Erdoğan'ı 'kof kabadayıya' benzetti
Abone olErdoğan'a hakaret davasında ifade veren Ahmet Altan, sözlerini geri almadı aksine...
Başbakan Erdoğan'a "Bu mu senin
adamlığın, bu mu senin delikanlılığın" diye yazan Ahmet Altan
hakkındaki dava bugün Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde
görüldü.
Ahmet Altan'ın 15 Ocak 2010 günü
Başbakan Erdoğan'la ilgili "Bu mu senin adamlığın, bu mu senin
delikanlılığın? Utanmadan sahipsiz bir sanatçıdan paye toplamaya
çalışıyorsun!" dediği köşe
yazısı üzerine Erdoğan, Altan hakkında 50 bin TL'lik dava açmış ve
suç duyurunda bulunmuştu.
Davanın Kadıköy 2. Asliye Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmasında Altan'ın sunduğu savunmada çarpıcı ifadeler yer alıyor. Altan, Başbakan'a yer yer övgüler yağdırığı savunmasında 'ucube' tartışması nedeniyle Erdoğan'ı eleştirdiğini savunuyor. Taraf yazarı savunmasında "Beni mahkum ederseniz, başbakan daha çok heykel yıktırır." diyerek yeni bir tartışmanın da kapısını aralamış.
Davanın Kadıköy 2. Asliye Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmasında Altan'ın sunduğu savunmada çarpıcı ifadeler yer alıyor. Altan, Başbakan'a yer yer övgüler yağdırığı savunmasında 'ucube' tartışması nedeniyle Erdoğan'ı eleştirdiğini savunuyor. Taraf yazarı savunmasında "Beni mahkum ederseniz, başbakan daha çok heykel yıktırır." diyerek yeni bir tartışmanın da kapısını aralamış.
İşte Ahmet Altan’ın savunması
Sayın Yargıç,
Beni buraya, hapse atılmamı isteyerek gönderen adam, bu ülkeye çok yararlı hizmetleri olmuş, değerli bir adamdır.
Kendisi de sıkıntı çekmiş, yargılanmış, hapis yatmış biridir.
Benim hapsedilmemi isteyen adam, bu ülkenin başbakanıdır.
Çeşitli acılar, zulümler, düşmanlıklar, yenilgiler görmüş, hepsinin altından kalkabilmiş bir adamdır.
"ZAFERLERİNİN AĞIRLIĞINI TAŞIYAMAMIŞ..."
Ne yazık ki yenilgiler karşısında güçlü duran nice insan, zaferlerin ağırlığını taşıyamamış, sarsılmış, yolunu şaşırmış ve kendi galibiyetiyle yaralanmıştır.
Benim hapsedilmemi isteyen bir zamanların mahkumu, şimdinin başbakanı da kendi galibiyetinin yaralarını taşıyor bugün.
Bir zamanlar şiir okuduğu için sistemin efendileri tarafından hapsedilmiş bir kurbanın, kendisi iktidara geldiğinde yazarların hapsedilmesini isteyen birine dönüşmesi, o adamın geçtiği yollarda yaşadığı yenilgilerden değil, zaferlerden dolayı yolunu şaşırdığını gösterir.
Bugün bu gerçek, bu davanın kendisinden de, benim
hapsedilmemden de daha büyük bir önem taşıyor, çünkü bu başbakan
yeni bir zafer kazanmaya hazırlanıyor.
"BEDELİNİ ÜLKE ÖDEMESİN DİYE UYARDIM"
Taşımakta zorlanacağı yeni bir zaferi daha olacak.
Ben, bunun bedelini, başta kendisi olmak üzere bütün ülkenin ödemesinden çekindiğim için kendisini uyarmak istedim.
Bugün benim burada yazdığım bir yazıdan dolayı sanık sandalyesinde oturmama yol açan mesele, başbakanın bir heykel hakkındaki haksız, yersiz, haddini fevkalade aşan bir hüküm vermesiyle başladı.
Kars’taki bir heykele “ucube” diyerek yıkılmasını istedi.
Kendisi hakkında yazılmış bir yazı karşısında gösterdiği tepki, o yazıyı yazanın hapsedilmesini istemek olacak kadar kendisini önemseyen biri, bir başkasının eseri hakkında bu kadar rahatça aşağılayıcı sözcükler kullanabiliyorsa ve bunu doğal buluyorsa, o adam kendisini kutsallaştırmaya, başkalarını ise saygıyı hak etmeyen insanlar olarak görmeye başlamış demektir.
"ESTETİK YOKSUNU CAMİLER VAR"
Ölçüleri böylesine şaşmış biri başbakansa, bu ölçü şaşırması herkes için bir sorun anlamına gelir.
Ülkemiz çirkin heykellerle, çirkin binalarla dolu, şehir meydanlarında fevkalade kötü yapılmış Atatürk heykelleri, her yanda inançlı insanların da yakınmasına neden olan estetik yoksunu camiler var.
Başbakan, çirkin bulduğu herhangi bir Atatürk heykeline ya da camiye “ucube” diyebilir mi, onları yıktırtabilir mi, cesareti buna yeter mi?
KOF KABADAYILIK ELEŞTİRİSİNE DEVAM
Onlara dokunamayan birinin sahipsiz bir heykeltıraşın heykelini aşağılayarak yıktırtması nasıl tarif edilebilir?
