Erbakan Hoca'nın beş rüyası
Abone olMilyonların ebediyete uğurladığı Necmettin Erbakan'ın gerçekleştiremediği projelerini AK Parti değiştirirek uyguluyor
Refah Partisi Genel Başkanı Merhum Necmettin Erbakan dış
politikaya yönelik planlarını Türkiye’nin liderliğinde bir Dünya
İslam Birliği örgütlenmesi üzerine kuruyordu. AKP’nin her ne kadar
“Milli Görüş gömleğini çıkardık” dese de son yıllarda izlediği dış
politikada Erbakan’ın izlerini görmek mümkün.
Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Necmettin Erbakan'ın dış
politikaya yönelik projelerini ve bugün gelinen noktanın analizini
yaptı. İşte Ruşen Çakır'ın kaleminden Erbakan Hoca'nın 5
rüyası:
-Taraftarları Hoca’yı bir efsane olarak görürken, rakipleri onun
hayalciliğini ön plana çıkartıyordu. Örneğin “Hoca’nın hayaline
kurşun sıksan yetişmez” sözü birçok çevre tarafından benimsenmişti.
Olay malum; MSP lideri Erbakan, partisinden Hasan Aksay’a “Git
Adalet Partisi’nden Cihat Bilgehan’ı bul. 50 milletvekili
arkadaşıyla birlikte istifa edip bize transfer olsunlar.
Cumhurbaşkanı da hükümeti kurma görevini bize versin” demişti.
Kuşkusuz Bilgehan bu öneriye cevap bile vermemişti.
O SADECE BİR HAYALPERES DEĞİLDİ
Fakat Erbakan sadece bir hayalperest değildi, öyle ki onun bir
zamanlar “hayal” olarak görülen birçok hedefinin AKP iktidarı
döneminde şu ya da bu şekilde gerçekleşmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir deyişle, her ne kadar “Milli Görüş gömleğini çıkardık”
deseler de AKP’lilerin, özellikle dış politikada attığı birçok
adımda Erbakan’dan esinlenmeler olduğu ortadadır.
FİLİSTİN EKSENLİ DIŞ POLİTİKA O'NUN İŞİ
Örneğin Filistin davasını İslami hareketin gündemine en esaslı bir
şekilde taşıyan lider Erbakan’dır. Aynı Filistin davasının,
özellikle Davos olayından sonra AKP hükümetinin dış politikasının
temel direklerinden biri haline geldiğini görüyoruz. Benzer bir
şekilde Türkiye-İsrail ilişkilerinin son yıllardaki aşağıya doğru
seyrinde de Erbakan’ın öğretilerinin bir şekilde etkili olduğunu
düşünebiliriz.
YAHUDİ KARŞITI
Bu noktada Erbakan’ın anti-semitik (Yahudi karşıtı) olup olmadığı
tartışması yine karşımıza çıkıyor. Erbakan’ın yıllar boyunca
dünyadaki tüm adaletsizlikleri esas olarak bir “Siyonist-Mason
komplosu” olarak adlandırmış olduğunu biliyoruz. Son yıllarda bu
eleştirileri daha da sertleşti ve sistematize oldu.
Bunu yaparken geniş ölçüde Adnan Oktar’ın “Harun Yahya” müstearıyla
kaleme aldığı kitaplardan yararlanmış olması hayli düşündürücüdür.
Her ne kadar Erbakan yanlıları, onun tutumunun “anti-semitik” değil
“anti-siyonist” olduğunda ısrar etseler de, zaten aralarında çok
ince bir çizgi olan bu iki kavramın Erbakan’ın söyleminde iyice iç
içe geçtiğini düşünüyorum. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan ve
kurmaylarının, Erbakan’ın aksine, eleştirilerini İsrail devletinin
halihazırdaki yöneticilerine yöneltmeye azami özen göstermekte
olduğunu vurgulamalıyız.
ERBAKAN'IN 5 RÜYASI
Erbakan’ın beş rüyası vardı. Bunlar:
1) Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BM yerine)
2) Müslüman Ülkeler Savunma İşbirliği Teşkilatı (NATO yerine)
3) Müslüman Ülkeler Ortak Pazar Teşkilatı ve Birliği (AB
yerine)
4) Müslüman Ülkeler Ortak Para Birimi (Euro yerine)
5) Müslüman Ülkeler Kültür İşbirliği Teşkilatı (UNESCO yerine)
Erbakan bunların hepsini “Dünya İslam Birliği” şemsiyesi altında
topluyor ve bu birliğin lideri olarak da tabii ki Türkiye’yi
görüyordu. Taraftarlarıyla her bir araya geldiğinde onları
“Türkiye’nin liderliğinde bir dünya İslam birliği” için cihad
etmeye and içiriyordu.
