Erdoğan'a müebbet hapis verilebilir
Abone olAB'ye uyum için hazırlanan TCK tasarısında, düşüncenin açıklanmasına ciddi sınırlama getiriliyor. Tasarı yasalaşırsa, Başbakan Erdoğan’a müebbet hapis verilebilir.
Meclis, Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nı görüşmek üzere 14 Eylül’de
olağanüstü toplanacak. Fakat tasarıyla ilgili tartışmalar bitmek
bilmiyor. Çok kapsamlı bir çalışma olan TCK Tasarısı’nda gündem
oluşturan en önemli madde “zina yapanlara bir ceza verilip,
verilmemesi” oldu.
Halbuki tasarıda zinayla ilgili düzenlemeden çok daha önemli
maddeler var. AB’ye uyum için hazırlanan tasarıda, düşüncenin
açıklanmasına çok ciddi sınırlamalar getiriliyor. 312. maddeden
yakınan düşünen insanlar, şimdi 146. maddenin yeni haliyle
ağırlaştırılmış müebbet hapisten kurtulmak için mücadele etmek
zorunda kalacak.
Hukukçular Derneği adına, toplumda sadece zinayla adını duyuran TCK
Tasarısı’yla ilgili bir rapor hazırlayan derneğin Genel Sekreteri
Avukat Yasin Şamlı, bütün bu tehlikeleri dile getiriyor. Vakit
Gazetesi, Şamlı ile hazırladığı rapor ve TCK Tasarısı üzerine
görüştü. Avukat Şamlı, Erdoğan’a müebbet hapis verilebilecek
düzenlemeler içeren bu tasarının 28 Şubat ürünü olduğunu
söylüyor...
Tasarının en çok tartışılan kısmı, zinaya müeyyide
getirilip getirilmemesi oldu. Tasarının bütününü incelediğimizde
zinayla ilgili bölüm, bu derece gündem oluşturacak kadar önemli bir
madde mi?
Kesinlikle değil. Bu tür maddeler zaten toplumun genel yapısıyla
çok yakından ilgilidir. Birebir insan hak ve hürriyetlerini de çok
yakından ilgilendirmez. Bu tür maddeler, tarafların kendilerini
daha rahat ifade edebilecekleri bir zemin. Tartışmalar bu yüzden
alevleniyor.
Tasarıdaki diğer konuların tartışılmadan yasalaşmasını
sağlamak amacıyla zina tartışmaları toplumun önüne atılmış olabilir
mi?
Bu hükme varmak için elimizde bir veri yok. Ama böyle bir şey
hedefleniyor olabilir. Özellikle ifade hürriyeti önünde çok ciddi
engel teşkil edecek çok önemli müeyyidelerin dikkat çekmemesi için,
perdeleme yöntemi olarak gündem oluşturulabilir. Bu tartışmalar da
belki o amacı taşıyor olabilir.
Tasarıyla ilgili hazırladığınız raporda, TCK 146’yı
düzenleyen 363. maddeye büyük önem veriyorsunuz. Müebbet hapis
cezası öngören 146. maddede yer alan “cebir” şartının
kaldırılmasının sakıncaları ne olabilir?
Bu madde, müeyyidesi itibariyle Ceza Kanunu’nun en ağır maddesi.
İdam cezası kaldırılmadan önce bu maddenin müeyyidesi idamdı, idam
cezası kaldırıldıktan sonra da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
oldu. En ağır müeyyideyi taşıyan bir maddenin, en ağır ihlali
cezalandırması lazım. Dolayısıyla cebir ve şiddet kesinlikle
aranmalı. Bir insanın sözü veya görüş ifade etmesi, bu madde
kapsamı içinde sokulduğu anda, bütün insan hakları rafa kaldırılmış
olur.
Cebirsiz söz veya fiille anayasal düzen bozulmaz mı
diyorsunuz?
Düşünce açıklamakla anayasal düzenin bozulacağını kim iddia
edebilir! Zaten bu maddenin uygulaması, olağanüstü dönemlerde bile
“cebir” şartına dayanıyordu. Yargıtay’ın uygulaması da böyle. Bu
maddenin uygulanabilmesi için kesinlikle “cebir ve şiddet”in olması
gerekir. Hatta tek başına “cebir ve şiddet” de yeterli değil, bu
eylemin ülke genelinde örgütlenmiş olması gerekiyor. Ayrıca
Yargıtay’ın ifadesiyle “vehameti haiz” nitelik taşıması gerekiyor.
Üç beş kişinin oluşturduğu basit bir örgüt eyleminin de 146’nın
ihlali anlamında bir suç olabileceğini Yargıtay kabul etmiyor.
Bu madde, tasarıdaki haliyle yasalaşırsa,
karşılaşabileceğimiz olağanüstü durumlarda, düşüncesini
açıklayanlar müebbet hapis cezası alabilir mi?
DÜŞÜNCE AÇIKLAMA 146’YA SOKULUYOR
Olağanüstü durumlar sözkonusu olmasa bile maddenin lafzına
bağlı kalmak isteyen bir hakim, bir düşünce açıklamasına rahatlıkla
146. maddeden ceza verebilir. Tasarının 363. maddesi, mevcut 312.
maddenin ağırlaştırılmış hali gibi görünüyor.
Evet. İlginç bir tesüdüfü de aktarmak istiyorum. Şu an tasarıda
363. madde olan bu değişiklik, alt komisyondan 312. madde olarak
çıktı.
Bu konuyu somutlaştıralım. Başbakan Erdoğan, 312. maddeden
ceza aldı. 146. madde, o günlerde tasarıda öngörüldüğü gibi olsaydı
Erdoğan müebbet hapisle mi yargılanacaktı?
Kesinlikle yargılanırdı. Hatta biraz önce söylediğim gibi,
yargılayan heyet “Bu maddenin lafzına bağlı kalıyoruz ve bu
maddeden ceza vereceğiz” deseydi, ceza, kanunun lafzına uygun
olurdu.
Hukukçular Derneği olarak benzeri tehlikeleri gördüğümüz için
Adalet Alt Komisyonu’na uyarılarımızı ilettik. Tasarının ilk
halinde cebir ve şiddet hiç yoktu. Komisyon uyarılarımızı dikkate
almış; dikkatten kaçmak olarak mı ifade edilebilir bilmiyorum ama,
maddenin başına cebir ve şiddet eklenirken “cebir veya tehdit”
denilmiş. Bu durumda Başbakan’ın Siirt konuşması madde kapsamına
rahatlıkla girebilir. Aradaki “cebir veya tehdit” lafzı “cebir ve
tehdit” olarak değiştirilirse sorun çözülür. Çünkü o zaman “cebir
ve tehdit” aynı anda aranması gerekir. Veya denildiği zaman, sadece
“tehdit” yeterli olabilir. Bir söz veya şiir de tehdit
sayılabilir.
Bir diğer tartışmalı madde de, 222. madde. Bu değişiklikle
başörtülülere hapis cezası verileceği dile getiriliyor. Gerçekten
hapis gerektiren bir durum sözkonusu mu?
“BAŞÖRTÜLÜYE HAPİS CEZASI MÜMKÜN”
Şapka İhsası Hakkında Kanun ve Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine
Dair Kanun şu an yürürlükte. Ancak bu kanunları karşılayacak bir
ceza müeyyidesi yok. Şimdi bir ceza müeyyidesi getiriliyor. Bu
kanunlara muhalefet edenlere ceza verilmek istenildiği zaman
“emirlere riayetsizlik” maddesinden yargılanıyorlardı. Şimdi ise bu
durum bir maddeyle karşılanıyor.
Başörtülü bir bayana sokakta gezdiği için bile ceza
verilebilecek mi?
Tasarı bu haliyle yasalaşırsa, başörtülü bir bayan sokakta bile
gezdiğinde farklı yorumlarla bir müeyyide ile karşılaşabilir. Aynı
şekilde öğrenciler okula girdiklerinde veya kamusal alan diye çok
yanlış olarak ifade edilen mekânlara girildiğinde bu müeyyideyle
karşılaşılması mümkün.
Dikkat çektiğiniz bir diğer nokta da; gayrimeşru çocuğun,
annesi tarafından öldürülmesi halinde verilecek ceza. Buna neden
itiraz ediyorsunuz?
Burada hiçbir şekilde mazur görülemeyecek bir cinayet sözkonusu.
Hiç savunması olmayan bir insana karşı işlenen bir fiil sözkonusu.
Bu maddeyi hazırlayanların amacının ne olduğunu çok kesin bir dille
ifade etmek oldukça güç. Ama toplumda gayrimeşru ilişkilerin
teşviki sonucunu doğuracak bir düzenleme.
418. maddede “kaçak” Kur’an Kursu açanlara bir yıldan üç
yıla kadar ağır hapis cezası getiriliyor. Mevcut yasada böyle bir
ceza öngörülmüyor mu?
Bu konudaki müeyyide, mevcut TCK’nın 261. maddesinde yer alıyor.
Tasarının 418. maddesinde yapılan değişiklikte ise, müeyyidede bir
artış var. Mevcut kanun 6 aydan iki seneye kadar hapis öngörüyor,
tasarıda ise bu ceza artırılarak, “1 yıldan üç yıla kadar” şeklinde
belirleniyor. Ayrıca mevcut maddede “mektep veya dersane” ibaresi
yer alırken, tasarıda “okul veya dersane, okul öncesi eğitim
kurumu, kurs, öğrenci yetiştirme ve çalıştırma veya eğitim merkezi
ve benzeri” deniliyor. Yeni düzenlemeyle Kur’an Kursları da açıkça
bu kapsam içine alınıyor.
Bu kadar eleştirdiğiniz bu tasarıyla ilgili ne yapılması
gerekiyor, öneriniz nedir?
Tasarı kesinlikle geri çekilmelidir. Tasarının yapılacak ufak tefek
rötuşlarla düzelmesi çok zor gözüküyor. Ondan sonra da konusunda
uzman ve toplumun yapısını iyi bilen hukukçuların ciddi bir tasarı
hazırlaması, Meclis’in de kanunlaştırması gerekir..
Tasarı 28 Şubat ürünü
Yeni TCK Tasarısı, Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap
verebilecek nitelikte mi?
Ceza Kanunu temel bir kanundur. Toplumun, fertlerin hareketlerini,
yaşantılarını doğrudan etkileyecek bir kanun olması hasebiyle de,
düzenleme yapılırken toplum hassasiyetlerine önem verilmelidir.
Kanun hazırlanma mantalitesi veya kanunu hazırlayanların hukuka,
millete, insana genel yaklaşımları da çok önemli. Bu anlamda kısaca
bir tasnif yapacak olursak; otoriter anlayışla hazırlanan kanunlar
totaliter devletlerde, liberal ve özgürlükçü düşünceyle hazırlanan
kanunlar hukuk devletinde görülür. Adaleti çıkış noktası alan
kanunlar ise, devletleri hukukun üstünlüğüne götürür.
Hukuk devleti zaten hukukun üstünlüğünü kabul etmez
mi?
Farkları şu: Hukuk devletinde devlet hukuku tanzim eden, uygulayan
bir güç. Hukukun üstünlüğü ilkesinin hâkim olduğu durumda ise,
devlet hukukun bir subjesi haline gelir. Mahkeme önünde bireyin
durumu neyse, devletin konumu da aynıdır.
Sorumuza dönelim isterseniz. Bu tasarı bireyi ön plana
çıkartan, ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir bakışı ortaya
koyabiliyor mu?
TCK KUTSAL METİN GİBİ...
Fransız Anayasası “Fransız halkı açıkça ilan eder” ifadesiyle
başlıyor. Burada halk adına ve halkın ihtiyaçları gözönüne alınarak
bir anayasa hazırlandığını görüyoruz. Aynı şekilde Alman Anayasası
da, “Tanrı ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan
Alman halkı” diyerek başlıyor. Burada da halk önceleniyor. Bizim
Anayasamız ise, kutsal metin gibi takdim ediliyor. Ona dokunulamaz,
bazı maddeleri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Ceza Kanunu’nun hazırlanışında da böyle bir mantık var. Ceza
Kanunu’nun İtalya’dan iktibası sırasında, dönemin Adalet Bakanı
Mahmut Esat’ın yazdığı önsözde aynen şu ifadeler yer alıyor: “Ceza
Kanunumuzun aslına nazaran yapılan tadilat meyanında bilhassa
İtalya’da tatbik edilen müebbet hapsi münferit yerine idam
cezasının vaz’ı ve bir de irticaya karşı şedit bazı maddeler
zikrolunabilir.” Burada şunu demek istiyor: ’Ceza Kanunu’nu
İtalya’dan iktibas ettik ama, bu çeviriyi aynen yapmadık, orada
hafif olan bazı cezalar bizde daha ağır oldu.’ Bunun gerekçesini de
“irticaya karşı bazı şedit maddeler” sözleriyle açıklıyor. Halbuki
İtalya Ceza Kanunu bir kraliyet kanunu olmasına daha
özgürlükçü.
TCK’nın hazırlanışında asıl amacın devleti korumak olduğunu
gösteren ifadeler olarak mı bunları söylüyorsunuz?
Kesinlikle. Mahmut Esat’ın “Batıl itikatları ve onları temsil eden
putları sernigün kılan (başaşağı düşüren) yeni fikir cereyanları
gibi Türk Cumhuriyeti’nin yeni kanunları da yaşamak ve yaşatmak
kabiliyetini kaybetmiş bütün bir mazinin nizamı içtimaisini
zirüzeber ederek (altüst ederek) yerine muasır medeniyetin nizam ve
hayatını kurmuş bulunuyor. Yeni Türk Ceza Kanunu’nun rolü ve gayesi
sükun bulmaz bir şiddet, nihayetsiz bir kıskançlıkla yeni nizamın
bekçisi ve müdafii olmaktır” sözleri de, mazinin bütün
kalıntılarını temizlemek istediklerini ve yeni bir kültür getirmek
istediklerini açıkça ifade ediyor.
TCK, özü itibarıyla devleti korumaktan öte, devlete göre
birey oluşturma gayesi taşıyan bir kanun o zaman.
Ebette. Belli bir kültüre sahip toplumu bir başka kültüre geçirmek
için bir zemin olduğunu, bu amaçla hazırlandığını dönemin Adalet
Bakanı açıkça dile getiriyor. Bu yaklaşım kanun açısından ele
alındığında, bize sonucu da veriyor. Kanun yapıcı olarak adaleti
sağlamayı hedeflemişseniz, çıkaracağınız tasarı ifade hürriyetini
önceleyen bir tasarı veya kanun olacaktır. İnsanları bir kültürden
başka bir kültüre getirmek için kanun hazırlıyorsanız; daha baskıcı
bir kanun hazırlamak zorundasınız.
TCK Tasarısı’nın 28 Şubat’ın olağanüstü dönemlerinin
beklentilerine göre hazırlandığı iddiasını öne sürüyorsunuz. 28
Şubat devam mı ediyor?
TASARININ ANA KARAKTERİ 28 ŞUBAT
14 Eylül’de Meclis’te görüşülecek tasarı, 1997 yılının olağanüstü
durumlarında hazırlanan ve daha sonra gözden geçirilen bir tasarı.
Dolayısıyla tasarının ana karakteri, 1997 yılının olağanüstü
şartlarını taşıyor. O dönemde yapılmak istenen hususların burada
hüküm haline getirildiğini görüyoruz.
1997’den sonra yapılan rötuşlar, tasarıyı bu yapıdan
kurtaramadı mı?
Hayır. O yüzden de bu tasarı tamamen geri çekilmelidir. Gerçekten
bu toplumun ihtiyaçlarını bilen ve insan haklarını temel alan,
hukukçuların hazırladığı yepyeni bir tasarı gündeme gelmelidir.