Erdoğan'a acıyan gazeteci kim?
Abone olBir ibret vesikası geçti elimize... Nabi Avcı'ya "tip" diyen, Vuslat Doğan Sabancı'yı göklere çıkaran ve Erdoğan'a acıyan bir gazetecinin yazdığı ibret vesikası.
Tüm bunları yazan gazeteci Basın Konseyi Başkanı, Hürriyet'in
Başyazarı Oktay Ekşi'den başkası değil...
Oktay Ekşi, "Sevgili Alican Bey," dediği kişi Show Genel Yayın
Yönetmeni Alican Değer... İşte "İbret vesikası" dediğimiz mektup..
Lütfen satır aralarını çok dikkatli okuyun:
Not: Oktay Ekşi'nin Başbakan Erdoğan'a gönderdiği listede
Vuslat Doğan Sabancı'nın olduğu doğru.. Ancak bizim iddiamız bu
değil, en başından beri söylüyoruz:
-Vuslat Doğan Sabancı DAVETLİ değildi bu
toplantıya.. Ve Oktay Ekşi, Basın Konseyi'nin dışından İşveren
Vuslat Doğan Sabancı da gelebilir mi? diye bir soru sorma gereği
duymadı Erdoğan'ın "Kendini beğinmiş, hariciye memuru" Hikmet
Bulduk'a....
İşte o mektup:
Sevgili Alican Bey,
Mesajınızı Hülya (Sekreterim) bana öğleye doğru verdi. Tüm gün boyu
sizinki dahil hiç mesaja yanıt verecek olanak bulamadım.
Koşuşturmam şimdi yani gün döndükten ve saat 00.30'u geçtikten
sonra bitti. Ben de gelen mesajlara yanıt vermeye başladım.
Önce belirteyim:
12 Mart toplantısına katılan, bir başka ifadeyle son günlerde
tartştımız Ceza Yasası meselesine yakın ilgi gösteren
arkadaşlarımızdan -özellikle Yüksek Kurul üyesi dostlarımızdan-
biri sıfatıyla mesajınızın ve sorunuzun yerinde olduğunu kabul
ediyorum. Dünkü daha önce pek çok olayda gördümüz gibi 12 Mart günü
de toplantıda bulundunuz ve desteğinizi gösterdiniz.
Benim aımdan bakınca olayın vukuu ve gelişmesi öyle:
Bildiğiniz gibi 28 Mart sabahı yaptığım -ve tüm BKYK üyelerini de
çaırdım-Basın Toplantısında, "12 Mart günü medya temsilcilerinin
oluşturduğu 51 arkadaşımızın aldığı karar gereğince Başbakan Tayyip
Erdoğan'dan randevu istediğimizi ancak 15 Mart tarihli başvurumuza
28 Mart Pazartesi sabahına kadar yanıt alamadığımızı, bunun söz
konusu toplantıya katılan medya temsilcilerini ve Basın Konseyi'ni
yok sayma anlamına geldiğini, buna müsaade etmeye hakkımız
olmadığını o nedenle randevu isteğimizi o sabah iptal ettiğimizi
söyledim.
"Biz artık Başbakandan randevu isteğinde bulunmayacağız. Ama
kendisinden bizimle görüşme yapmak yönünde bir arzu doğarsa ona da
onun gereklerine göre yanıt vereceğiz" dedim.
Buna rağmen 4 Nisan Pazartesi öğleden sonra (sanıyorum saat 15-16
arasıydı) Başbakanın Özel Kalem Müdürü Hitmet Bey beni aradı.
Kendisi "Daha önce yaptımız başvuruyu dikkate alarak Başbakanın
bizi 6 Nisan Çarşamba günü saat 12.45'de beklediğini" biraz da
amirane bir ifadeyle bildirdi.
Kendisine "Bizim Başbakanla görşmek gibi bir talebimiz
bulunmadığını zira 15 Mart tarihli talebimizin 13 gün boyunca
yanıtsız bırakılması üzerine talebimizi iptal ettiğimizi ve bunu
kamuoyu önünde yaptımızı" söyledim.
