Erdoğan'a albay darbesi
Abone olBir çok ünlü gibi Başbakan Erdoğan da İETT'de 1974'te geçici işçi olarak göreve başlamış ve 1981'e kadar 7 yıl çalışmıştı. İşte o 7 yıllık öyküsünün satırbaşları..
Milliyet'ten Can Dündar Başbakan Erdoğan'ın gençlik yıllarını
yazdı. Erdoğan ile görüşeh Dündar İETT'de çalıştığı dönemi başbakan
ile konuşarak bilinmeyenleri aktardı. Erdoğan, "12 Eylül'le bir
komando albay geldi. Yaklaşım tarzı hoş değildi. Bizim siyasetteki
anlayışımıza uymuyordu. Bizim belli bir anlayışımız, devlete bir
yaklaşım tarzımız vardı. Uymadığı için ayrıldım" diyor O gün
Başbakanlık Konutu'nda Tayyip Erdoğan'ı bekleyenler kuyruk olmuştu.
AB konusunda görüşmek için randevu almış Hollanda radyosu, ARD
televizyonu, Wall Street Journal ve Radikal temsilcileri...
Putin'in ziyaretine dair brifing vermek için bekleyen
diplomatlar... Brüksel gezisi öncesi son rötuşları yapmaya gelmiş
bürokratlar... Başbakan ise yorgun bir günün akşamındaydı. Biz ise
bunca yoğun gündem arasında onu uzak bir zaman dilimine ve bambaşka
bir gündeme götürmeye gelmiştik. Son bir yıldır Nebil Özgentürk'le
birlikte İETT için bir belgesel hazırlığındaydık. Adı, "İlk Durak".
Bir kurum tarihi olarak başladığımız çalışma için personel arşivine
girince çok şaşırtıcı bir sonuca ulaştık. Çeşitli meslek dallarında
Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli isimler, kariyerine İETT'de
başlamıştı. Yaşar Kemal, Ferruh Bozbeyli, Memduh Ün, Mustafa
Sarıgül, Tuncel Kurtiz, Orhan Hançerlioğlu, Hıfzı Topuz, Recep
Bilginer, Rasih Nuri İleri, Münevver Andaç, Peride Celal... liste
uzayıp gidiyordu. Bu isimlerin kimi kantinci, kimi sayaç okuma
memuru, kimi tahsilat görevlisi olarak bu "ilk durak"ta
buluşmuştu.Hayatta olanlarla uzun söyleşiler yaptık. Hepsi
birbirinden güzel anılar anlattılar. Gerçekten ilginç bir belgesel
çıktı ortaya... Atilla Özdemiroğlu nefis bir müzik yaptı. Ben o
müziğe söz yazdım. "İlk Durak" adlı bu şarkıyı Levent Yüksel
seslendirdi. Belgesel ve kitap yayına hazır hale geldi. Artık "İlk
Durak"takiler listesinde görüşülmedik tek bir kişi kalmıştı:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan... O da İETT'de 1974'te geçici işçi
olarak göreve başlamış ve 1981'e kadar 7 yıl çalışmıştı. İşte bize
o 7 yılın öyküsünü anlatması için randevulaşmıştık. Sonra da sırada
bekleyen meslektaşlarımızı bekletme pahasına, bir kantin görevlisi
olarak başlayıp başbakanlıkla sonuçlanan inanılmaz yaşam
kariyerinin ilk basamaklarını, pek az söz ettiği ayrıntılarla
süsleyerek anlattı. İşte Egemen Bağış, Prof. Nabi Avcı, Ahmet
Tezcan gibi yakın danışmanlarının da ilgiyle izlediği o söyleşi:
Nasıl oldu İETT'ye girişiniz? İETT'ye girişim, üniversiteye
girişimle beraber gerçekleşti. Ben ortaöğretim çağında amatör
kümede Camialtı'nda sembolik rakamlarla futbol oynuyordum. Bu,
ortaöğretim süresince devam etti. Üniversiteye girdiğim sene
İETT'den bir teklif geldi. Oradaki sosyal hizmetlerde futbol
oynayacaktık. Bir yandan da İETT'nin işçi kadrosuna alınacaktık.
