En çok bu soru merak ediliyor!

Abone ol

Ankara'da takip edilmesi zor bir süreç yaşanıyor. Peki Ankara'da neler oluyor? Herkesin merak ettiği sorunun cevabı;

Devrim Sevimay bu kez tek bir soru sordu 'Ankara'da neler oluyor?' Bu sorunun cevabını da gazetecilerin siyaset yazarlarından aldı... 10 yazar kendi fikrini söyledi.

Aslında yazarların fikirlerinin aynı Türkiye halkının gibi 3'e bölünmesi her şeyin cevabını veriyor: İktidar karşıtları, iktidar yanlıları ve 'bekleyelim görelim'ciler!

İşte tüm Türkiye'nin merak ettiği o sorunun cevabı:

Fikret Bila/ MİLLİYET

TSK’nın yıpratılmasında ABD- Irak ve Kürt boyutu da var

Ankara’da bir yandan hukuki araçlarla diğer yandan psikolojik harekât yöntemleriyle bir hesaplaşma yaşanıyor. İktidarın ilk yıllarında darbe hazırlığına girişmekle suçlanan eski kuvvet komutanlarının da dahil olduğu yargı süreciyle; TSK’yı hedef alan bürokratik baskı ve işlemler ve TSK’yı töhmet altında bırakan yayınlar aynı anda çalışan mekanizmalar olarak dikkat çekiyor.

TSK İTİBARSIZLAŞTIRILMAYA ÇALIŞILIYOR

Konjonktürün yarattığı ortamdan farklı hedefleri olan güç merkezleri TSK’ya yüklenerek sonuç almaya çalışıyorlar. Bunu yaparken TSK içinde geçmişte oluştuğu iddia edilen birtakım hukuk dışı oluşum ve faaliyetler tüm kurumu töhmet altında bırakmak amacıyla kullanılıyor. TSK itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor.

Açılım sürecini destekleyen ancak yetersiz bulan kesimler PKK ve siyasi temsilcilerine daha fazla yer açmaya çalışırken aynı anda TSK’yı da etkisizleştirmeye çaba gösteriyorlar. Güvenlik kurumları arasında bir çatışma süreci yaşanıyor. TSK, Emniyet ve MİT arasındaki ilişkiler olumsuz bir seyir izliyor. Anayasal kurumlar anayasal sınırlarının dışına taşma eğilimi gösteriyorlar. Bazı yüksek yargı oranları, YÖK, bazı üniversiteler ve bazı güvenlik kurumları ve medyanın önemli bir kısmı siyasi konjonktürle uyumlu hale getirilirken, bu konumda olmayan TSK da birçok yönden hırpalanıyor.

KÜRT SORUNU İÇİN TSK'YA YÜKLENİLİYOR

Bu süreçte darbe girişimi iddiaları, 27 Nisan bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleme, AKP’nin kapatılma davası gibi gelişmelerle 22 Temmuz seçimleri sonrasında bir hesaplaşmaya gidildiği de söylenebilir.

Yaşanan temel sıkıntılardan biri de Türkiye’nin üniter yapısını zorlayan PKK ve onun Güneydoğu’da yarattığı ayrı siyasi coğrafyadır. ABD’nin Irak’tan çekilmesi projesiyle bağlantılı olarak Türkiye’nin Kürt sorununa siyasal çözüm bulması baskısı artmıştır. TSK’ya yüklenilmesinin bu boyutu da olduğu düşünülmedir.

Murat Yetkin / RADİKAL

Bu iş sürdürülebilir değil, 2010’da seçim ihtimali var

Siyaset-asker-yargı ilişkilerindeki normalleşme sancıları gerilimli, hatta çatışma endişesi doğuran ortamın arka planını oluşturuyor.

Bu bakımdan süreci AB uyum reformlarıyla girilen büyük dönüşümden, Ergenekon süreciyle başlayan hesaplaşmadan ve Kürt açılımıyla olumlu ve olumsuz yönleriyle yaşanmakta olan travmadan bağımsız düşünmek, tabloyu görmemizi engeller.

KURUMLARIN İNANIRLIĞI ZEDELENİYOR

Bu tablonun kötü kriz yönetiminden kaynaklanan parçası olan kurumlar arasındaki gerilim, Ankara’daki bütün kurumların inanırlığını zedeliyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin etrafında iki subayın tertip içinde oldukları gerekçesiyle gözaltına alınmasıyla başlayan ve askeri tesislerin en derinlerinde arama yapılmasıyla devam eden süreç, bir yandan yargının herkese uygulanabilirliği fikrini güçlendirirken, diğer yandan kurumlar arasındaki gerilimi tırmandırdı.