"Eğer Sayın Başbakan bizimle görşme istiyor ve siz bunu
söylüyorsanız onun gereği ayrıdır. Bunu dikkate alır gereğini
yaparız" dedim.
"Ne fark eder efendim? Başbakan sizinle görşmek için Çarşamba saat
12.45'de sizi bekliyor" dedi.
"Çok şey fark eder. Sizin dediğiniz bizim kamuoyu önündeki
sözlerimizi yok saydığımız anlamına gelir. Benim söylediğim, Sayın
Başbakanın bizimle görşmek için bizi davet ettiğini ifade eder.
Resmi herkesin olduğu gibi görmesi için bunun bilinmesinde yarar
var" dedim.
Sonra:
"Şunu ilave edeyim ki ben Sayın Başbakanın bu arzusuna göre
Çarşamba günü saat 12.45'de orada olacağım. Benden başka kimse
gelir mi bilmiyorum. Zaman da çok dar olduğu için size hemen o
konuda yanıt veremiyorum. Ama yarın bilgi veririm" dedim.
Konuşma benim yazı saatimin tam ortasına rastladı. Makalemi bitirip
tekrar konuya dönebilmem ancak saat 18'den sonra mümkün oldu.
Önce aklıma -özellikle son günlerde gazetecilerin Başbakanla
görüşmeleri sırasında bir takım başka talepleri de dile
getirdiklerine ilişkin şikayet ve yayınları dikkate alarak- bu
görşmeye bir tanıkla yani bir başka arkadaşla birlikte gitmek
geldi. Konu TCK'yı ilgilendirdiği ve hukuk uzmanı olarak Sn.Turgut
Kazan'dan yardım istediğimiz için öncelikle onu aradım. Bir takım
programlarını iptal etme pahasına katılacağını söyledi.
B.Konseyi Vakıf Başkanı sıfatıyla Orhan Birgit de katılsa iyi olur
diye düşündüm. Onu aradım. "Beni mazur gör" yanıtını verdi. Böylece
o akşam sadece Kazan'dan müspet yanıt almş oldum.
Anımsayacaınız gibi 12 Mart toplantısına katılanlara:
"Başbakan randevu talebimize olumlu yanıt verirse bu toplantıya
katılanlara duyuru yapacağız ve arzu edenlerle birlikte Ankara'ya
gideceğiz" demiştim.
O nedenle aklıma, "Tüm 51 kişiye mesaj iletmek" geldi.
Sonra iki mülahaza beni engelledi:
1- Özellikle Konsey üyesi olmayan katılımcıların hemen uyarılması
ve yanıt istenmesi o dakikadan sonra mümkün değildi. Dünkü tüm bu
gelişmeden henüz Konsey Genel Sekreterinin de sekretaryasının da
haberi yoktu. Onlar da o dakikalarda çoktan Konseyden çıkmş
evlerine gitmişlerdi. Ertesi sabah da bu duyuruyu yapıp yanıtları
netleştirecek kadar vakit kalmıyordu. O nedenle 51 Katılımcıya
ulaşmaya kalkmaktan vaz geçtim.
2- Bizim 51 katılımcıya verdiğimiz söz Başbakandan randevu
talebimizle ilgiliydi. Oysa biz o talebi iptal etmiştik. Bu nedenle
o sözün doğrultusunda kalmak zorunluluğu ortadan kalkmştı.
Keza Basın Konseyi Yüksek Kurul üyeleri yönünden de zaman darlı
artık "tüm üyelere çağrı yapma"ya olanak bırakmayacak
noktadaydı.
Kaldı ki Başbakanın daveti -Özel Kalem Müdürünün ifadesinden
anlaşıldına göre- sadece Basın Konseyi Başkanına dönüktü. Yani işin
özünde "yalnız gitmeyeyim" tavrı koyan bendim.
Bu durumda "Hiç değilse temsilde, yelpazeyi geniş tutmaya çalşalım"
dedim.
