Ankara'yı bilenler bilir, bir Kumru cennetidir burası.
Balkonu boş bulmayagörsünler, ilk fırsatta sandalyenize sizin
yerinize onlar konar.
Her gün balkon yıka, her gün onların arkalarında bıraktıklarını
temizle, zor iş.
Dün balkonu camla kapattırmak, bir nevi manzaralı hapishane
haline getirmek için bir usta çağırdım ki ölçü alsın.
Usta geldi, ölçüyü alırken sohbete başladık.
Hayır, sohbet olmazsa olmaz çünkü...
Alınmaz o ölçü.
İyi ki de konuştuk.
Ustamız AK Parti'li ve her cümlesinden belli ki koyu bir
Başbakan hayranı.
Gezi olaylarından girdik Mısır'dan çıktık.
Başbakanın söylemlerini ve sert üslubunu beğendiğini söyledi ve
ekledi; "Dik durması lazım, dik durmazsa olaylar daha da
büyür."
"Var mı ondan daha büyük lider" dediğinde
gülümseyebildim sadece.
"O öyle sert davranmasa Mısır gibi olurduk"
dedi
Ustamız, eylemcilerin içinde de iyi insanlar olduğunu, hepsinin
kötü olamayacağını söylerken bile onlara öylesine öfkeliydi ki.
"Ama" dedi...
Aslında sizinle aynı şeyi düşünmüyoruz, buna rağmen ben sizi
sevdim.
Zaten aksi siyasilerin işine gelir dedim ben
de.
Siyasiler oy kaygısı için halkı, onlar-bunlar, biden-sizden diye
ayırmaya kalktıkça daha çok birbirimizi anladığımızı fark
ettim.
Ustanın AK Parti'li ya da farklı bir düşüncede olması, onun
işini yapmasına, benimle insan gibi konuşmasına, beni anlamasına
engel değil.
Tıpkı diğer partilere oy vermiş olan seçmenler gibi.
Sonuçta ikimizin ortak kararı şuydu; Farklı düşünebiliriz ama
birlikte yaşayabiliriz.
"Biliyor musunuz ben geçen yıl Emin Çölaşan'ın balkon
camlarını da yaptım" dedi.
Gülümsedim.
Ekledi sonra; "Bana o kadar mütevazı davrandı ki, inanın
şaşırdım."
Oysa şaşıracak ne var, görüşlerini beğenmediğiniz birinin
penceresine geçip oradan bakabilmek bazen, sadece anlamak için
yeterli işte.
Usta da onu yapmıştı zaten, Emin Çölaşan'ın balkon camının
penceresinden bakıp kendine...
Hepimiz kardeşiz diyebilmişti.
Darısı tüm toplumun ve özellikle siyasilerin başına...