SEÇİM KONUŞULUYOR

Gelişmelerin medyada doğal olarak fazla işlenmesi ekonomik ve sosyal sıkıntılara yer bırakmıyor belki, ama dipten gelen bir huzursuzluk dalgası, medyada yer almasa da hissediliyor. Artık seçimin konuşulmaya başladığı bir sürece giriyoruz.

Ak Parti şimdiye dek, parlamento içi ve daha çok da dışı muhaliflerinin yanlışlarıyla bolca kazandığı mağduriyet puanlarıyla seçimlerden galip çıktı. Bunun tekrarı için siyasi gerilimi yüksek tutmak istiyor. Ama bunun özellikle Kürt açılımındaki başarısızlık ortamında götürecekleri de olabilir.
Neresinden bakarsanız bu iş sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan bunu söyleyenlere tepki gösterse de, 2010’da seçim ihtimali belki şu anda zorunluluk değil, ama bir seçenek olarak önümüzde duruyor. 2010’da seçim olsa da, olmasa da, artık bütün adımlar seçime odaklı atılacaktır.

Bilal Çetin-VATAN

30 yıldır böyle bir Ankara görmedim

Ankara’da 30 yıldan fazla gazetecilik yapıyorum, hiç Ankara’nın bu hale geldiğini görmedim. Yaşadıklarımızın en kötüsü 12 Eylül şartlarıydı, o zaman dahi kurumlar bu ölçüde birbirlerine savaş açmamıştı.

Şimdi kaos devlet kurumları arasında. Ve bu öyle bir pik yaptı ki “Hadi yarın bitirelim” dendiği anda bile bitecek bir çatışma ortamı değil. Resmen ciddi bir devlet krizi yaşıyor Türkiye. Hem siyasi iktidarla TSK arasında derin bir güven bunalımı var, hem de devlet kurumları arasında çok ciddi bir çatışma ortamı var. Ve bu çatışmanın bir galibi olmaz.

DUR DİYECEK İKİ YER VAR

Buna dur diyecek iki enstrüman görüyorum: Birincisi Köşk. Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Anayasa’nın 104’üncü maddesi gereği, makamının ve kendi siyasi geçmişinin de ağırlığıyla bir ombudsman görevi görebilir. Ancak onun da seçimi öyle bir hale getirildi ki toplumun yarısı kendisini bir taraf olarak görüyor ve gerilimi düşürmekte engeller yaşıyor.

Dolayısıyla geriye ikinci şık olarak seçim kalıyor. Seçim Türkiye’yi her halükârda rahatlatır, ancak o noktada dahi işimiz zor. Devletin eski sahiplerine “Bir dakika işler değişti, siz bir kenara çekilin, devletin yeni sahipleri bizleriz” diyen yeni ekip eğer bir “değişim” değil de tam bir “dönüşüm” hedefliyorsa bir seçim bile bu çatışmayı önleyemeyebilir.

GERİLİM DÜŞMEZ

Tıpkı 2007 seçimlerinden sonra olduğu gibi... Oysa daha az oy almasına rağmen Ak Parti’nin ilk iktidar dönemdeki istikrar daha yüksekti, çünkü o ilk dönemde Ankara’da uyum vardı.

2007’den bu yana ise Türkiye, krizlerini atlatamıyor. Bir tanesini çözmeden bir başka kriz üretiyor. Sonuç olarak 2009’u böyle geçirdik, seçime kadar da bu gerilimi düşürmek bana çok olası gözükmüyor.

Utku Çakırözer-AKŞAM

AB ve ABD kaygıları yersiz buluyor

Türk modernleşmesini gerçekleştiren “devlet elitleri”, çok partili hayata geçişten bu yana “devletin yüksek menfaatlerinin muhafızı” görevini üstlenmiş, sandık gücüyle iktidara gelen “siyasi elit”lere güven duymamış hatta tehdit olarak algılamıştır. Son yedi yılda yaşanan birçok süreç gibi son gelişmeler de bu karşılıklı güvensizliğin ve güç mücadelesinin sonu değil ancak başka bir evresidir.

SUİKAST İDDASI İNANDIRICI DEĞİL

Bülent Arınç’a suikast iddiası daha ilk andan inandırıcı değildi. Buna rağmen hükümetin kamuoyunda böyle algılanmasını engellememiş olması TSK’nın yıpranmasına yol açtı.