AKP’nin son dönemde başta Ortadoğu olmak üzere nüfusunun çoğu
Müslüman olan bazı ülkelerle geliştirdiği bir dizi ekonomik,
siyasi, kültürel ve stratejik işbirliğini pekala, uzun bir süre
“rüya”dan öte “hayal” ve “ütopya” olarak görülen bu hedefler
ışığında değerlendirebiliriz. AKP hükümetinin birebir Erbakan’ın
reçetelerini uyguladığı tabii ki söylenemez; Ahmet Davutoğlu’nun
“stratejik derinlik” konseptiyle Türk dış politikasına getirmiş
olduğu yeni perspektifi tabii ki yabana atamayız ama son dönemdeki
birçok gelişmenin ister istemez akla Erbakan’ı getirdiği de
ortadadır.
Erbakan’ın İslam dünyasındaki yeri
Erbakan’ın yalnızca Türkiye’de değil İslam dünyasında da hep
müstesna bir yeri olmuştur. Yasal siyasi arenada onun kadar eski,
deneyimli, dayanıklı ve başarılı bir başka İslamcı lider yok. Bunda
İslami hareketleri belli sınırlar içerisinde oyuna kabul eden
Türkiye’deki mevcut sistemin rolü büyük olsa da Erbakan’ın maharet,
yetenek ve karizması asla göz ardı edilemez.
Erbakan İslam dünyası tarafından biliniyor; Sünni kökenli İslami
hareketlerden belli bir saygı da görüyor ama Türkiyeli olmayan
Erbakancı ya da Milli Görüşçü yok.
Halbuki Türkiye’de Humeynici, Seyyid Kutupçu, Mevdudici ya da
Hizbüttahrirci, Müslüman Kardeşler sempatizanı ve hatta El Kaideci
oldu.
Peki bu neden kaynaklanıyor? Bu noktada da Türkiye’nin kendine özgü
koşulları önemli. Örneğin dil sorunu: Türkçe, Arapça gibi İslam
dünyasının büyük bir bölümünü kucaklayabilecek bir dil değil.
Yine de Erbakan’ın kişisel özellikleri bu noktada belirleyici rol
oynuyordu. Öncelikle Türkiye’yi İslam dünyasının lideri yapma
iddiası, gizli ya da açık belli bir Türk alerjisi taşıyan Arap
dünyası nezdinde Erbakan’i antipatik kılıyordu. Kaldı ki Erbakan,
İslam dünyasıyla ilişkileri kendisi üstlenmiş durumdaydı ve sadece
yönetici elitleri muhatap alıyor; yani İslam topluluklarına
doğrudan seslenmiyordu. Ama en önemlisi Erbakan’ın görüşlerinde,
dünyanın her köşesindeki İslamcıyı cezbedecek bir derinlik ve
özgünlük yoktu. Çünkü Erbakan siyaset yapıyordu fakat görüş
üretmiyordu.
Dolayısıyla siyasetin tıkandığı yer ve zamanda o da
tıkanıyordu.
“Demokrasi kahramanı” mı?
Erbakan ve Milli Görüş hareketinin demokrasiyle ilişkisi konusu
öteden beri kafaları karıştırmıştır. Bunun birinci nedeni MNP, MSP
ve RP, FP, SP’nin birer siyasi partiden çok, belli bir “sır”rın
paylaşıldığı, kendi ritüelleri ve daha önemlisi apayrı bir mantığı
olan birer “kan kardeşliği cemaati” olmalarıdır. Üstelik ne cemaat,
ne de onun liderinin demokrasi kavramıyla aralarının iyi olduğu
söylenemez. Hedeflerini “Adil Düzen”, “Saadet Nizamı” gibi dinsel
vurgusu güçlü kalıplarla tanımlayan Milli Görüşçülerin gözünde
demokrasi uzun bir süre basit bir “beşeri ideoloji” olarak görüldü
ve küçümsendi.
Demokrasi bir “amaç” değil de “araç” olarak algılandı. Hareket
içinde beşerler arasındaki ilişkilerde de demokrasiye itibar
edilmedi. Milli Görüşçüler, bütün bunlara rağmen mecburen atıfta
bulunmak durumunda kaldıklarında, kendilerini “en demokrat” ilan
etmekten de asla beis duymadılar. Öyle ki ona reva görülen
mağduriyet ve mahrumiyetlerden hareketle Hocalarını bir “demokrasi
kahramanı” yapma konusunda da epey kararlı davrandılar.
Peki Erbakan’dan bir “demokrasi kahramanı” çıkartmak mümkün müdür?
Erbakan 40 yılı aşkın süre boyunca siyaset yaparken hep yasal,
meşru çerçevede hareket etti; sistemin kendisine reva gördüğü onca
adaletsizlik ve zulme karşı da metanetini bozmadı, kendi tabanını
ve dolayısıyla Türkiye’yi sonu belirsiz maceralara sürüklemedi. Bu
bakımdan kendisi demokrasiye inanmasa da Erbakan’ın Türkiye’nin
demokratikleşmesine katkıları asla azımsanamaz.
Davutoğlu ‘stratejik derinlik’ konseptiyle Türk dış politikasına
yeni bir perspektif getirdi. Dış politikada yaşanan gelişmeler
Erbakan’ın görüşleriyle de örtüşüyor.