylaşılıyor? Neden milyonlarca insan seni takip ediyor? - Çünkü yapılmamış bir şeyler gösteriyorum. Orada, etle birtakım numaralar çeken bir adam görüyorlar. Ama el becerilerimi filan da görüyorlar. Bir de role giriyorum, karizmatik havalar basıyorum, kendimle dalga geçiyorum. E, hoşlarına gidiyor. Fark yaratıyorum yani. Millet, zaten oyalanacak bir şey arıyor, “Dur bakayım Nusret ne paylaşmış, biraz gülelim!” diyor. Seninle dalga geçilmesi, ti’ye alınman canını sıkmıyor mu? - Yok canım. Ben de kendimi ti’ye alıyorum. Ne var bunda? Dünyadaki pek çok insan da kendisiyle dalga geçiyor. Bizim ülkemiz kasıntı dolu. Sosyal medyanın bu kadar ciddiye alınacak bir tarafı yok. Bir sosyal medya ekibin mi var? O videoları kim çekiyor? - (Gülüyor) O anda bizim garsonlardan hangisi boştaysa, o çekiyor. Fikri buluyorum, birinin eline telefonu veriyorum, çekiyor. Benim menajerim yok, PR’ımı yapan yok, akıl danıştığım biri yok, her bi haltı kendim yapıyorum. Bu geldiğin noktayı nasıl değerlendiriyorsun? - “Nusret” deyince, “Türkiye” diyorlar. Bu hoşuma gidiyor. Bir Türk kasabı olarak, sunduğum etle, bir dünya markası olmak istiyorum. Eskiden insanlar, “Ben kasabım!” demeye utanırlardı. Şimdi herkes kasap olmak istiyor. Bu da hoşuma gidiyor. Ben garsonlarıma diyorum ki, “Sizden ilk beklentim, işinizi iyi yapmanız, çok iyi yapmanız! Bu, olmazsa olmaz! Ama sonra şu: Sıradan olmayın. Hepiniz, birbirinizden farklı olun. Kendinizden karakterler yaratın. Tertemiz olun ama isterseniz saçınızı uzatın, küpe takın, ilginç bıyık bırakın. Bir tarzınız olsun!” Bizim ekip böyle... Aslında sektöre büyük bir faydan var... - Sadece sektöre değil, bence turizme de var. İnsanlar İstanbul’a geldiğinde, uçaktan inip daha bagajlarını otele bırakmadan Nusret’e geliyorlar. Böyle söyleyince de, “Amma ukala adam, kendini övüyor!” diyorlar. Ukalalık ya da kibir değil, gerçeği söylüyorum. Dubai’ye açtık mesela, Araplar ölse ayakta beklemez. Bir ay sonraya rezervasyon vereceksin, “Tamam” diyecekler. Demezler! Ama burada da böyle bir durumumuz var. Rezervasyon yaptırmalarına rağmen gelip, bir saat de bekliyorlar. Ama biliyorlar ki değecek. 13-14 yaşında yola çıkarken neyine güvendin abi! - Ben iş şişirmem abla! Bu işe başladığımda, temizliği bile farklı yapıyordum. Yerleri bile başka türlü süpürür, silerdim... Peki kendine koyduğun hedef neydi? Zengin olmak mı, ünlü olmak mı? Tüm dünyanın tanıdığı bir adam olmak mı? - Yok ya, ilk hedefim, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak ve müşteriye de bunu yansıtmaktı. Günaydın’da çalışırken, “Ben dünya markası olacağım!” diye bir hedefim yoktu. Ferit Şahenk’e kadar dünya markası hayallerin yoktu yani... - Evet. Günaydın’a girdikten 7-8 sene sonra kardeşlerimle beraber bir şeyler yapmak istemiştik. Elimizde bir değerimiz vardı ama sermayemiz olmadığı için beceremedik. Ama 2010’da Nusret’i kurduktan sonra, “İstanbul’un en iyisi olmak!” diye bir hedefim vardı. Sonra zaten Ferit Abi’yle yollarımız kesişti ve gerisi geldi... Bu işte başarının olmazsa olmazları neler? - İnsan ilişkileri. Duygusal zekân gelişmiş olacak, empati yapabileceksin. Müşterine özel hissettireceksin. Müşteri