Erinç:'Basın Konseyi'ni tanımıyoruz'
Abone olTürkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, Nuriye Akman'a gündeme bomba gibi düşecek açıklamalar yaptı. Erinç, Basın Konseyi hakkında ilginç konuştu...
Nuriye Akman'ın bu sefer ki röportajı Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı Orhan Eriç'le yaptı. Orhan Erinç, Akman'la yaptığı
röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Erinç'in söylediklerinden
en ilginci Basın Konseyi ile ilgili söyledikleri. İşte, Akman'ın
Erinç'le yaptığı röportaj....
Basın Konseyi, genel kurulumuzun tanımadığı bir örgüt,
işbirliği yapmamız mümkün değil
Orhan Erinç, 30 yıldır Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni bir şekilde
yönetiyor. Ya birinci başkan, ya ikinci başkan, ya genel sekreter
ya yönetim kurulu üyesi olarak...
Bir dönem Türkiye Gazeteciler Sendikası genel başkanlığı da yaptı.
“Size dinozor denilebilir mi?” sorusuna “Hem cemiyet yöneticisi
kıdemi açısından hem de şubat ayında girdiğim 49’uncu Babıali yılı
açısından denilebilir tabii. Yeni durumlara, gelen gençlerin katkı
ve eleştirilerine açık olduğunuz zaman, bunun bir dezavantaj
olduğunu sanmıyorum. Tabii kıdemlendikçe biraz daha teenniyle
hareket etme durumu ortaya çıkıyor.” diye cevap verdi. Osmanlıca
sözlük, teenni için, “yavaş davranma, gecikme” açıklamasını
veriyor. Bu, basın meslek örgütlerinin TCK’nın dehşetini anlamakta
geç kaldığı yolundaki eleştirileri haklı çıkarır mı, çıkarmaz mı
noktasına saplanmadım. Nasılsa yasa ertelendi. Cemiyet, itiraz ve
önerilerini Adalet Bakanlığı’na iki kez iletti. Erinç, geçen
cumartesi Cemil Çiçek’in davetine icabet etti. Bakanla ve kanunlar
kararlar genel müdürüyle görüştü. Bürokratlar, bilim adamları ve
meslek örgütü temsilcilerinin katılımıyla bir çalışma grubu
oluşturulması kararlaştırıldı. Yakında toplanacak olan komisyonun
yeni yasayı mayıs ayında Meclis’e sunması bekleniyor. Erinç, eğer
sabahtan başlayan bir toplantı olursa sorunun bir günde
çözülebileceğine inanıyor.
Cemil Çiçek, son ziyaretinizde size “Diğer meslek
kuruluşlarıyla birlikte gelin ve sorunun üzerine birlikte gidelim.”
demiş. Siz de “Ben diğer başkanlarla bir arada görünmek
istemiyorum.” diyerek onu kızdırmışsınız. Bu, tek başına olma
isteği neden?
Diğer meslek kuruluşlarıyla bir arada görünmemek gibi bir ilkemiz
yok. Aksine, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Ankara’daki Gazeteciler
Cemiyeti, Ankara’daki Çağdaş Gazeteciler Derneği, İzmir’deki İzmir
Gazeteciler Cemiyeti, iller, ilçeler bazında kurulmuş olan meslek
örgütleriyle her zaman birlikteyiz.
Çiçek ile aranızda böyle bir diyalog geçmedi mi
yani?
Hayır. Davetli olarak oraya gittiğimde tek ben vardım. Kimlerin
çağrılı olduğunu da bilmiyorum. Benim insan olarak, gazeteci
olarak, örgüt olarak, Adalet Bakanlığı’na şart koşmak gibi bir
saygısızlık yapmam mümkün değil.
Siz doğruysanız bu haberler uydurma oluyor.
