Ekrem Dumanlı'dan sert çıkış
Abone olPadişah Vahdettin ile ilgili tartışmalar köşe savaşlarına dönüşürken, Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı Hürriyet gazetesine çattı. Dumanlı Hürriyet'ten tashih istedi.
Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı köşe yazısında Hürriyet'e
yüklendi. Dumanlı, yapılması gerektiğini savunarak Büyük Gazete'ye
Vahdettin ile ilgili açıklamaları çarpıttığını ileri sürdü.İşte
Dumanlı'nın yazısı:
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:
Medyanın tarih ile imtihanı
Hemen baştan söylemem gerekiyor ki bu yazı, Vahdettin’in hain olup
olmadığını ispat etmek için yazılmamıştır. Zaten 10 gündür süren
tartışmanın tadı da kaçmıştır. Ancak günlerdir süren tartışma
kadar, bu tartışmaya medyanın yaklaşımı da ilginç; o yüzden bir-iki
küçük not düşmekte fayda var...
Hatırlanacağı gibi, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in ‘Vahdettin
hain değildir’ açıklaması, büyük tartışmalara sebep olmuştu. Bazı
kişiler, ne söylendiğine, niçin söylendiğine bakmadan Bülent Bey’e
saldırmayı tercih etti. Hızını alamayan bazıları da eleştirinin
dozunu artırarak işi hakarete kadar götürdü. Temel düşünce ‘Sen
nasıl olur da böyle konuşursun’ efelenmesine dayanıyordu. Bununla
da hızını alamayan eski tüfek bazı gazeteciler, röportajı
yayınlayan gazeteye yüklenmeyi maharet saydı...
İtiraf etmeliyim ki, bazılarının öfkelerine anlam vermek zor.
Bülent Bey profesyonel bir tarihçi olmadığına göre kendi kanaatini
söylüyor demektir. Bu ülkenin siyasi tarihine damgasını vurmuş bir
lider, kanaatini açıklarken gazetecilerden müsaade mi alacak? Ya da
başka bir konu için röportaja gitmiş, ancak şaşırtıcı bir manşet
haberle karşı karşıya kalmış bir gazete, kaleminden çamur damlayan
birilerinden ruhsat alarak mı başlık atacak? Hadiseyi resmetmek
için kullandığım ‘çamur’lu ifadelerden dolayı okurumuz karşısında
hicap duyuyorum; ancak konu ile alakası olmayan üçüncü şahıslara
her fırsatta hakaret etmeyi gazetecilik sanan birilerine bir şey
söylemek tarih karşısında sorumluluk duymanın bir parçası olsa
gerek.
Tarihî sorumluluk denilen ateşten gömlek, aydının tarihle
yüzleşmesi demektir; önyargılarını topluma dayatması değil.
Ecevit’in açtığı tartışmada kimin haklı kimin haksız olduğu başka
bir mevzu; bu tartışma yapılırken ortaya konan duruş başka. Bir
gazetecinin vasat bir tarih bilgisiyle ve maalesef yıllar
öncesinden edindiği ezberle ‘Ecevit haklı’ ya da ‘haksız’ demesinin
çok da bir anlamı yok. Aydın için duruş heybeti ve mesafesi
önemli.
Vahdettin tartışmasında Ecevit’e ateş püsküren bazı yazarlara kendi
gazetelerinde neşredilen görüşleri ithaf ediyorum. Tarihçilere
kulak vermekte fayda var...
MURAT BARDAKÇI (18/07/2005-Hürriyet)
Vahdettin her şeyin bittiği bir anda, 4 Temmuz 1918’de tahta geçti,
üç ay sonra, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayıp teslim
olduk. Yani, dünya savaşının ve yenilginin Vahdettin ile hiçbir
alakası yoktur. Hakkındaki tek belgesel biyografiyi yazmış bir kişi
olarak şunu söyleyebilirim: Osmanlı tarihinin en şanssız
hükümdarıdır, her insan gibi o da bazı hatalar yapmıştır; ama
memleketini seven bir kişidir ve ihanetle hiçbir alâkası
yoktur.
PROF. METE TUNÇAY (18/07/2005-Hürriyet)
Ben öteden beri ‘Hain padişah Vahdettin’ sözünün, o dönemin
şartları içinde söylenmiş haksız bir şey olduğunu düşündüm.
Vahdettin siyasi anlamda yanlış hesap yapmış olabilir; ama bu
Vahdettin’in veya Damat Ferit Paşa’nın hain olduğu anlamına gelmez.
Bu, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi koşulları öyle gerektirdiği için
dolaşıma sokulan bir söyleyiştir. Bugün artık bu meselelere çok
daha soğukkanlı bakabilecek ve şefkatle yaklaşabilecek
durumdayız.
YILMAZ ÇETİNER (21/07/2005-Milliyet)
Son Osmanlı Padişahı’nın, ülkesinden 82 yıl önce kaçışı (veya
ayrılışı) hakkında adil bir karara varabilmek için bence o günlerin
şartlarını hatırlamak, incelemek, hiç değilse iyi okumak gerekir. O
günlerin ağır şartları içinde Atatürk de “Hain, sefil” demiş
olabilir. Ama aynı kelimeleri bir düşünün, kimler kimler için
söylemedi. Sultan Vahdettin bence vatan haini değil, yetenekleri
olmayan, aciz, hasta bir padişahtı. Günün ağır şartları da üzerine
binince Vahdettin yanlışlar yaptı, bocaladı...