olarak sen bir yere gittiğinde kendini özel hissetmek istemiyor musun? İstiyorsun. Sana isminle hitap edilmesini istiyorsun. Neyi nasıl sevdiğini bilmelerini istiyorsun... Her seferinde yeniden tekrar anlatmak istemiyorsun, sana evine gelmiş gibi davranılsın istiyorsun... Sen de bunların hepsini yapıyor musun? - Tabii. Ne yer, ne içer, ne sever ya da nasıl pişmiş sever bunların hepsini bir şekilde aklımda tutuyorum ki, geldiğinde, “Ahmet Bey, hoş geldiniz!” dediğim zaman, misafirlerinin yanında onore olsun... Dikkat ettim, otelde herkese “Merhaba” diyorsun. Bütün çalışanlar seni seviyor. Kimi görsen sohbet ediyorsun, kapıdaki adamdan bell boy çocuğu kadar... - Bunu taktik olarak değil, içimden geldiği için yapıyorum. Karakterim bu. Ama bunun işime çok faydası var. İnsan seven bir adamım ben... Niye bu kadar çok yerde restoran açıyorsunuz? - Çünkü bir nokta geliyor, sen, istemesen de büyüyorsun. Diyorum ya, Türkiye’nin dünyada markalaşmış restoranı olmak istiyorum. Nasıl dünyanın her yerinde İtalyan restoranları var. Şahane bir Türk mutfağımız olmasına rağmen, markalaşmış bir restoranımız yok. Ben onu yapmak istiyorum işte. Seni marka yapacak, büyütecek, önünü açacak yerler de belli. İstanbul’da oldu, Dubai’de oldu, şimdi sırada Londra ve New York var... Peki sen ballı mısın? Şansın yardım ettiğini de düşünüyor musun? - Şans var tabii ki. Şansa inanıyorum. Ama insanlar, kendi şansını kendisi yaratır. Sen burada otururken, havadan, “Şanslıyım!” diyebilir misin? Başarılı olma şansın var mı? Oturarak başarıya ulaşan tek varlık tavuk! Ben sabah 7’de başlıyorum hayata. Bir saat sporum var, kendime ayırdığım vakit. Gerisi tamamen iş, gece saat 1’de hâlâ restoranda görürsün beni... Sen aslında et seçiyorsun, kesiyorsun, pişiriyorsun, servis ediyorsun, masa masa dolaşıyorsun, şov yapıyorsun, sosyal medyada paylaşıyorsun, kendi restoranının bir de tanıtımını yapıyorsun... - Aynen öyle! Bu bir iş değil artık, benim hayatım. Benim başka hayatım da yok. A’dan Z’ye her şeyiyle ilgileniyorum. Şu ana kadar açmış olduğumuz restoranların hiçbirinde ne PR, ne tanıtım, ne de açılış yaptık. Sadece 2010’da yeni yere taşındığımızda küçük parti tarzında bir şey yapmıştık. Onun dışında her şeyi kendim yapıyorum. Ferit Şahenk’le ortak olmasaydın bu kadar hızlı ve çabuk büyüyebilir miydin? - Benim bu hayatta üç tane şansım oldu. Ama ben de çok iyi değerlendirdim. Birincisi, Cüneyt Asan. Benim ustam. Onun yanında yetişmemiş olsaydım, bugün burada olamazdım. Kendisine çok teşekkür ederim. İkincisi şansım, Mithat Erdem. İyi ki ortak olmuşuz. Beraber bir yola çıkmışız. Birbirimizi tamamlamışız. Üçüncüsü de Ferit Şahenk. Bana güvendi ve destek oldu. Bugünlere geldik... VENÜS PASTANESİNİ SATIN ALDIM Etiler Nispetiye’deki Venüs Pastanesi’ni satın almışsın. Yeni yatırımın mı? - Evet. 40-50 yıllık bir gelenek Venüs, kendine has bir kültürü var. Hep sevdiğim bir yerdi... Ne yapmayı düşünüyorsun? - Bir kere lokasyon şahane, güzel bir buluşma noktası. Kafamdaki, pastane olarak kalması. Ama İtalya ve Fransa’daki örnekleri gibi, tarzı olan özel bir yere dönüştürmek istiyorum. Sabah kahvaltısı da yapabileceksin, akşam 5 çayı