Erken seçim kaçınılmaz
Abone olBrezilya-Türkiye borsa grafiklerini Türkiye'den kaçışı gösteriyor. Pekala 'erken seçim' neden kaçınılmaz?
Brezilya-Türkiye borsa grafiklerini Türkiye'den kaçışı
gösteriyor. Pekala 'erken seçim' neden kaçınılmaz? İşte yanıtı:
Yazar: Yiğit
Bulut
Kaynak: Referans
---------
Erken seçim olmadan Türkiye bu sıkışmadan
çıkamaz
Konunun detayına geçmeden sizlerden
ricam aşağıda üst süte koyduğum Brezilya-Türkiye borsa grafiklerine
bakmanız ve özellikle mart sonrası dönemde başlayan “Türkiye’den
uzak kalma” dinamiğinin sebeplerini sorgulamanız.
Gerçekten ne oldu da, mart sonrası gelişmekte olan piyasalara giriş
devam ederken, Türkiye’ye olan ilgi bir anda azaldı?
Ne olduğunu grafik sonrası hep birlikte sorgulayalım.
Grafik: Mart sonrası Türkiye’ye giriş kesilip borsa endeksi tepe
noktalarından sert satışlar görürken, Brezilya Borsası 39,300
direnç bölgesini geçerek 40,000 ve 41,000 dirençlerini test
etti.
Değerli yatırımcılar, yukarıdaki grafik özellikle gelişmekte olan
piyasalar liginde “Türkiye ile ilgili içeriden kaynaklanan
risklerin algılandığını-algılanmaya başladığını” net olarak
gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sorunlu
Bu noktada
“Türkiye’ye yeni giriş olur mu?” diyenlere son 40 aylık dinamiği
göstermek ve sormak istiyorum: Siz, 2002’nin 10. ayından başlayan
yapı içinde Türkiye’ye pozisyon alsaydınız ve denklemlerin tepe
noktalarını test ettiği bir ortamda ciddi kârlar elde etmiş
olsaydınız, bugün kendinize hangi soruyu sorardınız?
Evet, hangi soruyu sorardınız?
Ben kendi
görüşümü aktarayım: Türkiye’de 12 ay içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi
var. Tarihte Cumhurbaşkanlığı seçimleri her zaman sorun olmuş ve
bugün iktidarda olan parti 48-50 milyon seçmenin sadece yüzde 20
oyunu almış. “Varolan siyasi iktidarın rejim ile çatışmasının da
olduğunun algılandığı bir ortamda, varolan denklem içinde sorunsuz
bir şekilde bir Cumhurbaşkanı çıkabilir mi? Çıkamaz ise, 38-40
aydır taşıdığım pozisyonlarımı nerede ve nasıl realize
etmeliyim?
Sonuçlar:
1- AKP hükümeti 2002 kasım dönemindeki toplam seçmenin yüzde
25'inin oyundan daha azını aldı. Bugünkü sayıda bu oran yüzde 20
civarında. Seçimde çıkan sonuç katılımın yüzde 35 civarında bir
yansımasıydı. Her dört seçmenden üçü AKP'ye oy vermedi. Partiyi
iktidara taşıyan verilen oy değil, bir kısım seçmenin sandığa
gelmemesi ve diğer yüzde 75'in aynı partilere oy verememesiydi.
AKP, iktidara geldiği ilk günden itibaren bu gerçeği görmedi,
görmek istemedi.
2- Her "dört seçmenden yalnıza birinin" oy verdiği bir parti
Türkiye hakkında radikal değişikliklere imza atarsa, çok büyük
sıkıntılar yaşanabilir. Örnek; Kıbrıs Rumlarını "Kıbrıs" olarak
tescil eden imzayı atarsa kamuoyunun ikna olmadığı bu adıma
içeriden çok sert gelebileceği için imzayı TBMM’den geçiremez.