Orgeneral Başbuğ bir tarafta hükümetten, diğer tarafta yukarıda bahsedilen tarihi misyon nedeniyle kendi astlarından gelen baskı nedeniyle oldukça zor bir durumda. Ancak ordunun yıprandığı bu süreçten Başbakan Erdoğan’ın da kazançlı çıkacağı söylenemez.

ABD VE AB KAYGILARI YERSİZ BULUYOR

Cumhurbaşkanı Gül’ün son açıklamaları ve devletin zirvesindeki son temasların ardından konunun şimdilik soğumaya bırakılacağını ve yılın ilk günlerinde gündemin ekonomi ve dış politikaya kayacağını tahmin ediyorum.
Yaşananların dışarıdan algılanışına gelince ABD ve özellikle de AB Türkiye’de devlet elitlerinin ve toplumun önemli bir bölümünün kaygılarını yersiz buluyor. Farklı düşünenler olsa da çoğunluğun görüşü, yaşananların demokratikleşme sancıları olduğu ve sivil-asker ilişkilerinin Batı standartları doğrultusunda ilerlediği şeklinde.

Okan Müderrisoğlu-SABAH

Bu bir sivilleşme ama üç noktaya dikkat!

Ankara’da sivil cumhuriyete geçişin sancıları yaşanıyor. Cumhuriyet, kuruluşunda asker-bürokrat karakterde idi. İç ve dış tehditler, terör, zayıf siyasi iktidarlar, ekonomik krizler Cumhuriyet’in 86 yıllık mazisine sığdı. Demokratikleşme çabaları hep inişli-çıkışlı grafik izledi. Özellikle 90’lı yılların parçalı koalisyon dönemlerinde, kısa süreli hükümetlerin ömrünü uzatma manevraları farklı meşruiyet kaynaklarına yönelimi de beraberinde getirdi. Siyasilerin basiretsiz tutumları, oy uğruna erozyona uğratılan Cumhuriyet değerleri, sade vatandaşı “kurtarıcı” arayışına itti. Organize kurumlar da seçilmişlerin yerini doldurmakta geç kalmadı. Bu arada terörle mücadelenin ağırlıklı olarak güvenlik boyutunun ön planda tutulması, kendini “devletin asli sahibi” olarak gören çevreleri rutin dışına çıkmaya teşvik ettiği gibi adeta meşrulaştırdı. Mevcut tabloya, tek başına iktidarın alternatifsizliğine ilişkin yaygın kanaat ve toplumsal kutuplaşma riski de eklenince, siyaset dışı odaklar zinde güç olarak yedeklendi.

KURUMLARIN RAKİP HALİNE GELMEMESİ GEREKİR

Son dönemde yaşananlar, anayasal kurumların çağdaş demokrasilerdeki doğal sınırlarına çekilmesi, “vesayet rolü”nün “milli iradenin bilinci”ne terk edilme sürecidir. Ancak, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada üniter-ulus devlet yapısı ile yaşamanın zorlukları, laiklik çimentosu olmadan farklı inanç ve etnik unsurlarını bir arada tutmanın imkânsızlığı da TSK başta olmak üzere temel kurumların -rakip güç görülmeden, sivilleşirken polis devleti haline gelmeden- hukuk devleti içinde muhafazasını gerektiriyor. Bu bir demokratik değişim sürecidir ve karşı devrim paranoyasından kurtarılmalıdır.

Muharrem Sarıkaya-HABERTÜRK

Yeni usul: Asimetrik psikolojik
Yeni arena: Medya

10 yıl sonra “Ankara’da neler olmuş?” sorusuna verilecek yanıt herhalde şöyle olurdu:
Asimetrik psikolojik savaş, bütün unsurları ve enstrümanlarıyla hayata geçmiş...”
Akademisinde savaş oyunları öğreten Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çağın yeni savaş usulü konusunda aslında fazla bir bilgisi yokmuş... Veya çok şey bildiğini geç fark etmişiz...
Bugün yaşananlara bir de siyaset açısından bakarsak, iktidar mensupları yaşanan gelişmeleri demokrasinin yeniden doğum sancısı olarak görüyor.
Süreci askerin siyaset üzerinde yarattığı tahakkümün kaldırılıp, yerine sivil siyasetin egemen kılınmasının doğum sancıları olarak yorumluyor.
“Ergenekon” ismi verilen soruşturma ve dava süreciyle devam eden bu dönemin, bitişinin uzun vade alacağını her fırsatta kayda geçiriyor.
Muhalefet yaşananlardan kaygı duyuyor...
1923’te temelleri atılan Cumhuriyet’le kavgası olanların rejimi ele geçirme mücadelesine tanıklık edildiği iddiasını dile getiriyor.
İster demokrasiye geçişin sancısı olarak değerlendirilsin, istenirse rejime karşı mücadele...
Sonuç olarak Soğuk Savaş’ın ardından gelen, çağın yeni çatışma yöntemi asimetrik psikolojik savaş, yeni arenası medya meydanında tüm unsurları ile hayata geçiriliyor.