da içebileceksin ama şampanya da. Belki geceleri caz çalacak. Puronu, şarabını içebileceksin. TÜRKİYE’NİN DÜNYA MARKASI OLMASINI İSTİYORUM Sadece sosyal medya fenomenliği beni kesmez! Ben Türkiye’nin bir dünya markası olmak istiyorum. İstanbul’da başardım, Dubai’de başardım, sırada Londra ve New York var... Senin icat ettiğin, imzan haline gelen et türleri neler? - Birincisi spagetti, ikincisi lokum, üçüncüsü kafes, dördüncüsü Nusret spesiyal. Beşincisi ise Asado. Bunlar benim pişirme tekniklerimle, benim koymuş olduğum isimler. Taklit ediyorlar mı seni? - Etmeye çalışan arkadaşlar var tabii. Olabilir, bir yerden ilham alacaklar. Sen ete ne yenilik getirdin? - İnsanların yeme kültürünü ve ete olan bakışını değiştirdim. Hayatımızda et her zaman vardı. Ama eskiden eti dinlendirerek bu şekilde yemezdik. Yani içi pembe ve sulu çok fazla isteyen ya da yiyen yoktu. Yapmış olduğumuz sunumlarla, pişirme şeklimizle, servisimizle yeme kültürünü değiştirdik. Seninle alay ediliyor gibi hissettiğin oluyor mu? - Yaptıklarımı tabii ki değerlendirenler olacak. Canları sağ olsun. Demek istiyorum ki, tamam ana haberlerde ya da dünya çapındaki talk show’larda senden söz edildi ama “Alay ediyor bunlar benimle!” diye komplekse kapıldın mı? - Hayır, hiç. Ben kendimden bu kadar söz ettirmeyi başarı olarak kabul ediyorum. Ama herkes benim gibi düşünmek zorunda değil. Hiç takılmıyorum hep devam ediyorum. Öbür türlü, “O ne dedi?”, “Bu ne dedi?”yle uğraşırsam yanmışım. Seni kibirli, küstah, kendini beğenmiş bulanlar var, ne diyeceksin? - Valla ne diyeyim? Ne desem kendimi savunmuş olacağım. İnsanlar ya gördükleri fotoğraflarla, izledikleri videolarla ya da bir şekilde kulaktan dolma şeylerle beni değerlendiriyorlar. Olabilir, onların tasarrufu. Ama beni tanıdıktan sonra düşünceleri değişiyor. Instagram’a koyduğun videolar inanılır gibi değil. “Bu adam çok yaratıcı!” diyen de var, feci gıcık olan da... - Normali de bu zaten. Herkes bizi sevmez. Nefret edenler de olacak. Olmalı da. Herkes seviyorsa, bir sorun var, bir yalan var. Sosyal medyanın, insanların hayatlarının bir parçası olduğunu gördüm. Bir arkadaşımdan rica ettim, açtı. Önce ünlülerle yan yana fotoğraf koyuyordum, kesmedi beni. Farklı bir şey yapmak istedim. “O dedi ki...”lere başladım. İlgi görünce geliştirdim. Ben de eğleniyorum, bunu da iş gibi görmüyorum... Dubai zor değil mi? - Dubai, yiyecek-içecek sektörü için dünyanın en zor pazarlarından biri. Çok büyük dünya markaları var. Dahası, Michelin yıldızlı restoranlar var. Sen peki nasıl iletişim kuruyorsun? Çok iyi İngilizce de konuşamıyorsun, nasıl sağladın bu ilişkileri? - Ben eti konuşturuyorum! Çünkü sıcakkanlıyım, insanlar beni kibirli zannediyorlar ya, tam tersine alçakgönüllüyüm, “Brother” (Kardeşim) diye sarılıyorlar bana. Dubai’de etin kurallarını değiştirdiğin doğru mu? - Doğru. Biz etimizi İstanbul’dan getiriyoruz. Domatesimizi, sebzemizi ve diğer her şeyimizi. Dubai Emiri Şeyh Muhammed de müşterilerin arasında, öyle mi? - Evet. Sağ olsun bizi çok seviyor, sık sık geliyor. Gittiği restoranların hepsinde 15-20 dakika oturur en fazla. Ama bize geldiğinde bir buçuk-iki saat kaldığı oluyor. Oğlu