'Erdoğan TÜRGEV'le kendi cemaatini kuruyor!'
Abone olZaman Gazetesi Yazarı Ahmet Turan Alkan, Erdoğan’ın cemaate imrendiğini söylerken “bunu kendi cemaatini oluşturmak için model olarak kullanıyor. O vakıf (TÜRGEV) bu amaca hizmet eden bir vakıf" dedi...
Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Gülen Cemaati’nin toplumsal taban
oluşturma modeline imrendiğini öne sürerek, Erdoğan kendi cemaatini
oluşturmak istiyor. TÜRGEV bu amaca hizmet eden bir vakıf”
dedi.
Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e konuşan Ahmet Turan Alkan, 17-25
Aralık süreci yaşanmamış olsa bile Hükümet-Cemaat ayrışmasının
yaşanacağını ifade ederek, 25 Aralık soruşturmasının Erdoğan’a
ulaşabileceğini kaydetti. MİT’in parti istihbaratı haline geldiğini
savunan Alkan “MİT, Başbakanlık’tan, devletten ziyade partiye
servis veren bir görüntü vermeye başladı” ifadelerini kullandı.
Ahmet Turan Alkan’ın Bugün gazetesine yaptığı açıklamalar
şöyle:
- Yolsuzluk operasyonlarından sonra AK Parti’de bir değişim
olduğu iddiası var. AK Parti 17 Aralık’tan sonra mı değişti, yoksa
hep mi böyleydi de görünmüyor muydu?
Hayır, hep böyle değildi. Bu sürecin başlamasında en önemli
unsurlardan birisi, İran'a uygulanan ekonomik ambargoydu. Ambargoyu
kırmak için İran'ın harekete geçmesi; bazı yolları zorlayarak
Türkiye üzerinden veya başka ülkeler üzerinden halkın tabii
ihtiyaçlarını karşılamak için, kendi petrolünü satması ve
karşılığını bir şekilde tekrar İran'a sokmak istemesi yüzünden bir
süreç başladı.Bu trafik Türkiye üzerinden geçmeye başlayınca,
aniden hiç görülmemiş bir kara para akışı söz konusu oldu.
"İMTİHAN KARA PARA TRAFİĞİ İLE
BAŞLADI"
Hadiseler ve imtihan böyle başladı. O güne kadar bu külliyetli
miktarda para trafiğinden komisyon alacak bir ortam yoktu. Evet,
biz daha önce de belediyelerde ufak çaplı yolsuzluklar duyuyorduk.
Ama bunlar sistematik ve büyük ebatlı şeyler değildi.
- 2010 Anayasa Referandumuyla AK Parti’nin demokrasi
yolundaki paydaşlarını tasfiye etmeye başladığı iddia ediliyor.
Kanaatiniz nedir?
2010 Referandumu bugün dahi gündeme gelse destekleyeceğimiz bir
mahiyete sahipti. Bunun basit bir kriteri vardır.Hürriyetler
alanını genişletmesi ve vatandaşı devlete karşı güçlendiren anayasa
değişiklikleriydi.
Destekledik. Bugün aynısını yapsınlar, kendi adıma yine
desteklerim. Referandumdaki yüzde 58, birilerine kötü ilham vermiş.
Bu ilhamı da kendi hesaplarına göre hayli tahakkuk ettirdiler.
En son cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 52 oy alınması doğrusu
particilik açısından büyük başarıdır. Bunlar zehirli politikalar
ama neticede sonuçlar açıklandığında herkes sandığa
bakıyor.
"DOLMABAHÇE KUTUPLAŞTIRMAYI DERİNLEŞTİMEK
İÇİNDİ"
- İddialara rağmen oylarda çok büyük düşüş olmamasının
sebebi nedir?
Bu politikanın ve başarının çeşitli sebepleri var: Birincisi AK
Parti'nin geniş yığınların hayatının belirli seviyenin üzerine
çıkarmadaki gösterdiği samimiyet ve başarıdır. Mesela sağlık
hizmetlerinde inkılap çapında adımlar atıldı. Türkiye'de orta sınıf
güçlendi. Vesayete yönelik politik bir mücadele verildi.
Bu süreçte halka dokunabilmenin sihirli kimyası fark edildi
ama bu son seçim başarılarının arkasında yatan en mühim belirleyici
Gezi hadiseleri oldu. Kimsenin, öyle ki hükümetin bile beklemediği
bir şeydi. Hatırlanacaktır, başlarda hükümet adına yatıştırıcı ve
iyi niyetli mesajlar veriliyordu. Dönemin başbakanı, o zaman Kuzey
Afrika'daydı.