Uydurma demeyeyim. Ama bunlar yorum. Güya Başbakan’a da demişiz ki,
işte biz tek geliriz. Oysa biz Başbakan’la 24 Mayıs 2004’te
konuştuk. O tarihten bu yana da kendisinden bir randevu talebimiz
olmadı. Çünkü Başbakan’la konuşmam bir nezaket ziyaretidir. Sorunun
çözüm yeri ilgili bakanlıktır. O nedenle böyle bir tutumumuz hiç
olmadı. İşte aksine çeşitli yıldönümlerinde falan gidiyoruz. Diğer
basın kuruluşları da oraya geliyorlar. Hepsiyle görüşüyoruz. Tabii
bu haberlerin yorumunu yapmak bana düşmez.
Size yönelik arka arkaya bu tür haberler çıktığına göre
bunun yorumu size düşer.
Bunları yazan arkadaşların işyerindeki yahut çevrelerindeki
ilişkileriyle ilgili bir değerlendirme yapmak lazım. Ben ona
girmeyeyim.
Biraz evvel, meslek kuruluşlarını sayarken, neden Basın
Konseyi’ni zikretmediniz?
Ben Basın Konseyi’nin kurucularından biriyim. Biz cemiyet
yöneticileri olarak genel kurul kararları ve tüzüğümüzle bağlıyız.
Genel kurulumuz o dönemde Cemiyet’in Basın Konseyi’ni tanımasına
karşı çıktı.
Bu yüzden mi hiç işbirliği yapıp ortak bir proje
gerçekleştirmediniz?
Herkes tek başına kendi görüşünü açıklıyor. Gazetecilik mesleği
açısından değişik görüşlerin çıkması zaten mümkün değil. Olayı
politik görüşleri, gazeteciliğin önüne geçirip de
değerlendirirseniz o başka. Ama biz Cemiyet olarak bu politikanın
dışındayız.
Basın Konseyi politikanın içinde mi kaldı?
O anlamda demedim. Onlar da görüşlerini bağımsız olarak
açıklıyorlar. Biz bugüne kadar diğer örgütlerle de ortak
açıklamalar yapmadık. TCK konusunda Basın Konseyi’yle ters
görüşleri savunmuyoruz. Aynı masada, aynı televizyonlarda yan yana
görüşlerimizi açıklıyoruz.
Ortak randevu alsanız. Birlikte gitseniz Çiçek’e,
Başbakan’a...
Bugüne kadar başkalarıyla da ortak bir randevu alıp gitmedik. Tabii
Basın Konseyi’yle aramızda yapısal farklar var. Basın Konseyi, ben
gazeteciyim diye katılma belgesini imzaladığınız zaman sizi üye
sayıyor. Ama bu üyelik, mevzuatın tanımladığı üyelik değil.
Bu nedenle mi gerilim çıkıyor aranızda?
Valla gerilimin niye çıktığını ben bilmem. Genel kurulumuzun
tanımadığı bir örgütle işbirliği yapma hakkım yok.
İşin hukuki değil de psikolojik boyutları var sanırım.
Oktay Ekşi’yi kıskanıyor olabilir misiniz?
Yok, hiç kıskanmam. Çünkü Oktay Ekşi hem Türkiye’nin en çok satan
gazetesinin başyazarı hem de benden daha kıdemli. Mesleki
çalışmaları açısından onu örnek alırım. Cemiyet’in Basın Konseyi’ni
tanımamış olması yeni bir olay değil. Ama arkadaşlar neden
bugünlerde bunu gündeme getirdi onu bilemem.
Basın Konseyi’nin sizden daha az üyesi var; ama daha aktif
görünüyorlar. Sizin daha az sesiniz çıkıyor. Neden?
Biz, gazeteciler yazılarını istedikleri gibi yazsın diye mücadele
ediyoruz. Cemiyet’in açıklamalarını haber değeri görmeyip
koymadıkları zaman da onlara saygı göstermek zorundayız. Geçen
yılın çalışma raporu 200 küsur sayfa. Orada basını ilgilendiren her
türlü olayla ilgili açıklamalar var. Bunlar kamuoyuna yansımıyor.
Terzi söküğünü dikemez diye bir gerekçeyle, gazeteler de meslek
sorunlarına pek yakından ilgi göstermiyorlar.