da geliyor mu? - O da geliyor. Ailesinin hepsi geldi. Abu Dabi’nin şeyhi de aynı şekilde. Hatta sarayına servis yapmışlığımız da var Restoranlarındaki ekipleri sen mi kuruyorsun? - Evet. Garsonundan komisine, kasiyerinden barmenine kadar tek tek hepsini ben. Hepsi en az benim kadar çalışkan. İyi maaş alıyorlar, jakuzili villada yaşıyorlar. Ama onların da bütün hayatı iş. Başka türlü olamaz. Çalışma arkadaşlarında en çok neye dikkat ediyorsun? - Başta işi çok iyi bilmeyebilirler. Bunun önemi yok, yeter ki heyecan duysunlar. İnsan yetiştiriyor musun? Yoksa bildiklerini sır olarak mı saklıyorsun? - Bir tane Nusret var ama 8-10 tane restoranımız var. Her yere yetişme şansım yok. Sağlam, bilgili, güçlü arkadaşlarımız olursa benim işim hafifler, daha başarılı oluruz. Tabii ki öğretiyorum. Neden hâlâ masa masa dolaşıyorsun? - Çünkü biliyorum ki bu işte, “Ben yaptım oldu” diye bir şey yok. Hizmet sektörü başka şeye benzemez. 364 gün çok güzel yemek çıkarırsın, çok güzel servis yaparsın. Bir gün moralin bozuktur, bir şey olmuştur, insanlar sana der ki, “Nusret hiç beğenmedim. Sen bozmuşsun!” 364 günün hepsi çöpe gider o bir gün yüzünden. Paylaşımlarını çok itici bulanlar var. Kadınları aşağıladığını düşünüyorlar. Eti tokatlamalar filan hoşlarına gitmiyor. Ne diyeceksin? - Herkesin hoşuna gidecek şeyler yapma şansım yok. Başarımızı alkışlayan da var, bizi yerin dibine batıran da. Herkes kabulümüz. Bu seni rahatsız etmiyor yani... - O videolar bir tür espri. Eti rencide etmek için yaptığım bir şey değil. İçimden geldiği gibi davranıyorum. “Karşı taraf ne diyecek?” diye düşünmüyorum. Kadınları aşağıladığını söyleyenlere cevabın ne? - Olur mu öyle şey! Kadınlar başımızın tacı. O videolarla, etin erotizmini yaptığını da söylüyorlar. Buna ne diyeceksin? - Ben ete olan sevgimi gösteriyorum. Erotizm demeyelim de, ete olan aşkım, işime olan sevgim, heyecanım... Kesiyorum, pişiriyorum. Hatta sarılıyorum. “Tommy Hilfiger’dan bir tişört bile alamadığım günler çok uzakta değil. Şimdi ise sahibiyle yan yana fotoğraf çektirebiliyorum. Çok şükür” diyen bir paylaşımını gördüm. - Evet, doğru. Bir zamanlar kapısının önünden geçemezken, bir tişörtünü bile alamazken şimdi sahibiyle arkadaşız. Beni takdir ediyor, yemeklerimi beğeniyor. Ben mutlu olmayayım kim olsun? Pahalıya mı satıyorsun eti sen? Neden sürekli şikâyet ediyorlar “Çok pahalı!” diye? - Aslında pahalıya satmıyoruz. 100 liraya da çıkabilirsin, 5 bin liraya da. Bu, yediklerinle içtiklerinle alakalı. O tuzlama hareketi nasıl çıktı? - Kendiliğinden oldu aslında. Gerçek bir hareket o, hava olsun diye yapılmış bir şey değil. Bir imza. Benim imzam. Tablo yapıyorsun, tabloya son dokunuş gibi düşün. Ete de son dokunuş, eti kutsuyorum. Seni kadınsı bulanlar da var. Saçıyla başıyla, kıyafetiyle fazla ilgili, fazla bakımlı diyenler... - Ben temiz bir adamım, üstüme başıma da özen gösteririm, çünkü hizmet sektöründe çalışıyorum, müşterime saygımdan. Kimsenin bakış açısını değiştirme gibi bir şansım olmadığımı öğrendim. Ne istiyorlarsa düşünmekte serbestler. Johnny Depp’ten ilham alıyor musun? - Yok, ben Al Pacino ve Marlon Brando’cuyum. İkisinin de hastasıyım.