Ergenekondan çuval çıktı
Abone ol5 yıl önceki çuval baskını Ergenekon iddianamesinde. Olaydan sonra yazılan 2 askeri belge Muzaffer Tekin'in evinden çıktı
Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetleri’ne mensup 11 asker ile 13 sivilin ABD kuvvetlerince tutuklanması ve başlarına çuval geçirilerek sorgulanması olayına ait bir belge de, Ergenekon İddianamesi’nde yer aldı.
Sanık Muzaffer Tekin'in evinde bulunan iki askeri belge Süleymaniye baskınına ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor.
Hürriyet muhabiri Bülent Sarıoğlu'nn haberine göre çuval olayı ve sonrasında Türkiye’nin Kuzey Irak ve ABD politikasını analiz eden iki ayrı rapordan oluşan belgeler iddianameye ’gizli ibareli askeri doküman’ olarak konsa da, üzerlerinde hiçbir üst yazı, sayı numarası, paraf, isim, imza veya damga ve yer bulunmuyor...
Süleymaniye olayından 4 gün sonrasını gösteren, 10 Temmuz 2003 tarihli ilk belgede herhangi bir üst yazı, sayı numarası, altında bir paraf, isim, imza veya damga yer almıyor. İkinci belgenin altında ise Kurmay Albay Ali Er adına paraf açıldığı, ancak belgenin imzalanmadığı görülüyor. Bu haliyle belgeler hazırlık aşamasındaki ’taslaklar’ izlenimi veriyor.
1 Mart’ı ihanet gördüler
İkinci belgedeki bazı ifadeler şöyle: "1 Mart 2003 tarihinde TBMM, hükümetin sunduğu ikinci tezkereyi geçirmemiş ve bu durum Amerikan tarafınca (daha önce bu tür bir ’Hayır’ ile karşılaşmadıkları için) ihanet olarak algılanmış ve Türkiye, Amerikan halkına, adeta Saddam’ın bir müttefiki olarak empoze edilmiştir. Türkiye’nin ABD’ye hayır demesinin Amerika açısından bölgeye ilişkin politikalarını temelden sarsabilecek tehlikeler içerdiği ve bu nedenle de ABD tarafından sert tepki verildiği değerlendirilmektedir. Çünkü Amerika açısından Türkiye’nin onurlu tutumunun AB’de doğurduğu sempatiden daha önemlisi, bu tutumun Arap sokaklarında nasıl karşılandığıdır. Türkiye’nin tutumu Arap aydınlarına ’Keşke Türkelerin idaresi altında başımız dik yaşasaydık’ dedirtecek kadar Arap dünyasında olumlu yankı bulmuştur."
Türkiye’nin onuru kırıldı
’Süleymaniye Olayının Değerlendirmesi’ başlıklı belge ise özetle şöyle:
1. DURUM:
04 Temmuz 2003 Cuma günü, Irak’ın Süleymaniye şehrinde görevli bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığımıza mensup 3 subay ve 8 astsubayımız, Amerikan eskeri tarafından çalışmakta oldukları Irak Türkmen Cephesi’ne ait binadaki bürolarında gözlem altına alınmış, elleri kelepçelenmiş, başlarına çuval giydirilmiş ve binada bulanan 13 siville birlikte önce Kerkük’e götürülerek sorgulanmışlar, bilahare Bağdat’ta bir cezaevine konulmuşlardır. Askerlerimiz iki ülkenin siyasi ve askeri makamları arasında yapılan uzun ve karmaşık görüşmeleri müteakip, gözlem altına alınmalarından 60 saat sonra serbest bırakılmışlardır. Bu eylemle Türk devletinin, ulusunun ve TSK’nın onuru kırılmış, Türk-Amerikan ilişkileri derin bir yara almıştır.