Uzaktan bakıldığında Konsey’in daha kuşatıcı, sizin ise daha kotalı
davrandığınızı görüyoruz. Sol ya da daha liberal bir gazetecinin
başına bir şey gelse sesiniz çıkıyor, Konsey’in aksine sağ
gazetelerin mağduriyetini görmezlikten geliyorsunuz.
Biz de benzer olaylar arasında herhangi bir ayırım yapmıyoruz.
Zaman zaman atladıklarımız oluyor. Ama bunu ‘şu gazetede çıktı,
ilgilenmeyelim’ anlamında yapmıyoruz. Bazen olaylar o kadar hızlı
gelişiyor ki, İstanbul dışındasınız, gazeteleri görmüyorsunuz.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, en sağdan en sola kadar var olan
fikir yelpazesini temsil eden bir meslek örgütü.
Ama Nail Güreli zamanında bu tür eleştiriler gelmezdi.
Zaman zaman Cumhuriyet yazarlığı şapkanızla cemiyet başkanlığı
şapkanız karışıyor olabilir mi?
Hayır. Eleştiriler elbette olacak. Ama eleştirilerin dozu zaman
zaman haksızlık içeriyor. Nail bey döneminde olanlarla bugün
olanlar aynı dozda, aynı biçimde değil.
Katılmadığınız bir siyasi görüşe sahip bir gazetecinin
mağduriyeti ile ilgili çıkıp bir açıklama yaptığınız oldu
mu?
Olmuştur herhalde. Şu anda hatırlamıyorum. Akit’in Almanya’da
yasaklanması olayına açıklama yaptım. Çünkü İçişleri Bakanlığı’nın
yargı kararı olmadan, gazete kapatmasını Almanya’da kabul
ederseniz, Türkiye’de karşı çıkamazsınız. Ama işte arkadaşlarımız
açıklamalarımızı koymuyorlar.
Genelkurmay Başkanlığı bazı gazetelere akreditasyon
uyguluyor. Oktay Ekşi’nin bu uygulamanın yanlışlığına ilişkin
sesini duyduk; ama sizden böyle bir ses çıkmadı.
Ses çıkmadı mı, duyulmadı mı? Ayırımdan yana olmadığımızı açıkladık
biz.
Tabii bir açıklama ile yasak savmak var, bir de bunu mesleki onur
haline getirip, defalarca dile getirip kalkması için uğraşmak
var.
Görüşümüzü açıklamanın dışında örgüt olarak yapabileceğimiz bir şey
yok. Sadece biz değil ki, herkes tek bir açıklama yaptı.
Genelkurmay da biliyorsunuz bazı gazetelerdeki akreditasyon
yasağını kaldırdı. Son duruşmalar sırasında gördük.
Bir haksızlığa uğrayan gazeteci, Basın Konseyi’ne mi
başvursun, size mi?
Valla bana sorarsanız Cemiyet’e başvurmalısınız derim. Sorunların
çözümü konusunda yaptıklarımızı, yapmamız gerekenler olarak
algıladığımız için öyle duyuralım falan gibi bir şeyimiz olmuyor.
Halkla ilişkiler açısından belki zafiyetimiz var. Ardahan’dan,
Van’dan bile meslektaşlarımız sorunlarının çözümü için bize
başvuruyorlar. Buradan arıyoruz ve çözüyoruz. İstanbul’da
muhabirler zaman zaman alıkonuyorlar. İşte valiyle, emniyet
müdürüyle görüşülüyor. Sorunlar çözülüyor. Ama biz şunu şöyle
yaptık falan gibi bir açıklama alışkanlığını edinmemişiz.
Açıkladığınızda meslektaşlarınızca kaale
alınmıyorsunuz...
Aslında ben tersinden, kaale alındığımızı düşünüyorum. Çünkü bizim
açıklamalarımız medyanın yapılanmasının şu andaki haliyle
çelişiyor. Biz istiyoruz ki, siyaset, ticaret, medya ilişkileri
normale dönsün. Görüşlerimiz muhtemeldir ki, bazı meslektaşlarımızı
alınganlığa sevk ediyor. Mesela editoryal bağımsızlığı savunuyoruz.
