Emekli paşadan çuval yorumu
Abone olAskeri başına çuval geçirilmesi unutulmadı. O zaman gösterilmeyen tepkiler, yorumlar şimdi yapılıyor. İşte onlardan biri de emekli paşa Erol Özkasnak.
Çuval olayında "ABD burnumuzu sürtmek istedi" diyen Özkasnak, terfi edememesini ise "Kimse kendi köyünde peygamber olamaz" diye açıklıyor.
* Çuval olayına nasıl bakıyorsunuz, yeterli tepki gösterildi mi?
Son derece acı, iki müttefik arasında olmaması gereken bir olay. ABD bu olayı en üst seviyeden emretmiş ve uygulatmıştır. Lokal veya tesadüfi bir olay değildir. ABD bu şekilde Türkiye'nin burnunu sürtmek istemiştir. Gerekçe Türkiye tarafından aldatılmak. İşin garip tarafı ılımlı İslam'a taraftar olan, Türkiye'yi bölgede ılımlı İslam'ın bir modeli olarak takdim etmek isteyen ABD'nin kendisini ılımlı İslam'ın sahibi olarak niteleyen bir hükümet tarafından yarı yolda bırakılmasıdır. Çuval olayı, Türk milletinin gururu üzerinde kapanamaz bir yara açmıştır.Bu yaranın nasıl kapatılacağını ben de bilmiyorum. Mantıklı düşünmeye çalışıyorum, ama daima milli hislerim galip çıkıyor. Çuval olayına yeterli tepki gösterildiğini ise hiç sanmıyorum.
* Peki, tezkerenin geçmemesinde başka kurumların sorumluluğu yok mu?
Tabii ki var. O döneme kadar Türkiye'nin milli stratejik konseptinin hazırlanmasında, başrolü oynayan Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın tezkerenin geçirilmesinin önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin bölgedeki menfaatleri üzerinde yaratacağı katkıları üzerinde yetkili ve gerekli aydınlatıcı, bilgilendirici ve motive edici sorumluluklarını yerine getirmedikleri anlaşılıyor. Hükümetin buna ihtiyacı vardı. Bu nedenle tezkerenin oylanması, MGK toplantısından bir gün sonraya ertelenmişti.
* Siz 28 Şubat döneminde ismi ön plana çıkan birkaç generalden biriydiniz. Terfi edeceğinize ilişkin bir beklenti vardı. Neden emekli oldunuz?
28 Şubat süreci öncesi PKK'nın siyasal gücünü yok etmeye sonra irticai faaliyetlere yönelik Genelkurmayca başlatılan psikolojik harekat çerçevesinde görevim gereği basınla çok yakın bir temas ve ilişki içerisine girmiştim. Güneydoğu Anadolu'ya defalarca basın turları yaptık. Bu basın turları sonucu, TSK hiçbir dön e m d e olmadığı kadar şeffaf olmuştu. Bu arada medya da (bir kısım malum medya hariç) şahsıma karşı da çok yakın sevgi ve güven duyguları uyanmıştı. Bu durumun daha sonra silahlı kuvvetlerin en üst seviyesinde hoşnutsuzluk uyandırdığını anladım. TSK'nın, medyada bu kadar yoğun yer alması alışılmış bir şey değildi. Askeri geleneklerde böyle bir şey yoktu. Tabii benim medya ile ilişkim, Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı tarafından biliniyor, emrediliyor ve yönlendiriliyordu. Tamamiyle bağımsız, kendi başına hareket etmiş değildim. Ancak geri plandakiler sıralarını bekliyorlardı. Tabii, görevlerimi TSK'dakilerin yüzünü ağartacak bir şekilde yapmaya çalışırken, diğer taraftan aleyhime gizlice oluşturulan (yüzüme karşı asla belli etmemişlerdir) bu duruma karşı yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. En fazla şimdi aşağıdaki anektodu size anlatabilirim: Hz. İsa köyünden ayrılmış. Civar şehirlerde peygamber olduğu, körlerin gözünü açtığını, ölmek üzere olan hastaları iyileştirdiği rivayetleri bütün bölgeyi kapladığı sıralarda, bir tüccar İsa'nın doğduğu köye gitmiş. Görüştüğü kişilere İsa'nın mucizelerinden bahsederek "Böyle bir peygamberin çıktığı bu köy, ne kadar övünse az kalır" şeklinde konuşunca köylüler; "Şu bizim Meryem'in oğlu İsa'dan mı bahsediyorsun? O kim, peygamberlik kim?" diyerek cevaplamışlar. Sonuç olarak kimse kendi köyünde peygamber sayılmaz.