Ya bendensin ya karşıda
2. İNCELEME:
11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’ya yapılan saldırılar Amerikan yönetimini önce sarsmış, ancak aynı zamanda altın tepsi içinde fırsatlar da sunmuştur. Amerika, terörizmle mücadele kisvesi altında, dünya egemenliğini daha da perçinlemek için yeni bir strateji geliştirerek tüm dünya ülkelerine ’Ya benim tarafımda ya da karşımdasın, tarafsız kalmak opsiyonun yoktur’ dayatmasında bulunmuştur. Bir aşiretin yalan ihbarıyla, o aşiret karşıtı onlarca kişi Taliban/El Kaide mensubu diye öldürülmüştür. Kısaca plan, istikrarsızlıktan milli menfaat elde etmektir. Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da ’Nihai Durum’ (End State) belirlenmemiştir.
TSK’yı hedef aldılar
(1 Mart tezkeresinin ardından) İleriyi düşünerek Türk hükümetini karşısına almak istemeyen Amerikan yönetimi, Wolfowitz (Paul) ve Grossman’ı (Mark) kullanarak TSK’yı suçlamıştır. Amerikan yönetimi, gerek içteki ve gerekse özellikle AB’den gelen TSK’yı sindirme ve zayıflatma politikasının gelişiminden en iyi şekilde istifade etmiştir. Hükümet yerine TSK’ya yüklenmiştir.
3. DEĞERLENDİRME:
Bugün gelinen süreçte esasen Amerika’nın Irak’ta Türk askerine ihtiyacı vardır. Ancak Şahinlerden oluşan Pentagon yetkilileri bu durum için koşulların oluşmasını, Türkiye’nin her isteklerine gözü kapalı evet diyecek duruma gelmesini beklemekteydiler. Süleymaniye olayı Amerikan yönetiminin bir politika değişikliğine gittiği kuşkusunu akla getirmektedir. Bunun iki nedeni olabilir: 1. Kısa vadede Türkiye’ye ihtiyacı yoktur. 2. Veya Irak’ta Amerikan kurallarına mutlak itaat edecekse Türkiye’yi ihtiyacı olabilir.
Bizzat yönetimin işi
Harekát eğer yerel komutanın inisiyatifiyle yapılmış oysaydı, askerlerimiz Kerkük’e ve oradan Bağdat’a götürülmezler ve Süleymaniye’de olaydan birkaç saat sonra serbest bırakılırlardı. Tutsaklığın 60 saat sürmesi ve daha sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher’in olayın ’Bu askerlerin bazı rahatsız edici faaliyetlerine ilişkin haberlerden kaynaklandığını’ açıklaması, harekátın yönetimin emriyle icra edildiğini ortaya koymaktadır.
Ne düşmanız ne tam dost
Olayın aşağıdaki nedenlerden dolayı icra edildiği değerlendirilmektedir: Türkiye, Amerika’nın ihtiyaç duyduğunda kendisinden kısmen istifade edebileceği bir ’Karşı tarafta bulunan devlet’ statüsündedir. Yani ne tam düşman ne tam dost; ikisinin karışımı. Amerika’ya göre; Türkiye savaşta koalisyon tarafında olmadığı halde Irak’ta askeri güç bulundurmakta, milli menfaatleri kendisininki ile çatışmakta, bir anlamda Amerika’ya meydan okumaktadır. Müttefiki de olsa bir ultra-süper gücün böyle bir davranışı kabullenmesi beklenmemelidir.
Hedef TSK’yı sindirmek
Tezkerenin geçmesine katkı yapmadığına inandığı TSK’nın ve dolayısıyla Türkiye’nin iç ve dış kamuoyunda itibarını kırmak ve sinmesini sağlamak, Türkiye’nin Türkmenlere yardım etmesini imkansız hale getirmek, Türkmenleri sindirmek, PKK/KADEK terör örgütüne ’Biz istemedikten sonra Türkiye size dokunamaz’ mesajı vererek, örgütün Amerika’nın çıkarları doğrultusunda hareket etmesini temin etmek, İran’a, gerektiğinde Türkiye’ye karşı kullanmak (istemektedir). Zayıf bir olasılık da olsa Talabani veya Barzani tarafından, direnişin Türk Özel Timleri kanalıyla organize edildiği şeklinde ikna edilmiş olabilir.
Üç alternatifimiz var
Türkiye’nin üç hareket tarzının olduğu değerlendirilmektedir.
1 - Irak’ta aynı koşullarda askeri güç bulundurmaya devam etmek. Birinci Hareket Tarzı uygulandığı takdirde, Süleymaniye olayından daha vahim bir olayla karşılaşma tehlikesi vardır. Örneğin Amerikan hava unsurları, taburlarımızın bir devriyesini veya gözetleme postasını kendilerine göre bir terör örgütü mensupları zannederek bombalayabilirler.
2 - Askerlerimizi hemen veya kısa bir süre sonra çekmek. İkinci hareket tarzı itibarımızın çok daha fazla kırılmasına neden olur. Korkaklıkla itham ediliriz. Halkımızın güvenini kaybederiz.
3 - Amerika ile işbirliği içinde askeri güç bulundurmaya devam etmek. Üçünçü hareket tarzı; mevcut durumda uygulamamız gereken en iyi hareket tarzıdır. Koşullar olgunlaştığında, iç ve dış kamuoyuna yönelik psikolojik harekát uygulamayı müteakip askeri gücümüzü kademeli olarak çekebiliriz. Onurlu bir davranış olur.
4. SONUÇ:
Süleymaniye olayının Amerikan yönetiminin veya sadece Pentagon yetkililerinin emirleriyle gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir. Olayın ardından hükümetin pasif bir politika izlemesi, Cumhurbaşkanı’nın ise beş gün sonra ve basında kendisine yönelik suçlamaları müteakip tepki vermesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünkü sıkıntılı durumunun en açık izahıdır. Bu durumda TSK olarak bir bütün halinde, tek merkezli, ancak çok katılımlı koordineli bir çalışma ortamı oluşturarak proaktif stratejiler ve bunları uygulayabilecek rasyonel hareket tarzları üretmek zorunda olduğumuz gerçeği de ortaya çıkmıştır.
Sanık Muzaffer Tekin'in evinde bulunan iki askeri belge Süleymaniye baskınına ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor.
Hürriyet muhabiri Bülent Sarıoğlu'nn haberine göre çuval olayı ve sonrasında Türkiye’nin Kuzey Irak ve ABD politikasını analiz eden iki ayrı rapordan oluşan belgeler iddianameye ’gizli ibareli askeri doküman’ olarak konsa da, üzerlerinde hiçbir üst yazı, sayı numarası, paraf, isim, imza veya damga ve yer bulunmuyor...
Süleymaniye olayından 4 gün sonrasını gösteren, 10 Temmuz 2003 tarihli ilk belgede herhangi bir üst yazı, sayı numarası, altında bir paraf, isim, imza veya damga yer almıyor. İkinci belgenin altında ise Kurmay Albay Ali Er adına paraf açıldığı, ancak belgenin imzalanmadığı görülüyor. Bu haliyle belgeler hazırlık aşamasındaki ’taslaklar’ izlenimi veriyor.
1 Mart’ı ihanet gördüler
İkinci belgedeki bazı ifadeler şöyle: "1 Mart 2003 tarihinde TBMM, hükümetin sunduğu ikinci tezkereyi geçirmemiş ve bu durum Amerikan tarafınca (daha önce bu tür bir ’Hayır’ ile karşılaşmadıkları için) ihanet olarak algılanmış ve Türkiye, Amerikan halkına, adeta Saddam’ın bir müttefiki olarak empoze edilmiştir. Türkiye’nin ABD’ye hayır demesinin Amerika açısından bölgeye ilişkin politikalarını temelden sarsabilecek tehlikeler içerdiği ve bu nedenle de ABD tarafından sert tepki verildiği değerlendirilmektedir. Çünkü Amerika açısından Türkiye’nin onurlu tutumunun AB’de doğurduğu sempatiden daha önemlisi, bu tutumun Arap sokaklarında nasıl karşılandığıdır. Türkiye’nin tutumu Arap aydınlarına ’Keşke Türkelerin idaresi altında başımız dik yaşasaydık’ dedirtecek kadar Arap dünyasında olumlu yankı bulmuştur."