Gezi olayları tırmandıktan sonra yumuşama eğiliminden yana olanları
yalanladı hatta azarladı. Yeni politikasını gerilim üzerinden
kurdu. Kendisine inanan ve daha önce oy vermiş kişileri
korkularından yakalayarak yönetime yakınlaştırdı, bağladı. 'Eğer
yanımda durmazsanız size sunduğum hayat tarzını kaybedersiniz'
dedi. Kabataş'taki, Dolmabahçe’deki hadise, bu kamplaşmayı
sertleştirmek için kullanıldı.
"HALK GEZİ'DE DARBEYE
İNANDIRILDI"
- Erdoğan, Gezi'de halkı darbeye mi inandırdı?
Evet. İşin açıkçası pek çoğumuz bu tehlikeyi hissettik. Özellikle
Dolmabahçe'de Başbakanlık ofisine yapılan saldırıdan ben de endişe
ettim. Ama Gezi hadisesi bundan ibaret değil. Gezi'yi ben şöyle
niteliyorum:
Sokaktaki insanların beğenmedikleri kamu işlerine son çare olarak
doğrudan müdahale etmesi. Bu başlangıçta çok daha barışçıydı. Ama
daha sonra araya başka unsurlar girdi ve Gezi'nin mahiyeti değişti.
Ama özü hâlâ aynı duruyor. Bunu düşmanlaştırmak doğru değil.
"İSTİHBARAT SERVİSİ
PARTİLEŞİYOR"
- Peki, Erdoğan kendisi darbe yapılacağından endişe etti
mi?
Zannetmiyorum. Ama o dönemde Erdoğan'ın iyi bir istihbaratla
güçlendirildiği kanaatinde değilim. Türkiye'de son 5-6 yıldır
istihbarat teşkilatında bir dönüşüm yaşanıyor.
Sarsıntılı bir dönüşüm bu. İç ve dış istihbaratta hükümetin
yeterince bilgilendirilmediği kanaatindeyim. Şimdi istihbarat
örgütünün partileştiği yönünde güçlü intibalar var. Çünkü hükümet
istihbarat teşkilatını güçlendirecek antidemokratik noktalara kadar
uzanan önemli destekleyici adımlar attı.
- Türkiye'de son yıllarda yaşanan olaylar istihbarat
teşkilatının sorgulanmasına neden oldu. Türkiye istihbarat
açısından iddia edildiği gibi kötü bir durumda mı?
Türkiye'de Hakan Fidan atanana kadar istihbarat teşkilatları
hükümetlerin emrinde olmayı kendilerine pek yakıştıramıyorlardı.
Bunu destekleyen hayli veri vardır. Mesela hiçbir askeri darbeden
hükümetler vaktinde haberdar edilememişlerdir.
Bu çok büyük bir ayıptır. MİT, dış istihbarattan çok iç
fişlemelerden de kullanılan bir aygıt durumuna gelmiştir. Fidan’ın
atanmasıyla burada önemli bir viraj dönüldü. İlk defa Başbakanlığa
bağlı, Başbakanlığa istihbarat sunan bir MİT modeline geçildi.
"MİT DEVLETE DEĞİL PARTİYE SERVİS
VERİYOR"
Bu işler birdenbire olmaz. Çünkü MİT'in içerisinde çok sayıda veya
birden fazla güç odağı olduğu söylenir. O görüntüden şimdi
monolitik bir görüntüye dönüşüyor. Ama bu monolitik görüntü,
Başbakanlık’tan, devletten ziyade partiye servis veren bir görüntü
vermeye başladı.
Çünkü 17-25 Aralık sürecinde MİT iyi bir not almadı. Evet,
baktığınız zaman 7-8 ay önce bir duyuru yazısı yazılmış ama iyi bir
imtihan değildi bu. Aynı şeyi Uludere'de gördük, Musul elçiliğinin
basılmasında gördük, Paris cinayetlerinde gördük.
"MİT, OSLO'DA YÖNETİCİ
OLDU"
- AK Parti, 7 Şubat MİT krizinde Cemaat'i suçladı. Sizin
kanaatiniz nedir?
Bunun hakkında hiçbir teknik bilgim yoktur. Bu mesele hakkında
bildiklerim; o dönemde bir KCK soruşturmasının yürütüldüğü, bazı
MİT mensuplarının KCK’ya sızdıkları ve bu esnada da görev
alanlarını aşan nitelikte suça bulaştıkları ve bunun
soruşturulmasıydı. Böyle bir şey var mı bilmiyorum çünkü bütün
yönleriyle hâlâ aydınlığa kavuşmuş bir mesele değil. Eğer varsa
bunun soruşturulmasını ve sorumluların yakalanmasını elbette ki
isterim.