Şamil Tayyar-STAR

Artık “ayu da çıkabülür, daş da düşebülür”

Demokratik açılım projesiyle birlikte sivil-asker ilişkilerinde yüksek profilli samimiyet düzeyi yakalandı. Ancak Bülent Arınç’a suikast ve sonrasında darbe tezgâhlandığı iddiası, bu mutabakatı bozdu. İlişkiler çok gergin.
Hükümet, Genelkurmay’dan açık şekilde TSK içindeki cuntanın yok edilmesi için daha etkin önlemler almasını istedi.

GÜL'ÜN ASKERE SAHİP ÇIKAN AÇIKLAMASI

Genelkurmay ise hem hükümetten hem Çankaya’dan kendilerine sahip çıkılması ve savunulmasını talep etti. Cumhurbaşkanı’nın askere destek niteliğindeki son açıklaması, bu gerginliğin ilişkileri tümüyle koparma endişesi nedeniyledir.

Bu hafta Başbakan veya hükümet, ilişkileri yumuşatmak için askere ziyaret gibi önemli bir jest yapabilir. Ama bu durum, askerin TSK içindeki cunta faaliyetleri karşısında alacağı tavra göre şekillenecektir.

CUNTA PAŞA'YI ZOR DURUMDA BIRAKABİLİR

Ayrıca, hükümette, bu cuntanın İlker Paşa’yı zor durumda bırakmak istediği yönünde kanaat var. Özel görüşmede İlker Paşa’nın bu kanaati güçlendirecek bazı ipuçları verdiği konuşuluyor. O nedenle yalnızlaştırma düşüncesinde değiller.

Hükümet açısından sorun, Paşa’nın buna rağmen meslek taassubuyla hareket edip TSK içindeki cuntaya karşı etkin rol üstlenmediği düşüncesidir. İlker Paşa, daha etkin olursa, hükümetin güçlü desteğini alır. Aksi halde kriz hali devam eder. Kastamonu deyişiyle; ayu da çıkabülür, daş da düşebülür...

Lale Kemal-TARAF

En doğru yanıtı Gül verdi

Ankara’da ne oluyor? Daha doğrusu Türkiye’de neler oluyor?
Kısa yanıt: Türkiye’de artık hukuk işliyor, kamuoyu vicdanı daha az sızlıyor...
Gerek Ergenekon soruşturması ve davası gerekse bu olayı takip eden asker bağlantılı gelişmeler ve 2009 yılının bitimine yakın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan askeri karargâhtaki soruşturma, Türkiye’de daha çok sancılı geçecek de olsa normalleşme dolayısıyla demokratikleşmenin habercileri niteliğini taşıyor.

HUKUK UYGULANIYOR

Bir sivil yargıcın, yasal bir zemin çerçevesinde bile askeri bir karargâhta suikast soruşturmasına ilişkin ilk kez belge incelemesi yapıyor olması, Türkiye’de normalleşme yolunda çok kritik adımlardan bir diğerini oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta gazetecilerin, askeri karargâhta sivil yargıcın belgeleri inceliyor olmasıyla yaşanan gelişmelere ilişkin sorusuna şu yanıtı vermişti;

“Eski alışkanlıklarımız yüzünden bugünkü hukuku kabullenmekte zorlanıyoruz. Hukuk bugün uygulanıyor. Hukukun demokratik standartlarına herkes riayet edecek.”

Türkiye’de ya da Ankara’da neler oluyor, sorusuna aslında en doğru yanıt Gül’den geldi. Türkiye’de, kendilerine bahşettikleri ayrıcalıklı statü ile suç işleyip de hukuktan kaçanlar artık eskisi gibi kolayına kaçamıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta yaptığı bir konuşmadaki şu sözleri de çok önemliydi; “Korku üzerine demokrasi inşa edemezsiniz.”
Türk insanı, askeri darbelerin yol açtığı korkularla yaşadı, yaşıyor. Tepeden bize dayatılan korkular, gelişmemiz önünde çok ciddi engel teşkil etti. Türkiye’de hukuk herkese işledikçe biz vatandaşlar da korkularımızdan arınacağız ve demokrasinin nimetlerinden yararlanacağız.

Mustafa Ünal-ZAMAN

Ak Parti-TSK sıkıntısının sebebi Ak Parti değil

Ankara’da yaşanan ne iktidar mücadelesi ne de kurumlar arası savaş. Yaşanan normalleşme sancısı...

Askeri kutsayan gelenekten gelen birisi olarak söylüyorum. Türkiye son dönemde büyük değişimler yaşadı. Hemen her alanda köklü reformlara gidildi. Türkiye daha açık toplum haline geldi. Artık kırılan kol yen içinde kalmıyor, dışarı sarkıyor.

ESKİDEN RESMİ LAFIN ÜZERİNE LAF SÖYLENMEZDİ

Bu sadece medya faktörüne bağlanamaz, onu aşan boyutu var. Toplum her şeyi sorguluyor. Bülent Arınç olayı? Eskiden resmi açıklama yapılınca son nokta konur ve bir daha o sözün üzerine laf söylenmezdi. Şimdi karanlık noktalar deşiliyor. Eski alışkanlıkların etkisiyle aynı üslup aynı tarzda tekrarlanan muhtıralar, yüksek perdeli açıklamalar tesirini yitirdi.
Yine, bazı hadiselerin ardından sergilenen ‘Bizim çocuklar yaptı, üstünü kapatın’ gibi yaklaşımların müşterisi kalmadı, demode oldu.

SIKINTI AK PARTİ YÜZÜNDEN DEĞİL

Asker siyaset ilişkilerinde sıkıntı Ak Parti’nin varlığına bağlanırsa yanlış olur. Askerin Ak Parti’nin siyasi çizgisine yan gözle baktığı sır değil. Asker siyaset ilişkileri merkez sağ veya sol iktidarlarında farklı mıydı? Hayır. Asker her iktidarla problem yaşadı.

ASKERLER BAŞBAKANLARIN ŞEREFİNE LAF ETTİ

28 Şubat’ın arkasındaki askeri güç Mesut Yılmaz’a Başbakanlık ikram etti. Sonra ne oldu? Bir Genelkurmay açıklamasında en ağır hakarete Yılmaz uğradı, şerefine laf edildi. Bülent Ecevit’i iktidardan uzaklaştıran sağlık darbesinin odağında da yine emekli de olsa askerler yok mu?

Ancak bu büyük değişimin önünde durmak pek mümkün değil. Ayrıcalıkların da işe yarayacağını sanmıyorum. Son dönemde yaşananlar, 27 Nisan bildirisi gibi, 367 kararı gibi Ankara kriterlerinden evrensel kriterlere geçişin yani normalleşme sancısından başka şey değil.

Abdülkadir Selvi-YENİ ŞAFAK

Ecevit’in geçemediği duvarı geçiyoruz

İyi şeyler oluyor Ankara’da. Ama bunlar kolay olmuyor.
Türkiye bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün sağlıklı gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin bir iç hesaplaşma yapmasına ihtiyaç var.

Geçmişinde faili meçhul cinayetler, darbeler, suikastlar, çeteler, cuntalar olan bir ülke Türkiye. Geçmişteki bu yanımızdan dolayı çok büyük acılar yaşadık. Şimdi yaşanları geçmişimizin kirli yanıyla bir hesaplaşma ve bir arınma süreci olarak görüyorum.

Türkiye eski mahallesinden çıkıp, yeni bir mahalleye taşınmak gibi bir tercih yaptı. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini öyle görüyorum.

Eski mahallemizde darbelere yer vardı. Eski mahallemizde başbakanlara yönelik suikastlar da vardı. Hatta bu ülkede Başbakan dahi olsanız size yapılan suikastı aydınlatamazdınız.

DUVARIN ÖTE TARAFINA GEÇİLİYOR

Merhum Bülent Ecevit’e, “Taksim olaylarından ve İzmir’deki suikast girişiminden sonra iki kez başbakan oldunuz. Size yönelik suikastları neden aydınlatamazdınız?” diye sorduğumda, “Karşıma bir duvar çıktı. Öbür tarafa geçemedik” demişti. Şimdi yapılan, duvarın öteki tarafına geçilmesi.

Bu, devletin tüm kurumlarının uzlaşması içinde mi yapılıyor? Hayır. Böyle dersem gerçek olmaz. Çünkü devletin içinde kimi birimlerde, bugün bürokrasi ya da siyasetin önemli koltuklarında oturan kimi kişiler de bu kirli geçmişin bir parçası. O nedenle bir iç direnç yaşanıyor.

Eski çete devlet geleneğini sürdürmek isteyenlerle, çağdaş demokratik devleti kurmak isteyenler arasında bir bilek güreşidir bu yaşadıklarımız.

Günün Önemli Haberleri