Elitler ve Din
Abone olOsmanlı uzun ömrünü devlet ve dini bağdaştırmasına borçluydu.
Prof. Dr. Kemal Karpat'ın Osmanlı'dan Günümüze Elitler
ve Din isimli kitabı Türkiye'de elitlerin doğumunu ve
fonksiyonlarını tarihi ve kavramsal bir çerçeve içinde ele alan
önemli bir çalışma. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde
Elitler ve Demokrasi ikinci bölümünde Din ve Laiklik konuları
irdeleniyor. 7-8 yıl gibi uzun bir zamana mal olmuş kitap Temel
Türk Filolojisi ve Tarihi ismiyle Paris ve Budapeşte
Üniversitelerinin yayınladığı bir serinin parçası aslında. Dünyanın
farklı yerlerinde verdiği seminerlerin notları ve modernizm ve
laiklik merkezli makalelerin bir araya toplanmasıyla oluşan
kitabında Karpat, bugün gündemin en yoğun tartışmalarından biri
olan laiklik, din, modernizm konularını irdelemeye, Osmanlı'da
modernleşmenin tarihsel aşamalarını anlatarak başlıyor.
Osmanlı uzun ömrünü devlet ve dini bağdaştırmasına
borçlu
"Din temelli devletlerin yok olmasının mukadder olduğunu İbn Haldun
Mukaddime'sinde uzun uzadıya anlatır, çünkü bu devletler
kendilerini kendi güçleriyle yenileme kabiliyetinden mahrumdurlar.
Bu değişmez siyasi mukadderatın tek büyük istisnası, Osmanlı
Devleti ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'dir." diyen Karpat
bunun sebebini Osmanlı'nın maddi yaşam ile maneviyatı, yani devleti
ve dini bağdaştırmasına bağlıyor. Fakat 17. yüzyılda din-devlet
dengeleri bozuluyor ve devlet dini kendi amaçları için kullanmaya
başlıyor...
Osmanlı seçkinleri arasındaki ilk ciddi ayrım, ıslahat yandaşlığı
ve karşıtlığı şeklinde oluyor. 1800 yılında ise II. Mahmud
bürokrasinin "reformcu" kanadı ve III. Selim'in ayan destekçileri
tarafından kurnazca örgütlenen bir karşı hareket sonucunda tahta
çıkarıyor ve "reformcular"la "muhafazakârlar"ın arası iyice
açılıyor. Bu anlamda yazara göre Osmanlı padişahları arasında inanç
ve bilimi en iyi uyumlaştıran Sultan II. Abdülhamid'di fakat onun
da mutlakıyetçiliği moderniteyi ruhundan yoksun bıraktı.
Türkiye'nin, tarihsel olarak, inancın ve devletin özerk yetki
alanlarına sahip olduğu kendine has bir "laiklik" anlayışının
olduğunu savunan yazar, Cumhuriyet döneminde yanlış anlaşılan
Fransız versiyonu bir laiklik uğruna bu kendine has anlayışın terk
edildiğini söylemeden geçemiyor. 1924'ten sonra ortaya çıkan yeni
İslam'ın savunucuları da kitapta dikkatle okunması gereken
bölümlerden. Devletin sıradan insanların yaşadığı İslam üzerinde
sıkı bir denetim uygularken, modern düşünceli dinsel elitleri
İslam'a kendi modernist görüşlerini aşılamak üzere güçlendirdiğini
buradan öğreniyoruz.
Laikliğe rağmen ve laiklik sayesinde en dindar
ülke
Türkiye'de demokrasi mücadelesinin, esasen, demokratik özgürlük ve
hakları ve bunun göze çarpan bir parçası olan dinsel inanç
özgürlüğünü elde etme mücadelesi olduğuna da değinen Karpat "İslam
ve demokrasi tartışmasının odağında Halifelik veya Şeriat
mahkemeleri gibi İslami kurumların diriltilmesi değil,
inanç özgürlüğü vardı." diyerek devletin, toplumun
taleplerini görmezden gelmesini eleştiriyor. Yazar, laiklik
kavgalarına ve Müslümanların üzerindeki baskılara rağmen Türkiye'de
dindar nüfusun çokluğunu ülkenin dayandığı temellerle
ilişkilendiriyor:
"Bugün Türkiye muhtemelen Mekke'ye en fazla hacı gönderen ülke.
Kişi başına en fazla cami de Türkiye'de bulunuyor. Bence, devletin
benimsediği laikliğe karşın, hatta belki de onun sayesinde, dünyada
dinine en çok riayet eden Müslüman toplum Türkiye'de yaşıyor.
Müslüman ülkeleri arasında en güçlü ve nispeten en etkili devlete
sahip olan Türkiye'nin -her ne kadar son elli yılda devlet ve inanç
arasında sürekli bir kavgaya sahne olsa da- varlığının iki temel
dayanağı hâlâ devlet ve dindir."
Bugüne gelindiğinde geleneksel İslamcılarla Kemalist laikler
arasındaki eski bölünmenin şiddetini arttırarak devam ettiği
muhakkak. Kemalist laikler İslam ve modernitenin bağdaşmayacağını
düşünse de Kemal Karpat bir gün Türkler'in modernitenin maddi ve
manevi yönleriyle bir bütün olduğunu ve bunu güvence altına alan
yolun gerçek bir demokrasiden geçtiğini kabul edeceklerine dair
inancını yitirmiyor. (Hale Kaplan Öz)