İçi boş gösterişçi bir yiğitlik, kof bir kabadayılıktır bu, kolay bir hedef seçip onun üzerinden çıkar sağlamaktır.
Ayıplanması, kınanması, eleştirilmesi gereken bir davranıştır.
Bir başbakan “beğenmedim” diyerek bir heykeli nasıl yıktırır?
Hangi hakla yıktırır?
"BEĞENMEDİĞİ BİR ROMAN OLURSA..."
Allah muhafaza bu başbakan roman okumaya başlarsa ne olacak, bir düşünün.
Başbakan beğenmediği için Madam Bovary’i, kocasını aldatan bir
kadını anlattığı için Anna Karenina’yı meydanlarda mı
yakacağız?
Sokaklarda henüz kitap yakmamayı, başbakanın roman okumamasına mı borçlu olacağız?
Başbakan kendini her türlü eser hakkında hüküm verecek kadar
yetkin ve beğenmediği her şeyi yok ettirecek kadar güçlü görüyorsa,
Türkiye’de bütün sanat eserlerinin kaderi başbakanın iki
dudağı arasına mı sıkışacak?
Buna itiraz etmeyecek miyiz?
Buna isyan etmeyecek miyiz?
Boyun mu eğeceğiz böyle bir hoyratlığa?
Kendini tek merci olarak gören biri mi belirleyecek bütün sanatçıların ve eserlerinin kaderini?
Ben bunu kabul etmem.
"BENİ KORKUTAMASSINIZ..."
Bunu kabul edeceksin, sineye çekeceksin, buna öfkelenmeyeceksin, karşı çıkmayacaksın diyerek beni hapisle tehdit eden başbakanla savcı, korkutmak için kendilerine başkasını bulsunlar.
Onların gücü yetmez beni korkutmaya.
Ben bu ülkede kimsenin kaderi, bir insanın iki dudağı arasına sıkışmasın istiyorum, ben bu ülkede herkesin özgür olmasını, fikirlerini söylemesini, ibadetini yapabilmesini, eserlerini yaratabilmesini, dilini konuşabilmesini, istediği gibi giyinip, istediği gibi fikirlerini söyleyebilmesini savunuyorum.
Başbakan neyi savunuyor?
Bir heykeli tek emirle yıktırabilen biri neyi savunabilir?
Heykeli yıktırılan heykeltıraşı kim savunacak bu ülkede, kim ona sahip çıkacak, kim adalet isteyecek, kim güçsüz birinin gadre uğramasına engel olacak?
Bir zamanlar bu soruların cevabı olarak bu ülkede çok insan bu başbakanın adını söylüyordu, bugün bunu söylemek çok zor.
Referandumu öylesine büyük bir zafer kazandı ki başbakan, omuzları o zaferin ağırlığını taşımaya yetmedi.
Aradan daha altı ay geçmeden heykelleri yıktırtmaya başladı.
Eskiden durduğu yerden öylesine savruldu ki bu insan, bütün dindarlığına, bütün inancına, yaptığı bütün dini vurgulara rağmen bugün Hazreti Muhammed’in bir hadisi söylendiğinde bunu hakaret olarak kabul ediyor.
Bir hadisten gocunan dindar Müslüman, ne o hadisten, ne o hadisi söyleyenden kuşku duymalı.
O insanın kuşku duyacağı tek varlık, kendisidir.
Başbakan bunu bile fark edemiyor artık.
O dindar başbakanın hakkımda yazdırdığı iddianamede, aleyhime delil olarak peygamberin bir sözünü söylemem gösteriliyor.
Kendi zaferiyle yaralanmak budur işte.
Gücünü öyle yanlış kullanırsın ki sonunda peygamberinin sözü sana hakaret gibi gözükmeye başlar.
Peygamberinin sözünden korkan, peygamberinin sözünden gocunan dindar biri, bir ülkeyi yönetmekten ziyade trajik bir romana başkahraman olmaya daha uygundur.
Acıklıdır durumu çünkü ve bu acıklılık, güçle, iktidarla
birleştiğinde ortaya çok tehlikeli biri çıkar.
Ben, bu ülkenin tarihi liderlerinden biri olabilecek bir insanı, kendi varlığını, düşüncelerini, inançlarını yok sayan bir zafer yorgunu olmaktan kurtarabilmek, kişisel bir trajedinin ülkenin bütününe yayılmasını engelleyecek bir uyarıda bulunabilmek için yazdım o yazıları.
Hakaret etmedim.
Başbakanın bana karşı kullanmaya kalktığı hırpalıyıcı dili, yazdıklarımı daha iyi kavrayabilsin diye ona karşı kullandım.
Ama tarihi bir lider olmakla bir trajedi kahramanı olmak arasında sallanan bu başbakan, her şeyin sadece kendisine mübah olduğunu sandığından, bunun hakaret olarak görülüp cezalandırılmasını istedi.
Sayın Yargıç,
Vereceğiniz karar benimle ilgili olmayacak.
Siz bu ülkenin hukukunun, keyfi davranışlara, gücün hoyratça kullanılmasına, güçsüzlerin ezilmesine cevaz verip vermediğine karar vereceksiniz.
Beni mahkum ederseniz, başbakan daha çok heykel yıktırır.
Mahkum etmezseniz belki hata yaptığını fark eder.
Bunu fark ederse, hem bu ülke, hem de kendisi kazanır.
Ben, kendi zaferlerinin ağırlığıyla yolunu şaşırmış bu başbakana yardım etmenizi isterim.