Türkiye’nin onuru kırıldı
’Süleymaniye Olayının Değerlendirmesi’ başlıklı belge ise özetle şöyle:
1. DURUM:
04 Temmuz 2003 Cuma günü, Irak’ın Süleymaniye şehrinde görevli bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığımıza mensup 3 subay ve 8 astsubayımız, Amerikan eskeri tarafından çalışmakta oldukları Irak Türkmen Cephesi’ne ait binadaki bürolarında gözlem altına alınmış, elleri kelepçelenmiş, başlarına çuval giydirilmiş ve binada bulanan 13 siville birlikte önce Kerkük’e götürülerek sorgulanmışlar, bilahare Bağdat’ta bir cezaevine konulmuşlardır. Askerlerimiz iki ülkenin siyasi ve askeri makamları arasında yapılan uzun ve karmaşık görüşmeleri müteakip, gözlem altına alınmalarından 60 saat sonra serbest bırakılmışlardır. Bu eylemle Türk devletinin, ulusunun ve TSK’nın onuru kırılmış, Türk-Amerikan ilişkileri derin bir yara almıştır.
Ya bendensin ya karşıda
2. İNCELEME:
11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’ya yapılan saldırılar Amerikan yönetimini önce sarsmış, ancak aynı zamanda altın tepsi içinde fırsatlar da sunmuştur. Amerika, terörizmle mücadele kisvesi altında, dünya egemenliğini daha da perçinlemek için yeni bir strateji geliştirerek tüm dünya ülkelerine ’Ya benim tarafımda ya da karşımdasın, tarafsız kalmak opsiyonun yoktur’ dayatmasında bulunmuştur. Bir aşiretin yalan ihbarıyla, o aşiret karşıtı onlarca kişi Taliban/El Kaide mensubu diye öldürülmüştür. Kısaca plan, istikrarsızlıktan milli menfaat elde etmektir. Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da ’Nihai Durum’ (End State) belirlenmemiştir.
TSK’yı hedef aldılar
(1 Mart tezkeresinin ardından) İleriyi düşünerek Türk hükümetini karşısına almak istemeyen Amerikan yönetimi, Wolfowitz (Paul) ve Grossman’ı (Mark) kullanarak TSK’yı suçlamıştır. Amerikan yönetimi, gerek içteki ve gerekse özellikle AB’den gelen TSK’yı sindirme ve zayıflatma politikasının gelişiminden en iyi şekilde istifade etmiştir. Hükümet yerine TSK’ya yüklenmiştir.
3. DEĞERLENDİRME:
Bugün gelinen süreçte esasen Amerika’nın Irak’ta Türk askerine ihtiyacı vardır. Ancak Şahinlerden oluşan Pentagon yetkilileri bu durum için koşulların oluşmasını, Türkiye’nin her isteklerine gözü kapalı evet diyecek duruma gelmesini beklemekteydiler. Süleymaniye olayı Amerikan yönetiminin bir politika değişikliğine gittiği kuşkusunu akla getirmektedir. Bunun iki nedeni olabilir: 1. Kısa vadede Türkiye’ye ihtiyacı yoktur. 2. Veya Irak’ta Amerikan kurallarına mutlak itaat edecekse Türkiye’yi ihtiyacı olabilir.