MİT bu süreçte başka bir boyuta daha geçti; Oslo görüşmelerine
yönetici olarak ve devlet adına devreye girdi. Böylece politik bir
misyon da ifa etmeye başladı. Bu tabiİ MİT’i kurum olarak önceki
yapılanmalardan farklı bir yere getirdi. Hükümetin politikasını
uygulayan bir tarafı da oldu. Bir manada, Çözüm Süreci’ne endeksli
davranmaya başladı.
7 Şubat’ın teknik mahiyetini bilmiyorum. Buradan hareketle MİT
Müste-şarı ifade verir mi vermez mi, ucu Başbakan’a (Erdoğan) gider
mi gitmez mi bu hukuki bir konu. Hukuk devletlerinde herkes kanuna
karşı hesabını verir.
Nitekim eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gitti mahkemede hesap
verdi. Kimse hukuka karşı layüsel değil.
"İNTİKAM VE İNAT POLİTKASI
İZLENDİ"
- Peki teknik bilginiz yok, kanaatiniz nedir?
7 Şubat hadisesinin bir hayli manipüle edildiğini düşünüyorum,
özellikle hükümet tarafından.
- Hüseyin Gülerce attığı bir tweette, “7 Şubat, savaş
ilanıydı. 5 Aralık topyekun saldırıydı. Durdurmaya çok çalıştım.
Ama çok bilmiş çekirge ile "müneccim" yaftası yapıştırıldı. Bana
müneccim yaftası yapıştırıp itibarsızlaştırarak, olayları durdurma
çabamı engelleyen de Ahmet Turan Alkan'dır” dedi. Ne dersiniz bu
iddiaya?
Bu hususta gerekeni Zaman'daki köşemde yazdım; daha fazlasına gerek
duymuyorum.
- 17-25 takipsizlik verildi. Adli Tıp Kurumu’ndan ‘Tapeler
gerçek’ raporu geldi. Bununla ilgili kanaatiniz nedir, süreç bundan
sonra nasıl işler?
Bu da teknik bilgi gerektiren bir süreç. Hükümetin yapacağı şey
basitti. Bütün samimiyetiyle yolsuzluğun üzerine gidecek, zanlılara
kendilerini savunma şansı verecek ve suçlular hakkında da gerekeni
yapacaktı. Bu çok basit bir yoldu.
Bu hareket Türkiye’yi, partiyi, ekonomiyi ve dış politikayı çok
rahatlatırdı. Ancak bu yapılmadı. Bu intibaını silmek için çok
saçma sapan, şartları zorlayan bir inat ve intikam politikası
izleniyor.
"25 ARALIK ERDOĞAN'A
ULAŞBAİLİRDİ"
- Eğer iddiaların üzerine gidilseydi Erdoğan’ın kendisine
de ulaşmaz mıydı, bundan korkmuş olabilir mi?
Ulaşabilirdi. En azından 25 Aralık soruşturması bunun
ulaşabileceğini bize gösteriyor. O da hesabını vermeliydi. Hukuk
devleti böyle bir şey. Başbakanlar, peygamberler gibi, aşere-i
mübeşşere gibi peşînen mâsum değil ki...
Bence Türkiye’de demokratik kültürün kökleşmesi için bu fedakârlık
yapılmalıydı. Türkiye’nin en değerli kadrolarını içinde bulunduran
bir heyet, Başbakan’a uzanırsa Başbakanı da yedekleyecek değerli
isimler vardı. Hâlâ da var. AK Parti bu şansı değerlendiremedi ve
siyasi kültürümüze çok değerli bir katkı yapma fırsatını kaçırmış
oldu. Bunun ceremesini de hepimiz ödeyeceğiz ve ödüyoruz. İleride
bilançonun daha ağırlaşmasından endişe ederim.
"ERDOĞAN ALINDI
ÖFKELENDİ"
- Erdoğan kendisine ulaşmayacak olduğunu bilse soruşturmayı
engeller miydi?
Bu niyet okumak olur. Ama kendisine ve ailesine ulaşmış olmasından
dolayı çok öfkelendiğini ve alınganlık gösterdiğini hissediyorum.
Bunu da tabii buluyorum. Bu kolay kaldırılabilecek bir itham
değildir. Ama bunun gereği böyle mi yapılmalıydı derseniz, burada
yollarımız ayrılıyor.
"ERGENEKON VE ŞİKE
YARGILANMAYACAKTI"
- O halde, ‘Ben ve ailem bu iddiaların içinde yoktur.