Söyleşi: Metehan Demir
Kaynak:
* Çuval olayına nasıl bakıyorsunuz, yeterli tepki gösterildi mi?
Son derece acı, iki müttefik arasında olmaması gereken bir olay. ABD bu olayı en üst seviyeden emretmiş ve uygulatmıştır. Lokal veya tesadüfi bir olay değildir. ABD bu şekilde Türkiye'nin burnunu sürtmek istemiştir. Gerekçe Türkiye tarafından aldatılmak. İşin garip tarafı ılımlı İslam'a taraftar olan, Türkiye'yi bölgede ılımlı İslam'ın bir modeli olarak takdim etmek isteyen ABD'nin kendisini ılımlı İslam'ın sahibi olarak niteleyen bir hükümet tarafından yarı yolda bırakılmasıdır. Çuval olayı, Türk milletinin gururu üzerinde kapanamaz bir yara açmıştır.Bu yaranın nasıl kapatılacağını ben de bilmiyorum. Mantıklı düşünmeye çalışıyorum, ama daima milli hislerim galip çıkıyor. Çuval olayına yeterli tepki gösterildiğini ise hiç sanmıyorum.
* Peki, tezkerenin geçmemesinde başka kurumların sorumluluğu yok mu?
Tabii ki var. O döneme kadar Türkiye'nin milli stratejik konseptinin hazırlanmasında, başrolü oynayan Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın tezkerenin geçirilmesinin önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin bölgedeki menfaatleri üzerinde yaratacağı katkıları üzerinde yetkili ve gerekli aydınlatıcı, bilgilendirici ve motive edici sorumluluklarını yerine getirmedikleri anlaşılıyor. Hükümetin buna ihtiyacı vardı. Bu nedenle tezkerenin oylanması, MGK toplantısından bir gün sonraya ertelenmişti.
* Siz 28 Şubat döneminde ismi ön plana çıkan birkaç generalden biriydiniz. Terfi edeceğinize ilişkin bir beklenti vardı. Neden emekli oldunuz?
28 Şubat süreci öncesi PKK'nın siyasal gücünü yok etmeye sonra irticai faaliyetlere yönelik Genelkurmayca başlatılan psikolojik harekat çerçevesinde görevim gereği basınla çok yakın bir temas ve ilişki içerisine girmiştim. Güneydoğu Anadolu'ya defalarca basın turları yaptık. Bu basın turları sonucu, TSK hiçbir dön e m d e olmadığı kadar şeffaf olmuştu. Bu arada medya da (bir kısım malum medya hariç) şahsıma karşı da çok yakın sevgi ve güven duyguları uyanmıştı. Bu durumun daha sonra silahlı kuvvetlerin en üst seviyesinde hoşnutsuzluk uyandırdığını anladım. TSK'nın, medyada bu kadar yoğun yer alması alışılmış bir şey değildi. Askeri geleneklerde böyle bir şey yoktu. Tabii benim medya ile ilişkim, Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı tarafından biliniyor, emrediliyor ve yönlendiriliyordu. Tamamiyle bağımsız, kendi başına hareket etmiş değildim. Ancak geri plandakiler sıralarını bekliyorlardı. Tabii, görevlerimi TSK'dakilerin yüzünü ağartacak bir şekilde yapmaya çalışırken, diğer taraftan aleyhime gizlice oluşturulan (yüzüme karşı asla belli etmemişlerdir) bu duruma karşı yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. En fazla şimdi aşağıdaki anektodu size anlatabilirim: Hz. İsa köyünden ayrılmış. Civar şehirlerde peygamber olduğu, körlerin gözünü açtığını, ölmek üzere olan hastaları iyileştirdiği rivayetleri bütün bölgeyi kapladığı sıralarda, bir tüccar İsa'nın doğduğu köye gitmiş. Görüştüğü kişilere İsa'nın mucizelerinden bahsederek "Böyle bir peygamberin çıktığı bu köy, ne kadar övünse az kalır" şeklinde konuşunca köylüler; "Şu bizim Meryem'in oğlu İsa'dan mı bahsediyorsun? O kim, peygamberlik kim?" diyerek cevaplamışlar. Sonuç olarak kimse kendi köyünde peygamber sayılmaz.
Söyleşi: Metehan Demir
Kaynak: