İnsan mimikleri, sayısız modelleme
yapabilir. Ressamlarının büyüklüğü, bu mimiklerden herhangi
birinin, gerçek bir şekilde tablolara yansıtılabilmesi ile
orantılıdır ve bu tablolar, bugün dünyanın en değerli tabloları
arasında yer alır.
Mimikler, insanın ruh halini
yansıtırken aynı zamanda onu daha da özel kılan bir özellik katar.
Fakat hemen her şeyin saf halini bozan popüler kültür, dijitalleşme
ve sosyal medya, insanın bu çok katmanlı özel yapısını da bozmak
için çok çaba harcadı. Emojiler, dil’e olan düşmanlığı ile bu
çabanın en tehlikeli ürünlerinden biri.
Yazışmalarında fazlaca emoji
kullanan, hatta hiç kelime kullanmadan akşama kadar emojilerle
idare edenler olduğu gibi, hiç kullanmayan hislerini kelimelerin
büyüsüne ve arkasına gizleyen, insana has özelliğiyle,
karmaşıklığıyla var olmayı sürdüren insanlar da yok değil.
Üzücü olması, gerçeklerin evsafını
değiştirmiyor; daha az sohbet etmekten şikâyet etmiyoruz artık.
Gözlerin içine bakarak yaptığımız sohbetler bir yana dursun,
gözlerimizin içine bakarak yaptığımız tartışmaları dahi özler
olduk. İletişimimiz, samimiyetsiz dijital ortamların, emojilerin
kontrolüne geçince; kendimizi ve kaybettiklerimizi doğru ifade
edecek kelime dağarcığımız da yok oldu. Hülasa,
anlamadığımız için üzüldüğümüz, anlayamadığımız için suçlu
hissettiğimiz, anlatamadığımız için sıkıldığımız günler geride
kaldı.
Duyguların benimsenmeden yalnızca
bir ifadeyle, sembolle aktarılmaya çalışılması, tıpkı konuşmayı
bilmeyen çocukların derdini anlatamadıklarındaki sinir krizi
geçirmelerine benziyor. Duyguların açık ve doğru şekilde ifade
edilmesinin yerine sembolleri, sanal ve görsel öğeleri tercih
etmek; samimiyeti yok ederek, ne anlaşılabilir olmanın ne de bir
insanı anlamanın verdiği huzuru veriyor.
Emoji, sadece sosyal ilişkilere
değil, esasen dile ve dil gelişimine karşı da bir tehdit
oluşturuyor. Burada, 'ortalama şu kadar kelime ile..'' başlayan
cümlelerle konuştuğumuzu yazmak, bunu tekrar kayıt altına almak
istemiyorum. Fakat dilimizin can çekişmediğini söylemesek, eksik
yazmış oluruz.
Gerçek şu ki, her şeyi
kolaylaştırdığı (!) söylenen teknoloji çağının ortasında doğanlar
için emojilere oldukça fazla anlam yükleniyor. Fakat bu
anlamın bir insan bakışından, bir küçük sözden veya trenin
arkasından ağırca kalkan bir el sallamanın yanında hiçbir anlamı
yok. Bu noktada dilbilimcilerin emojiler için "gerçek dilin ölüm
fermanı" olarak nitelendirmesine ve sanat eleştirmeni Jonathan
Jones'in "Emojiler, insanlık adına büyük bir geri
adımdır." tespitine katılmamak elde değil.
Zaten sosyal medya kullanıcıları
olarak gün içinde birçok farklı maske takıyorken, buna ek olarak
dijital beden diliyle kalp dilimizin arasındaki fark açıldığında,
insandan büyük bir parça daha koparıyor. Ağlayan emojiye
bakarken kişinin gerçekte ağlamadığını bilmek, gülerken de aynı
şekilde gülmediğini bilmek, kişinin bir bütün olarak samimiyetinin
sorgulanmasına yol açıyor. Dahası, samimiyetsiz başlayan
dostluklar, sadece kendimize değil, diğer dostluklara da haksızlık
ediyor.
***
Bilindiği gibi Avustralya yerlileri
olan Aborjinler, 18. Yüzyıla dek, yani Beyaz Adam oraya ayak basana
kadar dış dünyadan tamamen izole bir şekilde yaşadı. Aborjinlerin,
bitki ve hayvan türleri dâhil, birbirleri ile olan ilişkileri
hakkındaki muazzam bilgiler, araştırmacıların dikkatini çekti.
Aborjinlerin yaşlı bir ileri geleni bu başarıyı, elde edinilen
bilgileri; öykü, dans, şarkı ve mekânların içlerinde muhafaza
ederek elde ettiklerini söyledi.
Aborjinlerin bu hikâyesi üzerinden
yüzyıllar geçti. Biz, köklü bir medeniyetin çocukları olarak
emojilere sarılıp, sosyal medya fenomenlerinin, şarkıcıların
ağızlarını eğerek söyledikleri eciş bücüş kelimelerini kullanarak
iletişim kurmaya çalışırken; Aborjinler, yazılı bir dilleri
olmamasına rağmen kendi değerlerini ve kelimelerini; öykü, şarkı ve
mekânların içlerinde sözlü olarak muhafaza etmeye devam ediyor.