Özelleştirme ilişkilerinde medyanın öne çıkmasını doğru bulmuyoruz.
Sanki kendilerini eleştiriyormuşuz gibi bir alınganlık gösteriyor
olabilirler. Biz olaya salt meslek ilkeleri açısından yaklaşıyoruz.
Zaman zaman meslek ilkelerine uygun düşmeyen yaklaşımlar ortaya
çıkıyor. Bunları söylemek zorundayız.
Bunları söylediğiniz için mi dikkate alınmıyorsunuz
yani?
Nedenlerinden belki biri bu. Belki bizi yetersiz buluyorlardır.
Nerede çatışıyorsunuz gazete yönetimleriyle?
Yani çatıştığımız bir şey yok.
Çatıştığınız bir şey yoksa, işinizi yapmıyorsunuz demektir.
Söylediğim gibi biz medya, siyaset, ticaret ilişkilerinin
değişmesini istiyoruz. AKP’nin gerek hükümet programında gerekse
acil önlemler paketinde de bu konuda verdiği sözler var. Ve bu
ilişkileri düzeltmek amacıyla gelen bir iktidarla karşı karşıyayız.
Ama herhangi bir olumlu adım atılmadı. İkincisi biz, gazetecilerin
kimlik ve kişilik sorunu olduğunu düşünüyoruz. Biliyorsunuz basın
iş yasası diye adlandırılan 212 sayılı bir yasa var, gazetecilerin
bu yasa kapsamında çalıştırılmasını öngörüyor; ama buna
uyulmuyor.
Buna rağmen Cemiyet üyeliğine, ancak 212 sayılı yasaya tabi
olanlar başvurabiliyorlar. Patronlar doğal olarak kendi çıkarlarını
gözettikleri için ya genel iş yasasına göre ya da telifle
çalıştırıyorlar. Ne oluyor, savaşa gidiyor gazeteci, elini kolunu
kaybediyor. Ama size üye olamıyor. Ortak olmuyor musunuz
patronların yaptığı haksızlığa?
Hayır olmuyoruz. Aksine o yasanın uygulanması gerektiğini
söylüyoruz. Ayrıca bizim verdiğimiz hizmet, sadece üyelerimizle
sınırlı değil. Bize üye olmayan gazeteciler başvurduğu zaman,
onların da sorunlarıyla ilgileniyoruz.
Hizmet verdiğiniz insanları üyeliğe neden layık
görmüyorsunuz öyleyse? Niye böyle aristokrat bir kurum
havasındasınız. Bu ayırımı siz kabul ettiğinize göre patron niye
uysun ki yasaya?
Ben bu kuralı değiştirdiğim zaman yasanın büsbütün delinmesine
yardım etmiş duruma düşmeyecek miyim? Önemli olan yasayı
uygulattırmak.
Bu tavrınız yasanın uygulanmasını sağladı mı
peki?
Geçen yıl, Basın Yasası Adalet Komisyonu’nda görüşülürken söz alan
milletvekilleri yasaların değişmesinin yeterli olmadığını,
gazetecilerin çalışma statüsünün de belirlenmesi gerektiğini
söylediler. Komisyonun başkanı Köksal Toptan, Devlet Bakanı Beşir
Atalay’dan bu konuda bir çalışma yapmasını rica etti. Atalay da
Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne görev verdi. Genel
müdürlük, bütün meslek örgütlerinden görüş istedi. Öğrendiğime
göre, o yazıya yanıt veren tek meslek örgütü TGC oldu. 2002 yılında
Türkiye Gazeteciler Sendikası’yla birlikte vilayete gittik. Yasanın
9’uncu maddesinin uygulanması için bir dilekçe verdik. Gazetecilere
212’ye göre yazılı sözleşme yapılması ve bunun hem Basın Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne, hem sendikalara hem de vilayete
verilmesi zorunlu. Ama uygulanmıyor. Niye, müeyyidesi yok.
NURİYE AKMAN