Orhan Birgit, kendisini çağırdığım zaman, "12 Mart toplantısı
sırasında benim yanımda oturan Vuslat Doğan Sabancıya, "Başbakana
gidecek gazeteciler arasında siz de bulunur musunuz?" diye
sorduğunu, Vuslat D.Sabancı'nın "Memnuniyetle katılırım" yanıtı
verdiğini bana söylemişti. Ben de "Gazete sahipleri
kesiminden de bir ismin aramızda bulunması çok iyi olur. Böylece
özellikle çalşan gazetecileri hedef alıyormuş gibi görünen yeni
yasa değişikliklerine işveren kesiminin de karı ıktını
anlatırız" diye düşündüğüm için Vuslat Sabancı'yı
aradım. Kaldı ki kendisine daha önce sorulmuş ve o da
"Memnuniyetle gelirim" demiş olduğuna göre bu
beyanı yok saymak saygısızlık olurdu. O nedenle kendisini
arattırdım. Gazeteye gelmemişti.
Sizin de dahil olduğunuz gruptan Akşam'ın Genel Yayın Yönetmeni
Serdar Turgut'un arzu ederse bu randevuya katılabileceğini
söylemesini -o dakikalarda Akşam gazetesine gitmekte olduğunu bana
söyleyen- Sn.Turgut Kazan'dan rica ettim.
Serdar Turgut'un yanıtını Turgut Kazan'dan öğrendik.
Katılmıyordu.
Günün rutinini yaşayıp, toplantılara katılma, günlük makaleyi yazma
koşuşturması arasında vakit ilerleyince, sekreterimden, "Zaman
gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'yı bulmasını" istedim.
Dumanlı "Gelirim" dedi. Yelpazeyi genişletmek amacıyla "Vatan Genel
Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu'nu aradım. O da "Memnuniyetle
gelirim" yanıtını verdi. Hemen Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Ergun Babahan'a "onlarla yazılı iletişim sağlıklı olur" düncesiyle
acil yanıt isteyen bir mektup yazdım. Durumu anlatıp Ankara'ya
gelmesini rica ettim. Sekreteri "Katılmıyor" yanıtını vermiş. Bunun
üzerine Ankara'nın liste beklentisini dikkate alarak öğleden sonra
Başbakanlık Özel Kalem Müdürüne, benimle birlikte, Turgut Kazan,
Tayfun Devecioğlu, Ekrem Dumanlı'dan oluşan dört kişilik bir
heyetin Ankara'ya geleceğini, Vuslat Doğan Sabancı ile irtibat
kurulunca onunla ilgili verileceğini bildiren bir faks çektim.
Saat 18 sularında Vuslat D.Sabancı'nın sekreteri, Vuslat Hanımla
irtibat kurduğunu söyleyerek beni telefonla bağladı. Kendisine "12
Mart tarihinde Orhan Birgit'in sorusuna verdiği yanıt geçerli ise
ertesi gün (Çarşamba) Saat 12.45'de Başbakanla görşmek üzere
gidecek heyete katılabileceğini" söyledim. "Bilet bulursam,
memnuniyetle gelirim" dedi. Onun üzerine Başbakanlık Özel
Kalemine "kesinleşmiş" listeyi tekrar geçtim. Bunda Vuslat
D.Sabancı da vardı.
Ertesi gün 5 kişi saat 11'de Adalet Bakanı Cemil Çiçek'le makamında
bir saat süren bir görşme yaptık. Daha sonra saat 12.45'den
itibaren Başbakanla 45 dakika görştük. Bunlara ilişkin bilgiler
zaten TV'lere ve gazetelere yansıdı. Ama sonradan öğrendim ki
"Vuslat Doğan Sabancı'yı ben son dakikada listeye ilave
ederek Başbakana bir emri vaki" yapmışım. Bununla anlaşılan patrona
yaranmayı amaçlamışım. Esasen benim yaptığım bir
skandalmş. O kadar büyük bir skandalmş ki Başbakan listede
Vuslat Sabancı'nın adını görünce "Bunlar işte böyledir.