İstediğiniz gibi soruşturun’ demesi gerekmez miydi?
En azından 17-25 Aralık soruşturmalarının zihnimizde bıraktığı en
acı tortu şudur: Suçlananlar arasında muhtemelen masumlar da vardı.
Masumların kendilerini aklamasına, varsa suçluların
cezalandırılmasına imkân tanınmadı. Bu da hukuk sistemimizi saçma
sapan hale getiren kargaşanın başlamasına yol açtı. Bugün Türkiye
Balyoz, Ergenekon ve Şike davası sanıklarını yeniden yargılıyor.
Hâlbuki bu davalar, Yargıtay’ın nihai onaylamasına tabi tutuldu.
Şimdi yeniden yargılıyoruz ama bakın 17-25 yargı önüne gelemedi
hâlâ...
"ERDOĞAN KENDİ CEMAATİNİ
OLUŞTURUYOR"
- 17 Aralık başlamasıydı, Balyoz, Ergenekon ve şike yeniden
yargılanacak mıydı?
Bu davalar tahminimce yeniden başlamayacaktı. Belki çok daha sonra
bir af çıkarılacaktı.
- Peki, AK Parti ile Cemaat arasındaki ihtilaf bu kadar
büyür müydü?
Bu ihtilaf 17 Aralık olmasaydı da olacaktı. Çünkü ihtilaf 17
Aralık’tan önce başlamıştı. Ve evveliyatı olan bir şeydi.
Dershaneyle görünür hale geldi ama dershaneden önce de sinyalleri
vardı. Yani biz bunu nereden görüyoruz:
Erdoğan Hizmet Hareketi’nin toplumda taban tutma modeline
imreniyor. Bunu, kendi cemaatini oluşturmak emeli için model olarak
kullanıyor. Bunun da belirtileri son derece berrak. O vakıf
(TÜRGEV) bu amaca hizmet eden bir vakıf. Uzun yıllar iktidarda
kalmak, bir manada seçmeni cemaatleştirmek maksadına yönelik bir
şey. Yani şu anda olan şey, cemaat tipi partileşmedir. Bu cemaat
tipi partileşme, iktidara uzun dönem boyunca iktidar olma şansı
verecek gibi bir hesap oluşturmaya çalışıyor. Fakat başarılı
olacaklarını zannetmiyorum.
- Bu süreç, Cemaat’te bir zayıflamaya yol açtı
mı?
Buna içeriden bakarak söyleyemem. Çünkü tabii mensubu değilim ama
pek çok insanla temas halindeyim. Tabii ki bir daralma oldu.
Cemaat’in soluduğu atmosferde bir daralma oldu. Ayrılanlar da var
tabiatıyla. Dramatik miktarda kopuşlar olmadı. İnsanlar hâlâ üst
değerlerine bağlılar ve liderlerinin yanlış yapmayacağına
inanıyorlar. Yani Hocaefendi insanları bu hususta ikna etti.
"AK PARTİ UFALACAK"
- İsmi yolsuzluk iddiaları içinde geçen bakanlar şu anda
yok. Erdoğan da Köşk’e çıktı. Bu kopuşlar AK Parti’yi temizlemiş
midir?
AK Parti hâlâ Türkiye’yi yönetmek için meşruiyet kazanabilecek bir
parti. AK Parti’den tamamen ümidimi kesmiş değilim. Ama şunu
görüyorum, AK Parti bu büyüklüğüyle devam edemez; büyüklüğü kendisi
için problem olmaya başladı.
Misal vermek gerekirse: Süpürgeyle kar temizlersiniz. Bir süre
temizler ama sonra artık işini görememeye başlar çünkü karla
dolmuştur.
AK Parti bana göre yüzde 52’yi hak edecek bir performans
göstermedi. Onun için ufalacağını öngörüyorum. Belki de o
yüzden telaş ve panikle yönetiliyor şu anda.
"DAVUTOĞLU BAŞBAKAN OLACAK SON
KİŞİYDİ"
- Peki bu bağlamda Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık
performansını nasıl buluyorsunuz?
Davutoğlu Türkiye’de Başbakan olması gereken son kişiydi. Çünkü çok
başarısız bir dış politikanın hem teorisyeni hem de uygulayıcısı. O
açıdan politik bir cezayı hak etmişti. Bazen siyasette iyi
çalışsanız da netice istediğiniz gibi olmaz ve bunun faturasını
ödersiniz.
Defalarca fatura ödemeyi hak etmiş bir dışişleri bakanıydı
Başbakanımız; ama taltif edildi.
Röportajın tamamı için