Bizzat yönetimin işi
Harekát eğer yerel komutanın inisiyatifiyle yapılmış oysaydı, askerlerimiz Kerkük’e ve oradan Bağdat’a götürülmezler ve Süleymaniye’de olaydan birkaç saat sonra serbest bırakılırlardı. Tutsaklığın 60 saat sürmesi ve daha sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher’in olayın ’Bu askerlerin bazı rahatsız edici faaliyetlerine ilişkin haberlerden kaynaklandığını’ açıklaması, harekátın yönetimin emriyle icra edildiğini ortaya koymaktadır.
Ne düşmanız ne tam dost
Olayın aşağıdaki nedenlerden dolayı icra edildiği değerlendirilmektedir: Türkiye, Amerika’nın ihtiyaç duyduğunda kendisinden kısmen istifade edebileceği bir ’Karşı tarafta bulunan devlet’ statüsündedir. Yani ne tam düşman ne tam dost; ikisinin karışımı. Amerika’ya göre; Türkiye savaşta koalisyon tarafında olmadığı halde Irak’ta askeri güç bulundurmakta, milli menfaatleri kendisininki ile çatışmakta, bir anlamda Amerika’ya meydan okumaktadır. Müttefiki de olsa bir ultra-süper gücün böyle bir davranışı kabullenmesi beklenmemelidir.
Hedef TSK’yı sindirmek
Tezkerenin geçmesine katkı yapmadığına inandığı TSK’nın ve dolayısıyla Türkiye’nin iç ve dış kamuoyunda itibarını kırmak ve sinmesini sağlamak, Türkiye’nin Türkmenlere yardım etmesini imkansız hale getirmek, Türkmenleri sindirmek, PKK/KADEK terör örgütüne ’Biz istemedikten sonra Türkiye size dokunamaz’ mesajı vererek, örgütün Amerika’nın çıkarları doğrultusunda hareket etmesini temin etmek, İran’a, gerektiğinde Türkiye’ye karşı kullanmak (istemektedir). Zayıf bir olasılık da olsa Talabani veya Barzani tarafından, direnişin Türk Özel Timleri kanalıyla organize edildiği şeklinde ikna edilmiş olabilir.
Üç alternatifimiz var
Türkiye’nin üç hareket tarzının olduğu değerlendirilmektedir.
1 - Irak’ta aynı koşullarda askeri güç bulundurmaya devam etmek. Birinci Hareket Tarzı uygulandığı takdirde, Süleymaniye olayından daha vahim bir olayla karşılaşma tehlikesi vardır. Örneğin Amerikan hava unsurları, taburlarımızın bir devriyesini veya gözetleme postasını kendilerine göre bir terör örgütü mensupları zannederek bombalayabilirler.
2 - Askerlerimizi hemen veya kısa bir süre sonra çekmek. İkinci hareket tarzı itibarımızın çok daha fazla kırılmasına neden olur. Korkaklıkla itham ediliriz. Halkımızın güvenini kaybederiz.
3 - Amerika ile işbirliği içinde askeri güç bulundurmaya devam etmek. Üçünçü hareket tarzı; mevcut durumda uygulamamız gereken en iyi hareket tarzıdır. Koşullar olgunlaştığında, iç ve dış kamuoyuna yönelik psikolojik harekát uygulamayı müteakip askeri gücümüzü kademeli olarak çekebiliriz. Onurlu bir davranış olur.
4. SONUÇ:
Süleymaniye olayının Amerikan yönetiminin veya sadece Pentagon yetkililerinin emirleriyle gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir. Olayın ardından hükümetin pasif bir politika izlemesi, Cumhurbaşkanı’nın ise beş gün sonra ve basında kendisine yönelik suçlamaları müteakip tepki vermesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünkü sıkıntılı durumunun en açık izahıdır. Bu durumda TSK olarak bir bütün halinde, tek merkezli, ancak çok katılımlı koordineli bir çalışma ortamı oluşturarak proaktif stratejiler ve bunları uygulayabilecek rasyonel hareket tarzları üretmek zorunda olduğumuz gerçeği de ortaya çıkmıştır.