Başka listeyle randevu isterler. Sonra emri vaki yaparlar"
anlamına gelen olumsuz sözler söylemiş.
Sizin mesajınız içinde buna ilişkin bilgi isteği yok ama, doğrusu
bir şeye hayret etmekten kendimi alamadım:
Gerçi ortada bir emri vaki yok ama... Sayalım ki Başbakan gerçekten
"Bu Vuslat Sabancı da nereden çıktı?" gibi bir laf
etti.
Bunu kimin yanında söyler?
Herhalde Özel Kalem Müdürü ve bir de Basın
Danşmanı olarak ortada dolaşanların yanında söyler değil
mi?
Bir başka şekilde sorayım:
Gazetecilere dönüp böyle bir laf eder mi?
"Eder elbette" derseniz bundan sonraki satırları
okumayın. Ama "etmez" diyorsanız, o sözleri
Başbakanın ya Özel Kalem Müdürünün veya Basın Danşmanı sıfatlı
kişilerin gazetecilere aktarması gerektiğinde benimle mutabık
kalırsınız.
Özel Kalem Müdürü Hikmet Bulduk'la bu vesileyle
tanştım. Tipik bir kendini beğenmiş Hariciye Memuru
izlenimi edindim. "Büyük dağları bile"
kendisinin yarattığından emin bir hali var. O nedenle
gazetecilerle görüşecek kadar aşağılara inmesi söz konusu
olamaz.
Geriye Başbakanın Danşmanlarından Nabi Avcı ile Ahmet
Tezcan kalıyor.
Nabi Avcı'nın kişiliği Özel Kalem Müdürününki gibi görünmüyor ama o
da fevkalade mesafeli, ölçülü ve dikkatli bir tip.
O da böyle "dedi ki demişki" adamı değil.
Ve gösterge ister istemez Ahmet Tezcan'ın üstünde duruyor.
Böyle birileriyle çalışan Başbakana siz olsanız acımaz
mısınız?
Onu da bırakalım:
Birileri "Vuslat D.Sabancı patron (kesiminden) olduğuna
göre onun bu hey'ette yer alması çok yanlş"
diyor(muş).
Ben de diyorum ki, "Tam tersine... İşveren kesiminden
birinin bizim gibi çalışan gazeteciler hey'etine dahil olarak
destek vermesi son derece olumlu ve yararlı bir
tavırdır.
Çünkü -benim bildiğime göre- Basın tarihimizde çalışan
gazetecilerin sorunlarını kendi sorunu saymş ve onlarla omuz omuza
hareket etmiş başka bir işveren yoktur. Eğer biz bu
örnekten yola çıkarak işverenleri de kendi yanımıza alabilir,
onları bizimle birlikte görebilirsek, bundan daha iyi ne
olabilir?"
Neyse... Fazla uzattım ama bu size yazdığımı gerekirse kamuoyuna da
yazacağım. Size "TV'ler neden temsil edilmedi?" anlamındaki
sorunuzun makul olduğunu kabul ettiğimi belirtmek istiyorum. Ama
bir ayrımcılık söz konusu olmadını tüm samimiyetimle bilginize
sunmak istedim.
Bu tablo içinde hatamız olduysa özür dilemek borcumdur.
Öyle görüyorsanız, "özürlerimi" kabul edin.
Sevgiler sunuyorum.
Oktay Ekşi
NOT: Oktay Ekşi'nin mektubu Alican Değer'e
hitaben yazılmş(Show haber genel yayın yönetmeni).. Ancak bu mektup
tüm kurul üyelerine gönderildi. Ancak Alican Değer'e hitaben
yazılmş olmasının ise bir nedeni var. Alican Değer, Başbakan'la
görüşmeye giden kişilerin neden bu şekilde seçildiğini, daha
önceden alınan karar uyarınca 13 kişilik çalşma kurulunun görevli
olduğunu hatırlatıp açıklama bekliyordu. Bu yüzden Alican
Değer'e hitaben yazıldı ama tüm kurul üyelerine de
dağıtıldı