Ercan Kesal okurlarıyla buluştu
Abone olAktör, senarist, yazar, Dr. Ercan Kesal Ataşehirli okurlarıyla bir araya geldi.
Ataşehir'deki The Corner Book Store & Coffe
House'da 50'yi aşkın okuruyla buluşan Kesal, iki saat
süresince sinemadan yazarlığına, siyasetten yaşama geniş bir
yelpazede okur ve seyircileriyle sohbet etti.
Yazar Neslihan Önderoğlu eşliğinde bir araya gelen Ataşehirli
kitapseverlerden oluşan "Kitap ve Kahve ile Perşembe
Buluşmaları"nın bu akşamki konuğu, son olarak Van ve
Adana'da yapılan Film Festivallerinde "en iyi erkek
oyuncu" seçilen, kısa süre önce yayımladığı Peri
Gazozu adlı uzun öykülerden oluşan kitabı kısa sürede 7
baskı yapan Dr. Ercan Kesal oldu. Saat 19.00'da
başlayan ve 50'yi aşkın kitapseverin katıldığı sohbet toplantısında
Kesal, Peri Gazozu kitabının temel alınarak
sorular soruları içtenlikle yanıtladı.
18-19 yaşlarında şiirler yazdığını, üniversitede siyasal bilimler
okurken bırakıp tıp fakültesine kayıt yaptırdığını, şairliğin,
yazarlığın okulu olmadığına inandığını, ancak doktorluğu bir meslek
olmaktan öte bir sanat olarak gördüğünü açıklayan Kesal'ın sohbeti
2 saat sürdü.
Uzun sohbetten kısa bölümler...
"Gerçek hayat kurgunun bir iki adım önünde mi
gider?" "İnsanoğlunun ilk sıkıntısı varoluşsal bir
sıkıntı.Tarihsel anlamda zihnim ne kadar geriye gitmeme izin verir
bilmem ama, diyelim ki, mağarada yaşayan kişilere hayvan saldırdı,
biri öldü; kayıp duygusunu yaşar mı öteki, bilmem ama, ölümle
birlikte varoluşsal meselesini farketti ilk insan diye düşünüyorum.
Bu içindeki varoluşsal sıkıntının çaresini hayatı taklit ederek
üstesinden gelebileceğini düşündüğünü sanıyorum; bütün yaratıcı
sanat dallarının başlangıç noktasının, orijininin yaratıcı
sanatçının varoluşsal sıkıntısının bir arayışı olduğunu, yarasına
merhem arama olduğu gibi geliyor bana. Başka ne yapabilir;
yaşadıklarını taklit etmekten başka; Rönesans resminin en önemli
özelliği de gördüğünü bire bir aynen yapmak değil midir? Sonuç
olarak, ne yaparsanız yapın, gerçek hayat sanatçının bir adım
önünde, ne yaparsanız yapın, ne yazarsanız yazın, gerçek hayat size
daha renkli şeyler sunar. Gelmek istediğim nokta şu; hayatı
önemsemek lazım, yan yana konulduğunda gerçek yaşamı tercih etmek
gerekir. Burada diyalektik bir nokta var; Marx 'bütün sanatlar en
büyük sanat olan yaşama sanatına katkıda bulunmak için vardırlar'
der. Aslında en büyük sanat, en büyük meşguliyet, en büyük çaba,
yaşama sanatı denilen, bize sunulan bu hayatın yaşanmasıyla ilgili
süreci besleyen, ona hizmet eden şeylerdir. Marx'ın cümlesinin
anlamı bu. Bu anlamda aslında yaptığımız her eylem, bize sunulan bu
hayatı en iyi biçimde yaşamakla ilgili bir eylem. Bunun sonu da
kendimizden memnun olma halidir. Özsaygımız. Sanatı, hayatın
dışında başka bir şey, ondan kopan bir şey değil de, onun daha da
iyi, daha da güzel yaşanmasına hizmet eden bir şey gibi
düşünüyorum, ben. Böyle bakıyorum; yazmak, çizmek, ya da çekmek, ne
olursa olsun." Ataşehirli okurlarıyla sohbet toplantısında
Neslihan Önderoğlu soruyor: "Kitap fikri nasıl ortaya çıktı, daha
önce yazma deneyimleri yaşamış mıydınız?" "Üniversite yıllarında
şiir yazdım, şimdi yazmıyorum, demek ki o zaman başka saikler,
duygular söz konusuydu; gerçekten de bütün sanatçılarda böyle
oluyor, şiirle başlanır, sonra başka alanlara geçilir, ardından
yine şiire dönülür, ben de belki şiirle kapatırım. Sürekli ve
düzgün yazma fikri, Koray Çalışkan önerisiyle başlayan bir süreçte
Radikal ve Birgün gazetelerinde yazdım. Her hafta düzenli yazmak
insanı terbiye eden bir şey. Çünkü kitap yazmak için yola çıksanız,
işi uzatırsınız,zamanınızı başka şeylere de ayırırsınız, her hafta
düzenli yazmak benim bu hikâyelerimin oluşmasını da sağladı,
birikim oluştu, yazıların orta yerinde İletişim Yayınları devreye
girdi, kitap yapalım denildi; yayınlanan öyküleri tek tek elde
geçirdim, yer kaygısıyla kısalttığım yerleri ekledim, yeni boyutlar
kazandırdım, yayımlanmayan öykülerimi de kitaba katınca ortaya Peri
Gazoz çıktı.
Ercan Kesal, sohbet sırasında Şubat 2014 için yeni bir kitap
hazırlamakta olduğunu, bu kitapta yatkın olduğu 'uzun hikâyelere
yer vereceğini' de vurgulayarak şöyle dedi: "Kısa yazmaya
çalışırken, farkettim ki, uzun öykü yazmaya yatkınım; Refik Halit
Karay'da rastlarsınız uzun öykülere; ama yine aynı dil olacak, aynı
sıcaklık, aynı basitlik olacak. Sinemada bir yöntem vardır; bir
şeyi anlatmak değil de, anlatmak edasıyla gösterirler, seyircinin
kendisini farketmesini sağlamaya çalışırlar; geriye çekilirler,
perdedeki hikâye ile seyirciyi başbaşa bırakırlar; seyircinin de
kamerayla birlikte filmin içine girmesini beklerler; ben yazarken
öyle bir yöntemi kullanıyorum; yazdıklarım sizin, okurların
hikâyenin içinde yaptığı bir yolculuktan başka bir şey değil...Ben
sizi yazdıklarımla başbaşa bırakıp kenara çekiliyorum; sizin o
hikâyeye kulak kabartmanıza fırsat veriyorum; ayrıntıları siz
hissediyorsunuz, dolduruyorsunuz...Şu duyguyla hareket ettiğinizi
sanıyorum; 'ben de yazabilirim böyle bir şey'; benim istediğim de
bu; sizin metinin yanında durmanız, özdeşleşmeniz; bir okurumun
yazdıklarından öğreniyorum ki, 'bilinçakışı' denen bir yöntemmiş
bu: Bizde Yunus Atılgan'da, Oğuz Atay'da, batıda Folknair'de James
Joys'da var..Seyirciye, okuyucuya bir nizam vermek değil de serbest
bırakan, duygusunu yaşamasını sağlayan bir yöntem..."
Kaynak: Haberci Gazete