Biz de 'Peki' dedik. Kantinde çalışıyordum Sınavda komşularımızı
sormuşlar. Tam olarak hatırlamıyorum, ama basit bir sınavdı
diyebilirim. İyi bir not almıştım galiba... 24 Temmuz 1974'te İETT
Altıntepe Daire Müdürlüğü "temizlik kadrosunda vasıfsız işçi
olarak" işe başlamışsınız. İlk gittiğiniz günü hatırlıyor musunuz?
Tabii... Şişli Garajı'nın arkasında bir kantinimiz vardı. Sezon
bittiğinde bizi o kantinde istihdam ediyorlardı. Satış yapıyorduk.
Ticaret orada başladı yani? Benim çocukluğumdan itibaren özellikle
ticarete yönelik yanım iyiydi. Mesela ilkokulda yaz tatillerinde
çalışırdım. Ortaöğretim boyunca yaz tatillerinde yine aynı şekilde
zaman zaman çalıştım. Sene içi yatılı okuduğum için okulda
kartpostal satışı yapardım. Çünkü yatılı öğrenciler biliyorsunuz,
Anadolu'daki annesine, babasına, kardeşlerine sürekli kartpostal
gönderirdi. Ne kadar kazanıyordunuz? Rahmetli babam haftada 2.5
lira verirdi bana. Bunun dışında okulda kartpostal satışlarından 5
- 10 lira arasında para kazanırdım. Tabii çok iyi paraydı. Ben ilk
kaynak kitaplarımı hep o kazandığım paralarla taksitle almışımdır.
İETT'de ne kadardı maaşınız? Aklımda kaldığı kadarıyla ilk aldığım
maaş 250 liraydı. Sicil nimaranız 27 bin 706 imiş. Sigorta numaramı
almadınız mı? 769 bin 950 miydi neydi? Bir de dilekçe var
dosyanızda, aynen şöyle diyor: "Hasta olan yengemin Ankara'dan
İstanbul'a getirilmesi gerekmektedir. Kendisini Ankara'dan alıp
getirecek tek aile ferdi benim. Bu yüzden ücretsiz iznimin kabulünü
bilgilerinize arz ederim." Ne olmuş vermemişler mi izin?
Vermemişler. (Gülüyor) 12 Eylül'de ayrıldınız İETT'den... Evet, 12
Eylül'le birlikte ayrıldım. Sağ olsun, bir komando albay geldi
İETT'nin genel müdürlüğüne... Tabii biraz o dönemde farklı bir hava
estirdi. O farklı hava da bize pek uymadı. Onun için istifa etmek
bizim için daha isabetliydi. Ben de istifamı verdim ve ayrıldım.
Albay genel müdürün size yönelik şahsi bir tavrı oldu mu? Yani
öyle, çok çok ters bir şey olmadı ama yaklaşım tarzı hoş değildi.
Hoş olmayınca tabii bizim siyasetteki anlayışımıza uymuyordu. Çünkü
bizim de belli bir anlayışımız vardı, devlete bir yaklaşım tarzımız
vardı, bu yaklaşım tarzına uymadığı için de ayrılmayı daha uygun
buldum ve istifamı vererek ayrıldım. Çok da hayırlı oldu. Çünkü
hemen haftasına İETT'de aldığımın 4 katı fazla maaşla özel sektörde
iş buldum. Bu benim için de çok daha iyiydi. Sonra üniversiteyi
bitirdim ve hemen askere gittim. Fenerbahçe'yi yenince giriştiler
bize Erdoğan, "Ziya Bey'lerin, Fuat Bey'lerin, Cemil'lerin oynadığı
zamanlar. Hazırlık maçında Fenerbahçe'yi yendik. Ama onları böyle
yenince tekme tokat girdiler. Bir taraftan da Fenerbahçeliyiz,
Fenerbahçe'yi yendik. Dereağzı'ndaki o maçı tabii hiç unutamıyoruz"
diyor Nasıl bir takımınız vardı? "İETT'de beraber futbol
oynadığımız arkadaşlarla bir aile gibiydik. Birbirimize çok
bağlıydık. Dayanışmamız çok farklıydı. Kamp yapma şartlarından
ötürü birbirimize sevgimiz çok artmıştı. Haftada üç gün
antrenmanımız vardı. Çok disiplinli bir hocamız vardı. Hakikaten
güzel anılarla dolu bir 6 - 7 yılı orada geçirdik. Bu sürenin 4
yılı İstanbul şampiyonu olduk. Türkiye Şampiyonasına gittik. Tabii
o zamanlar Türkiye Amatör Karmalar Şampiyonası olurdu. Bu 6 yılın 4
- 5 yılı amatör karmada geçti. İyi bir performansımız vardı. Ve
takımımız, o zamanın literatüründeki ifadesiyle 'kafaya oynardı'.