Cumhurbaşkanı, YÖK, yargı ve TSK ile ilgili yapılan veya yapılmak
istenen düzenlemeler yüzde 20-25 destek ile maya tutmayacağı gibi
toplumda kalıcı ve daha büyük tepkileri tetikleyici etkiler
yapabilir. Bu noktada Başbakan şöyle diyebilir: "Hükümetin
arkasında tam destek var, isterseniz türban konusunda referanduma
gidelim." Kabul, gidelim ama aynı referandumda "Kıbrıs ile ilgili
imzayı ve bölücü başının idam cezasının infazını" da halka
soralım.
3- Son 25 yıla baktığımızda hükümetleri eskiten ana başlıkları,
ekonomik bozulmalar ve terör olarak tespit edebiliriz. "Yüzde
25'lik varolan hükümet" iktidara geldiğinden bugüne kendini "sıcak
para"nın kollarına bırakarak "görünen finansal dalgalanmayı sıcak
para plase edenlere aşırı kazançlar sağlayarak" azaltmasına rağmen
halkın ana gündemi olan işsizlik konusunda ülkeyi devraldığı
noktadan daha geri götürdü. Son olarak gazetelere yansıyan haber;
dünya Bankası, IMF ve BM gibi kurumlar Türkiye'yi sıcak para ve
işsizlik konusunda son kez uyarıyorlar.
4- Teröre gelince. Son yıllarda yok denecek kadar azalan bölücü
terör yeniden her gün dört-beş şehit alır duruma gelirken,
Türkiye'nin de sınırları tartışılmaya başlandı. Bu durum hükümetin
terörü yaratan ve destekleyen kaynaklara verdiği mesajlardaki
yanlışlıktan ve alınan tavırdan kaynaklanırken, Türk insanı
Cumhuriyet tarihinde ilk defa ülkenin bölünmesinden korkar hale
geldi.
5- Ekonomi alanında özellikle yabancı sermaye konusunda adımlar
atılırken, kamuoyunun bu konuda ikna olduğunu söylemek çok zor.
Fikri bölünmüşlük hükümetin kendi bakanlarında bile mevcut.
Özelleştirmede kullanılan yöntemler kamuoyunu ikna etmiş değil.
6- Ekonomik göstergeler, “son 38-40 ayda pozisyon alanların
gidebilecekleri" realizasyon sonrası, sistemin doyum noktasına
erişebileceğini ve dolayısıyla finansal dalgalanma boyunun
büyüyebileceği gibi işsizlik sorununun daha da artabileceğini
gösteriyor. Böyle bir ortamda hükümetin attığı her adım özellikle
YÖK, Yargı, Cumhurbaşkanı ile ilgili düzenlemeler, Anaysa
Mahkemesinin çatısının değiştirilmesi gibi girişimler içeride daha
sert tepki yaratabilir.
Son söz: Şimdi siz kendinizi Türkiye’den son 38-40 ayda daha
doğrusu AKP iktidarı döneminde servet kazanmış yabancıların yerine
koyun ve şu soruya bir kez daha cevap arayın. Türkiye’de 12 ay
içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi var ve yerleşik kurumlar ile kavga
eden hükümet yeni seçmen sayısına göre yüzde 20’lik oy oranı ile
“Cumhurbaşkanı da benden olacak” diye diretirse sorun çıkar mı?
Yorum: Yukarıdaki tespitlerimin hiçbiri siyasi otoriteyi
"eleştirmek" için kaleme alınmadı. Bakış açısı, Türkiye'nin önünü
açmak. Bir gerçek var ve günden güne büyüyor. Sıcak para tepe
noktasına hala çok yakın, dış siyasette sıkıştık, terör hortladı ve
en önemlisi hükümet kendi görüşleri doğrultusunda "Türkiye'nin
kurumlarında" radikal değişiklikler yapmak istiyor. (Kendi bildiği
değişiklikleri TC'nin ana yapısını bozmadan yapmak hakkıdır ama bu
yüzde 20-25 oy ile olunca sıkıntı başlar) Bu gelişmeler bir
sıkışmanın ve sonrasında oluşabilecek bir kaosun gerekli ön
şartları. Bu noktada en doğru acilen seçime gitmek ve içeride
biriken, birikecek olan gerilimi boşaltmak. Bizden söylemesi,
tercih yine onların!