El yakan Kürt raporu
Abone olKahveci'nin ölmeden önce yazdığı Kürt Raporu yıllar sonra gündeme geldi. Rapordan önemli notlar.
Artık "bitti" gözüyle bakılan Güneydoğu'daki terör ortamı,
2004'ün ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş ivme kazanarak
yeniden ülke gündeminin ilk sırasına oturdu. Tam nevruzu kazasız
belasız atlattık derken Diyarbakır'da 29 Mart 2006’da çatışmaya
dönüşen sokak gösterileri bölgedeki öteki illere sıçradı, bir anda
Güneydoğu'da 1992'dekine benzer görüntüler ortaya çıktı. Bunu
Şırnak'ta güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlar ve sayıları
artmaya başlayan şehit cenazeleri izledi.
Yıllar sonra devletin zirvesi üst rütbeli bir subayın, Elazığ'da
askerî aracın mayına çarpmasıyla şehit olan Yarbay Alim Yılmaz'ın
cenaze töreni için Kocatepe Camii avlusunda saf tuttu. Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile birlikte bölgeye
giden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 10 Nisan günü
Diyarbakır'daki konuşmasında, "Biz bölge halkını seviyoruz ve
herkesin komutanıyız. Bunları yapanlar ya geçmişi bilmiyor ya da
geleceği göremiyorlar. Olaylar bölge halkını temsil etmiyor."
mesajını verirken, Doğu ve Güneydoğu kökenli 70 kadar milletvekili
Meclis'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la bir araya geldi.
Gerek Özkök'ün bölgeye gidişi, gerekse Erdoğan'ın bölge
milletvekilleri ile Meclis'te buluşması aslında devletin zirvesinde
yaşanan çözüm arayışının birer parçası. 1984'te ilk çıkışını
yaptıktan sonra 1986-87 döneminde yeraltına çekilen; 1990'da
Birinci Körfez Savaşı'nın doğurduğu şartlarda ikinci çıkışını
yapan; 2004 sonlarından beri de "üçüncü çıkışını" yapmaya çalışan
terörün bu sefer neyin peşinde olduğu konusunda farklı senaryolar
var. Bu üçüncü çıkışın dinamikleri ve hedefinin ne olduğu konusunda
bir mutabakat olmasa da "Güneydoğu ateşi" yeniden yükselmiş
durumda.
İlginç olan, bu deyimin tam 14 yıl önce kaleme alınan bir devlet
raporunda geçiyor olması. Raporun yazarları 8. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal'ın sözcüsü Büyükelçi Kaya Toperi ve başyaveri kurmay albay
Aslan Güner. Halen korgeneral rütbesiyle Genelkurmay Başkanlığı
İstihbarat Başkanı olarak görev yapan Aslan Güner ile Kaya Toperi,
10 sayfadan oluşan bu raporu Ocak 1992'de Özal'a sundu. Özal, "Kürt
Sorunu-Güneydoğu Anadolu'daki Durum ve Çözüme Yardımcı Olabilecek
Öneriler" başlığını taşıyan raporu dönemin Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Doğan Güreş ve Başbakan Süleyman Demirel'e gönderdi.
Başbakan Süleyman Demirel bu raporu aldıktan iki ay sonra
Diyarbakır'da halka hitaben, "Kürt realitesini tanıyoruz."
açıklamasını yaptı.
Dört ay sonra, Mayıs 1992'de Özal'ın önüne ikinci bir rapor daha
geldi. Bu rapor ise Özal'ın Anavatan'a kurucu, hükümetlerinde bakan
yaptığı ve en yakınında tuttuğu kişilerden biri olan Adnan
Kahveci'nin imzasını taşımaktaydı. Kahveci'nin 13 sayfalık raporu,
"Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez-Bir Çözüm Paketi Önerisi" başlığını
taşımaktaydı. Ocak 1993'te Özal'ın önüne üçüncü bir metin daha
geldi. Bu metin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli olduktan
sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Orgeneral Kemal Yamak
imzasını taşımaktaydı.
Her üç raporun ortak özelliği devletin terörün üzerine kararlı bir
şekilde gitmesini belirtmelerine paralel olarak yeni açılımlar
getirmesi. Terörün zirveye çıktığı 1992-93 döneminin şartları ile
bugünün şartları arasında bazı farklılıklar olsa da halen devletin
kasasında olan bu dokümanlar, Güneydoğu'da yeniden yükselen ateşin
dinamikleri ve terörün bir daha dirilmemek üzere nasıl
bitirilebileceği konusunda önemli ipuçları veriyor. Örneğin Toperi
ve Güner'in raporundaki şu iki tespit özellikle dikkat çekici: "Bu
meseleye bir çözüm bulamazsak, büyük hatta orta devlet olma
şansımızı kaybetme ihtimali mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan
hale gelmemiz de muhtemeldir. Terörle mücadele ediyoruz derken,
halkın ciddi şekilde rahatsız edildiği, hırpalandığı, hatta
küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır."
Raporda "Güneydoğu ateşi" olarak tanımlanan sorunun devletin akılcı
adımları ile 5-10 yıl içinde söneceğinin öngörülmesi, bir diğer
önemli tespit. Nitekim, 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından
sonra terörün sönmeye yüz tutmasıyla, bu öngörü doğru çıktı.
Şüphesiz, bu ateşin neden yeniden alevlendiği, bugünün bir sorusu
olarak karşımızda.
Adnan Kahveci'nin raporundaki en dikkat çekici kısımlardan biri ise
şöyle: "Kürt meselesinde önemli olan tek şey, kendini Kürt kökenli
olarak görenlerin aynı zamanda kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin
birinci sınıf vatandaşı olarak hissetmeleridir." Kahveci, "Çözüm
var mıdır?" sorusunu ortaya attıktan sonra şöyle devam ediyor:
"Çözüm vardır. Ama uygulaması siyasi otoritenin tam olarak
etkinliğini göstermesine bağlıdır. İlk iş olarak Türk toplumunun
şunu kabul etmesi gerekir. Demokratikleşme ne kadar olursa olsun
bölücü terör durmayacaktır. Bakın bu hakkı verdik ama terör durmadı
tezi ile demokratikleşmeye bakmamamız gerekir. Kürtçe ile ilgili
yasak kalkınca bölücü terörün duracağını zannedenler de aynı yanlış
içinde idiler." Kahveci'ye göre, Kürt meselesine Türkiye'ye özgü
bir çözüm paketi üretmenin ön şartı, geçmişteki olaylardan dolayı
şartlanmamaktı. Ama Kahveci de tıpkı Turgut Özal gibi, anti-terör
yasalarının da etkin bir şekilde uygulanması gerektiğini
belirtmekteydi.
Silahlı Kuvvetler'de ana ekolün temsilcilerinden kabul edilen
Orgeneral Kamal Yamak'ın raporundaki şu soru, bugün de geçerliğini
tamamen sürdüren bir olgu: "İki yüzyıla yakın bir süredir
fasılalarla meydana gelen bu olaylarda bölgeyle ilgili olarak takip
edilen politika, yapılan planlama ve uygulama doğru ise neden bu
sonuca ulaşılmıştır?" Raporun yazarı Orgeneral Yamak'ın bu süreçte,
1987-89 arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olması bu metni
daha da önemli kılıyor.
Her üç raporun da çok çarpıcı ayrıntılarına geçmeden önce devletin
bu metinlerle esaslı olarak çözüm peşinde olduğu 1992-93 dönemi ile
günümüzün bir karşılaştırmasını yapmak gerekiyor. Bir kere
günümüzdeki tablo, kıyas kabul etmeyecek biçimde devletin lehine.
Örneğin o dönemde Öcalan Şam ve Beyrut'taydı, yani devletin elinde
değildi. Öte yandan 29 Mart günü Diyarbakır'da başlayan olaylar
PKK'nın yeni bir başkaldırı provası olarak kabul edilse bile, 1992
nevruzunda Şırnak ve Cizre’de yaşanan olayların yanında çok küçük
kalır.
Gözardı edilemeyecek bir diğer olgu, bugün yürütülmekte olan
"Öcalan irademizdir" imza kampanyası ile Öcalan'ı Kürt siyasi
hareketinin meşru lideri yapma girişimlerinin de, bu çevrelerin
istediği biçimde sonuç vermemesi. Öncelikle halen yasal zeminde
siyaset yaptıkları kabul edilen Kürt kökenli siyasetçilerin çoğu bu
girişimi sıcak karşılamıyor. Nitekim 1992 şartlarında olmayacak
kadar, Öcalan aleyhine seslerini yükseltenler var. Aksiyon'a
açıklamalar yapan Ümit Fırat, Feridun Yazar, Tarık Ziya Ekinci
bunlardan birkaçı. Feridun Yazar'ın "PKK derhal silah bırakmalı"
açıklamasını, 1992-93'te Kürt kökenli bir siyasetçiden duymak hemen
hemen imkansızdı.
Ancak bugün Güneydoğu'da bazı şeylerin ters gittiği de bir gerçek.
Örneğin 1992'de İstanbul'da Harbiye Orduevi'nde Cumhurbaşkanı
Turgut Özal ile görüşen Kürt liderler Celal Talabani ve Mesut
Barzani, "Kuzey Irak Kürtleri olarak Türkiye'ye bağlanmaya karar
verdik." demekteydi. Oysa bugün devletin endişesi, Barzani
yönetimindeki Kuzey Irak'ın Güneydoğu için giderek bir cazibe
merkezi haline gelmesi. Nitekim Şemdinli olayını araştırmak üzere
kurulan Meclis Komisyonu'nun hazırladığı taslak raporda, bu endişe
şöyle yer alıyor:
"Kuzey Irak'taki yeni yapılanma nedeniyle Barzani yönetiminin,
kaçakçılık olaylarıyla ilgili olarak karşı tarafta hiç sorun
çıkartmadığı, Şemdinli bölgesindeki bazı aşiretlerin mensuplarına
Kuzey Irak kimliği verildiği, çok sayıda kişinin seçimlerde oy
vermek için Kuzey Irak'a gittiği, bölgedeki gençlerden Türkiye'deki
üniversiteleri kazanamayanların Kuzey Irak'ta Barzani kontrolündeki
üniversitelere gittikleri ifade edilmektedir. Hakkari bölgesinde
yapılan bazı düğünlerde Barzani adına takılar takıldığının istihbar
edildiği, Barzani oluşumu ile Hakkari bölgesinde bazı aşiretler
arasında akrabalık ve tarihsel bağlar ile kimi yöre insanına
sağladığı imkanlar nedeniyle gittikçe artan yoğunlukta sosyal ve
politik ilişkilerin geliştiği, Kuzey Irak bölgesinin bu bölge ile
sınırı olan bazı yerleşim yerlerinde yaşayan insanlarımız için
cazibe merkezi haline geldiği, bu durumun önüne geçilmemesi halinde
önümüzdeki süreçte çok daha olumsuz tablo ile karşılaşılabileceği,
PKK terör örgütünden daha büyük ve organize bir güçle mücadele
edilmesinin kaçınılmaz olacağı değerlendirilmektedir."
Şüphesiz, Güneydoğu ateşinin bundan sonra nasıl bir seyir
izleyeceği AK Parti hükümetinin tutumuna bağlı. 1993'te bu
dokümanları üreten Özal, hükümet başkanı olmamasına rağmen,
cumhurbaşkanı olarak kendi inisiyatifi ile bir çözüm arayışındaydı.
Hatta, Çankaya Köşkü'nden inip yeniden siyasete atılmayı düşünürken
en önemli gerekçesi Güneydoğu sorunuydu. Örneğin, Güneydoğu'ya
yaptığı bir geziden dönen Özal, 14 Ekim 1991 tarihinde Hürriyet'e
şu açıklamayı yaptı: "Kürt meselesini mutlaka çözeceğim. Bu, benim
milletime yapacağım son hizmetim olacaktır." Kafasında bir af
projesi olan Özal'a göre, sorunun çözümü için açılımlar yapılırken
bölünme endişesine kapılmak yersizdi. Nitekim, aynı yıl çıktığı
Uzakdoğu gezisinde yerli ve yabancı gazetecilere yaptığı
açıklamada, Kürt vatandaşların çoğunun Batı illerinde yaşadığını
belirtip, "Otonomi veya özerklik olmaz, Referandum yapılsa yüzde
85'i Türkiye'den ayrılmaz." dedi.
Kürt nüfusun nasıl bütün Türkiye ile entegre olduğu, Toperi-Güner
raporuna şöyle yansıyor: "Elimizde kesin rakamlar mevcut olmamakla
beraber, etnik olarak Kürt denilen nüfusun muhtemelen yüzde 60'ı
Ankara ve batısında yaşamaktadır." Nitekim, Ümit Fırat bu
entegrasyonu anlatırken Kürtlerin bin yıldır Türklerle birlikte
aynı devletin tebası ve vatandaşı olduklarını vurguluyor. Feridun
Yazar'ın "Yüzde 50 Kürdüm, yüzde 50 Türk" sözleri de aynı
mahiyette. Çünkü, Amerikalı Ortadoğu uzmanı Graham Fuller'ın
deyimiyle, dünyada Türkiye'ye entegre olan Kürtler kadar, ülke
geneliyle entegre olmuş başka bir etnik grup göstermek çok zor.
Şimdi AK Parti iktidarı bir çözüm iradesi oluşturma peşinde. 2005
Ağustos ayında Diyarbakır'a giden ve ilk defa 'Kürt sorunu'nu
telaffuz ederek, "Bu sorun sadece bölgenin değil, hepimizindir."
diyen Erdoğan da "Doğu'nun makus talihini yeneceğiz." diyen ve GAP
projesine büyük önem veren Özal gibi, bölgenin ekonomik
ihtiyaçlarına önem veriyor. Örneğin yılın neredeyse 11 ayında dünya
ile irtibatı kesilen Van'ın Bahçesaray ilçesi, bu dönemde yapılan
yol sayesinde bu dertten kurtuldu. Erdoğan, Demokratik Toplum
Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk'e randevu vermese de, Meclis'te
Doğulu milletvekilleri ile görüşmesinde af konusunu dile getiren
bir milletvekilini, "Ahmet Türk ağzıyla konuşma." deyip uyarsa da
daha önce Tunceli ve Diyarbakır Belediye Başkanları ile
Başbakanlık'ta görüştü. O yüzden, Orgeneral Kemal Yamak'ın
deyimiyle sorunu çözecek devlet çapındaki tedbirler için önümüzdeki
günlerde Ankara'da atılacak adımlara bakmak gerekiyor.
“GÜNEYDOĞU ATEŞİ” TANIMLAMASI
"Uzun zamandır
Türkiye'nin güneyinde, belki cumhuriyet tarihinin en önemli
problemi ile karşı karşıyayız" cümlesi ile başlayan Toperi-Güner
raporunda siyasi, sosyal, ekonomik ve kanlı terör boyutları olan
Güneydoğu'daki sorun "Kürt olayı" olarak tanımlanıyor.
Rapordaki diğer değerlendirmeler ise şöyle: "Meselenin bu şekilde
sürüp gitmesi, ister bölgede, ister batıda yaşayan, ülkemizde Kürt
etnik kimliği olmakla beraber, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin
sadık ve sağlam vatandaşı addedenlerde de bir kırgınlık, endişe ve
hassasiyeti yaratmaktadır. Bugün ülkemizde bir Kürt Milliyetçiliği
kavramının her geçen gün daha büyük bir kesimce benimsendiğini ve
mevcudiyetini kabul etmek gerekir. Bunun planlı bir şekilde
geliştiğini ve geliştirildiğini görmekteyiz. Gerek yurtiçinde,
gerek yurtdışında mevcut bazı kurum ve kişilerin bu konuda yoğun
çaba harcadıkları bilinmektedir… Karşılaştığımız sorunun basit bir
terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır. Bu itibarla
çözümleri kısa-orta vade ile orta-uzun vadeli çözümler olarak
düşünmek, ayrıca terörle mücadele için yapılacaklarla, bölge
halkıyla ilişkilerde hareket tarzını ayırmak gerekmektedir… Bu
uygulamada, varsa yapılan hataların ve eksikliklerin, gerçekler hiç
saklanmaksızın ortaya konularak tartışılması ve bunlara gerçekçi
çözüm bulunması gerekmektedir.
Bu mesele ile ilgili her şey tarafsız, önyargısız bir şekilde
açıkça ve serbestçe tartışılmalıdır. Tartışma ortamı doğruları ve
yanlışları ortaya çıkaracak ve gerçekleri daha kolay öğrenmemize
imkân sağlayacaktır. Tartışmayı engellemek, gerçekleri saklamak,
meseleyi azaltmayacak, aksine tedbirler yanlış olacağı için giderek
daha da büyültecektir… Gerek dünyadaki son oluşumlar sonucu ortaya
çıkan etnik milliyetçilik anlayışının etkisi, gerekse Türkiye'nin
yakaladığı tarihi büyüme fırsatını engellemek isteyen dış güçlerin
teşvik ve desteği ile bugünkü ciddi boyutlarına ulaşan Güneydoğu
ateşi, eğer bir yanlış yapılmazsa, acele ve fevri davranılmaz,
soğukkanlılık kaybedilmez ise 5-10 yıl içinde milliyetçilik
akımının şiddetini kaybetmesi ve dış desteğin azalması sonucu
kendiliğinden hafifleyerek sönecektir.”
"Demokratik açılımlar" öngören rapordaki bir diğer çarpıcı boyut,
devletin terörün üzerinde kararlı ve eksiksiz bir şekilde gitmesini
öngören tedbirlere de yer vermesi. Nitekim 50 bin kişiden oluşan ve
bölgede en az beş yıl görev yapacak bir özel kuvvetin kurulması
buna örnek gösterilebilir. O dönemde özel harekât polisleri ve
Genelkurmay'a bağlı özel kuvvetlerle bu teklif fiilen uygulandı.
Raporda belirtilen 50 civarında Scorsky ve Kobra helikopteri
alınması da o dönemde kısmen uygulandı.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Yamak'ın ölümünden üç ay
önce 1993 Ocak ayında Özal'a sunduğu Güneydoğu raporunda,
Demirel'in 29. Kürt isyanı olarak nitelendirdiği PKK'ya kadar
bölgede meydana gelen olay sayısı 28 olarak değil, 37 olarak
veriliyor. İşte o rapordan bölümler: "Özellikle 1800'lerden
zamanımıza kadar Osmanlı İmparatorluğu döneminde 12; Türkiye
Cumhuriyeti döneminde üçü ciddi olmak üzere 25 olayın vuku bulduğu
bu bölgemizde asırlardır birlikte yaşadığımız, bu toprakları
birlikte vatan yaptığımız, birlikte kurduğumuz cumhuriyetin eşit
haklarla vatandaşı olduğumuz bölge halkımız içinde neden bu olaylar
devam etmektedir?...
ÜZÜCÜ GERÇEKLER
“Bugün yirmi senedir Kıbrıs'ta
alınamayan eşitlik hakları; Bosna-Hersek'te aranan haklar ve benzer
ülkelerde uğruna mücadele edilen bu değer ölçülerinden ve
ülkemizdeki eşit vatandaşlık haklarından, birlikte ve iç içe
yaşamanın oluşturduğu ortak değerlerden hangisi bu bölgemizde
yoktur? Öyle ise aranan nedir, sadece söndürülmesi en zor olan
milliyetçilik duyguları mıdır? Bunları enine boyuna inceleyerek,
açık-gizli, belli-belirsiz, doğru-yanlış, oluşmuş veya empoze
edilmiş sebep ve saikler ne ise gerçek, acı ve üzücü de olsa,
ortaya koymak ve tedbirler paketini bu sebepleri ele alarak
oluşturmak, yapılabilecekleri yaparak, zamanla yapacakları bilgiye
sunarak, yapılamayacakların nedenlerini açıkça ortaya koyarak,
sebepleri ortadan kaldırmak veya tesirlerini zayıflatmak ve
şikayetçi olduğumuz sonuçları olumlu yönde etkileyecek bir
uygulamayı esas almak daha doğru ve etkili olamaz mı?..
“Bu mücadelenin sadece asker ve güvenlik güçleriyle yapılması hem
yetersiz, hem noksan, hem de yanlış bir uygulamadır. Zira askeri
tedbirler başarılı olabilir, fakat hem bölgevi (bölgesel), hem de
geçicilik vasfı taşır. Kalıcı, devamlı ve bölgenin bütününü
kapsayan sonuçlarla boğuşmak yerine, sebepleri de yok ederek sonuca
ulaşacak devlet çapındaki tedbirlere ihtiyaç olduğu kabul
edilmelidir."
ADNAN KAHVECİ’NİN RAPORU: KÜRT SORUNU NASIL
ÇÖZÜLMEZ?
Üniversite öğrenimini ABD'de yapan Adnan
Kahveci, Türkiye'ye döndükten sonra 1980'lerden itibaren Turgut
Özal ile birlikte oldu. ANAP'tan siyasete girip maliye bakanı olan
Kahveci, 5 Şubat 1993 tarihinde eşi ve çocukları ile birlikte
otomobiliyle Ankara'dan İstanbul'a giderken yanlışlıkla ters yola
girip trafik kazası geçirdi. Kazada Kahveci, eşi ve kızı ölürken;
sadece oğlu Cihan kurtuldu. Kahveci'nin ölümü Özal'ı derinden
yaraladı. Ölüm haberini alınca, "Sanki bir evladımı kaybettim."
dedi. Adnan Kahveci'nin hazırlayıp Özal'a sunduğu Kürt raporundan
önemli bazı bölümler şöyle: "Sorun şimdiye kadar niçin
çözülememiştir? Çözülememesinde en önemli husus Türkiye'nin bunu
çözecek demokratik olgunluğa erişememesidir… Şimdi, Adnan Kahveci
ne diye bu işe bulaştı diye sorulacaktır. Bazı arkadaşlarım, 'Aman
bu konuları gündeme getirme, siyasi hayatın biter, yıpranırsın.'
dediler...
“Şırnak'ta, Cizre'de bir Nevruz bayramı bahanesiyle 80-90 kişi
ölüyorsa, Türkiye çok büyük sorunlara gebedir… Benim milletvekili
olarak görev ve sorumluluğum, Türkiye'nin sorunlarına teşhis koymak
ve çözüm üretmektir. Teşhislerim ve çözümlerim, toplumun büyük
çoğunluğunun tepkisini çekse de, anlaşılamasam da, bu görevi yapmak
mecburiyetindeyim. Çünkü herkes korkup sessiz kalırsa, Türkiye
felakete doğru gidecektir... Onun için bu çözüm paketini üretmek
zorunluluğunu hissettim…
“Türkiye'de Kürt sorunu son otuz yılda, 1920-30'lu yıllarından çok
farklı bir mecraya girmiştir. Kürt meselesinde önemli olan tek şey,
kendini Kürt kökenli olarak görenlerin aynı zamanda kendilerini
Türkiye cumhuriyeti'nin birinci sınıf vatandaşı olarak
hissetmeleridir… Bugün yapılan en büyük yanlış, bölücü terör ile
demokratikleşmeyi birbiriyle ilişkilendirmektir…
“Türkiye Kürt meselesine çözüm getirmek için saplantısız ve çağdaş
düşünmek zorundadır. Hiçbir şekilde geçmişteki olaylardan dolayı
şartlanmamalıdır. Bölücü terör var diye bazı sorunları çözmekte
inatlaşmamalıyız. Bir sorunu çözebilmek için öncelikle onu iyi
analiz etmek gerekir… Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla
kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum
Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp, PKK gibi terör
örgütlerine olan halk desteğinin de ortadan kalkmasına yol
açacaktır. Demokratik bir ortamda hiçbir Kürdün ayrı bir devlet
kurma fikri gerçekçi olamayacaktır…
BÖLÜNME ENDİŞESİ YERSİZ
“Demokratikleşme konusunda demokrasisi bizden daha kıdemli
ülkelerin tecrübelerini çok dikkatli inceleyip değerlendirmeliyiz.
Tabii ki, onları kopya etmemeliyiz. Türkiye'ye özgü bir çözüm
paketi üretmeliyiz... Demokratikleşme hızlandırılırsa, Doğu Batının
gerçek değerini anlayacaktır. Bölünmenin önündeki en önemli engel,
Batının Doğuyu sübvanse etmesi, desteklemesidir. Batı pazarı
olmasa, Doğudaki hiçbir fabrika işleyemez. Bölünme endişesi
taşıyanlar bu endişelerinde yersizdirler… Ancak zengin bir Türkiye
GAP'ı bitirebilir. Doğu ve Güneydoğu'ya GAP çok büyük bir zenginlik
getirecektir. Bunu da ancak birlik içinde olan bir Türkiye
gerçekleştirebilir…
“Bölücü terörü azaltmanın yolu anti terör yasalarını etkin bir
şekilde, Almanya'nın ve İtalya'nın işlettiği şekilde işletmektir.
Ama anti terör yasaları Avrupa ülkelerinin işlettiği şekilde
çalıştırılırken; demokratikleşmede Avrupa düzeyine çıkmamız
gerekir… Çare daha fazla demokrasidir. ANAP bu yolda; 1989'a kadar
çıkaracağı kanunlar, Kenan Evren tarafından peşinen veto edileceği
için adım atamadı. Ama 1989'dan sonra 1990 ve 1991'de çok önemli
adımlar atıldı. Bu hızlı demokratikleşmeye devam etmek
mecburiyetindeyiz..."
Aksiyon