Ali Sami Yen'in dili olsa Koşullar nasıldı? Tabii o zamanın
şartları bugüne göre çok farklıydı. Yani şu Ali Sami Yen'in dili
olsa da bir konuşsa... Ali Sami Yen, bizim top oynadığımız
zamanlarda çim değildi. Çim saha diye bir şey bilmezdik. Çim de
yapıldı ama sonra ne çim kaldı ne bir şey... Hele hele kış
mevsiminde bir de don yaparsa, adeta tarlada top oynuyorsun. Top
kontrolü diye bir şey söz konusu değil. Düştüğün zaman zaten bir
defa kesinlikle vücudunun herhangi bir yeri, deri meri hepsi
yüzülüyor. Şeref Stadı, Vefa Stadı da öyle. Zeytinburnu'nda Sümer
Stadı vardı, o da öyle. Hepsi bizler için felaket yerlerdi.
Giydiğimiz ayakkabılar zaten öyle şimdiki gibi ayakkabılar değil.
Meşhur Dinyakos'un ayakkabılarını giyerdik. O ayakkabıyı alabilmek,
giymek de lükstü. Dolapdere, Yenişehir'de zaten 3 tane kalfası
vardı Dinyakos'un; bir İbrahim, bir Rahman, bir Fazlı diye; öldüler
mi bilemiyorum. Onların ayakkabısı bunların en kalitelisiydi. Daha
sonra tabi Adidas'a geçiş yaptık ama o Adidas'lar da çim saha için
yapılmıştı. Bizim toprak sahalara dayanamıyordu, birkaç maçta
bakıyorsunuz, hemen çivileri çıkıyordu. İmkânlar da öyle çok fazla
değildi. Böyle enteresan şartlar içerisinde biz amatör kümede o
futbol yaşamımızı sürdürmüştük. Fenerliyiz, Fener'i yendik
Unutamadığınız bir anınız var mı? Fenerbahçe ile bir hazırlık maçı
yapıyoruz. Maç da Dereağzı denilen yerde... O zamanlar Fenerbahçe
antrenmanlarını hep orada yapıyor. Tabii şimdi onların da aklında
mıdır, değil midir bilemiyorum, ama biz o gün Fenerbahçe'yi yendik.
Ama Fenerbahçe'nin de böyle çok kalite, zirve olduğu zaman... Yani
Ziya bey'lerin, Fuat bey'lerin, Cemil'lerin oynadığı zamanlar... O
gün bizi gerçekten bayağı hırpaladılar. Müdafaada Yılmaz filan
vardı, o dönemin çok başarılı müdafaa elemanı, bilmiyorum şu anda
sağ mı, Yılmaz ağabeyimiz tekme atmıştı. Ziya Bey, orta sahada, top
tevziinde, sahadaki futbolun seyrini bir anda değiştirme
noktasında, stiliyle o dönemin yıldızı, ki bugün bile ben orta
sahada onun ayarında bir maestro göremiyorum. O gün o maçı aldık,
ama biz onları böyle yenince tekme tokat girdiler. Bir taraftan da
Fenerbahçeliyiz, Fenerbahçe'yi yendik. Dereağzı'ndaki o maçı tabii
hiç unutamıyoruz. Nasıl bir futbolcuydunuz? Nerede oynardınız? Daha
çok fiziğe, kondisyona dayalı bir futbol özelliğim vardı. İlk
yıllarımda Camialtı'nda, İETT'de forvet oynadım. O zaman forvet,
sağ açık, santrfor, sol açık şeklinde işlerdi. Yani 'kanat
oyuncusu' veya 'santrfor' diye değil 'forvet' diye geçiyordu. Daha
sonra orta sahaya çekildim. Son 2 - 3 yıl da libero oynadım.
Yüklendim topa... Saçınız bozulmasın diye kafa toplarına
çıkmazmışsınız... Yok... Öyle bir hassasiyetim yoktu. Yalnız bir
gün bir Türkiye Şampiyonası'nda oynuyoruz. Şampiyonluğu kaybettik.
Son maçımıza çıktık. Ankara'da bir Ankara takımıyla oynuyoruz.
Hocam da beni o gün direkt takıma almadı, yedekteydim. İkinci devre
sahaya sürdü. 1 - 1'di maç, frikik oldu. Arkadaşlar da frikiği bana
bıraktılar. Saha da çamur, ağır, zaten hava da yağıyor. Ben de öyle
bir boşluğu gördüm, oradan şöyle Yaradan'a sığınıp bir yüklendim
topa... Vuruşumla, çatal diye tabir ederiz, top oraya takılıverdi
ve o maçı 2-1 aldık. Aileniz nasıl bakıyordu futbolculuğunuza?
Tabii, Camialtı'nda başlamadan önce olumsuzdular. Çünkü okumamı çok
arzu ediyorlardı. (İlk dönem babamdan gizli oynadım). Ama
Camialtı'nda başladıktan sonra iş resmileşti. O zamanlar amatör
küme maçları gazetelerde yer alırdı. Tabii artık işi gizlemek
mümkün değildi. Camialtı'nda oynadığım zaman, 15 - 16 yaşında
İstanbul Genç Karma'ya seçildim. Türkiye Şampiyonası'na giderken
babanın onay vermesi lazım. Aksi takdirde takım sizi götüremiyor.
Konuyu babama açma zaruretimiz oldu. Babama konuyu açınca, tabii
babam biraz sinirlendi. 'Ben seni oku diye yetiştiriyorum, sen bu
işe kendini verdiğin zaman okulu ihmal edeceksin, şudur budur'
filan dedi. Onun için ben Genç Karma ile Türkiye Şampiyonası'na
gidememiştim. Tabii rahmetli babamın o hassasiyeti de bizi bir
yerde bugünlere hazırladı. Demek ki hayırlı olmuş." Okula
imtihandan imtihana gidiyordum Üniversitelerde kargaşanın yavaş
yavaş başladığı günlerdi. Siyasetin içindeydiniz. Etkilendiniz mi o
ortamdan? Zor günlerdi. Sevgili annem eve gelene kadar 'Acaba bugün
bir şey oldu mu?' diye balkonlarda beklerdi. Zaten antrenman olduğu
günler, hiç gitmiyordum. Antrenman dışındaki günlerde de okulda
herhangi bir olay olduğu gün hiç gitmiyordum. Doğrusu okula o kadar
gitmiyorduk. Sadece imtihandan imtihana gidiyorduk desem yeridir.
İETT ne kazandırdı size? Oradaki o kantin çalışmasıyla filan
sürekli halkımla bir arada olma, bir kurum çalışmasının nasıl
olduğunu görme imkânını bulduk. Ve tabii bir de geleceğe orada
hazırlandım. Ailemin, o sırada doğmuş olan iki çocuğumun ekmeğini
oradan temin ettim. İETT'den bu kadar çok ve değişik isim
yetişmesini neye bağlıyorsunuz? İETT çok geniş tabanlı, çalışanı
çok fazla olan güçlü bir kamu kurumuydu. İstanbul'da da çok yaygın
bir kurumdu. Anneler, babalar evladını kutlu devlet kapısında işe
gönderme gayreti içindeydi. İETT'nin bu noktada İstanbul'da çok
farklı, çok müstesna bir yeri vardı. Sanıyorum oradan
kaynaklanıyor. Bize de bu teklif gelince, hele hele 'Bir taraftan
orada istihdam edileceksiniz, bir taraftan da futbolunuzu
oynayacaksınız' dedikleri zaman, bizi çeken önemli yanlarından bir
tanesi de buydu.