PROF. İLBER ORTAYLI (19/07/2005-Milliyet)
...Bülent Ecevit’in Sultan II. Abdülhamit ve VI. Mehmed Vahdeddin
üzerindeki yaftaları yeniden yargılayıp kaldırması yerinde bir
davranıştır. Tarihçilerin yazıp söyledikleri, hele bizim gibi
memleketlerde çok fazla etkili olmuyor. Ambargoları kaldıranlar,
asıl sözü dinlenir siyasi liderler oluyorlar. Bu gerekli. Çünkü bir
yerde doğruyu araştıran tarihçinin de güvencesi onların çizgisi
oluyor... Vahdeddin ve Atatürk karşı karşıya gelmişlerdir. Ama dost
oldukları zaman da vardır. Kim ne derse desin son padişah hazineyi
soyup gitmedi. Gittiği yerlerde de Türkiye devleti aleyhinde
faaliyette bulunmadı, söz söylemedi. Bu, sürgündeki hanedanın bir
ananesi ve takdire değer tavrıdır. Bunları da bilmek gerekir.
PROF. MURAT BELGE (22/07/2005-Radikal-köşe yazısı)
...Medyadan izlediğime göre Demirel, Hürriyet’i aramış ve
“Vahdettin’in hain olmadığını söylemek Türkiye’ye yararlı olur mu?”
diye sormuş... ‘Vahdeddin’in hain olması bizim için yararlıdır’
diye bir cümle kurduğumda, çok kişi bunun aslında saçma bir önerme
olduğunu anlayabilir. Vahdeddin’in hain olduğunu düşünenler bile,
bunun böyle ifade edilmesinin biçimsiz olduğunu söyleyecektir. Ama
Demirel’in cümlesi, ‘Onun hain olmadığını söylemek, Türkiye’ye ne
fayda sağlayacak’ mealinde bir cümle, bundan başka bir anlama
geliyor mu?..
PROF. REŞAT KAYNAR (18/07/2005-Hürriyet)
Padişah Vahdettin’in doğrudan doğruya memlekete zarar vermek için
yaptığı bir hareket yok. Dolayısıyla, elimizde Vahdettin’in
ihanetini gösterecek bir belge de yok.
PROF. MİM KEMAL ÖKE (18/07/2005-Hürriyet)
Vahdettin ne bazılarının iddia ettiği gibi hain, ne de onlara
karşıt olan kesimlerin iddia ettiği gibi, Mustafa Kemal’e
Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’yi başlatması inisiyatifini
kullanan perde arkasındaki gizli kahramandır. Doğrudur, Vahdettin,
Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderirken, Mustafa Kemal’in ne
yapacağını gayet iyi biliyordu. Ve bu projeye de sadece onay
vermekle kalmadı, para da verdi. Ancak, bunu saraya yakın
çevrelerin telkin ve hatta tazyikiyle yaptı. Bir yerde bu işe
zorlandı. Mustafa Kemal’in idam fermanını onaylaması ise tamamen
İngiliz baskısının bir sonucudur.
YILMAZ ÖZTUNA (18/07/2005-Hürriyet)
Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ben 40 senedir yazıyorum zaten.
Kaldı ki, tarihçiler ‘hain’ kelimesini kullanmaz. Çünkü bu siyasi
bir kelimedir. Kuruluş yıllarının ateşli dönemlerinde kullanılmış
bir kelimedir bu ve öyle bir dönemde de mutlaka kullanılması
gerekirdi. Bu Fransız İhtilali’nden sonra da böyle olmuştur, Rus
Devrimi’nden sonra da böyle olmuştur.
Evet söylenenler genellikle böyle. Tarihçilerden Ecevit’i haksız
bulan yok gibi. O zaman bu öfke neden? Ermeni meselesi gibi kritik
konularda üst perdeden ‘Bırakın bunu tarihçiler tartışsın’ deniyor.
İş başka bir kritik konuya gelince tarihçileri kaale almayan siyasi
yorumlar yapılıyor. Tabii ki bu yorumlar da yapılacak; ancak
meseleyi ideolojik bir kavgaya dönüştürmenin de anlamı yok.
Mehmet Altan’ın yazısına dikkat! Yer sıkıntısından dolayı Mehmet
Altan’ın yazısını aynen aktaramıyorum. Altan, 1995’te Sabah’ta
yapılan iki röportajı hatırlatıyor. “Röportajın konukları
‘damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar’ diyen Cemal Kutay ile gene
‘sıkı Atatürkçü’ İsmet Bozdağ...” Her iki Kemalist tarihçinin
görüşü de ‘Vahdettin hain değil’ hükmüne dayanıyor. Bu hükümlerin
karşısına Atatürk’ün Nutuk’unda yer alan cümleler çıkarılınca
Kutay’ın izahını da Altan alıntılamış: ‘İlk yapılacak şey, Nutuk’un
bir tarih olmadığını açıkça ortaya koymak. Yani Nutuk’a isnat
ederek bir hadisenin tek başına Nutuk’un çerçevesi içinde izahı
mümkün olmadığı kabul edilmelidir...’
Tarihe karşı önyargıyla yaklaşılınca hadiseler kördüğüm olur. Kimi
suçlayacaksınız; Ecevit’e destek veren tarihçileri mi, bu
görüşlerine yer veren Hürriyet’i mi, Milliyet’i mi, Sabah’ı mı?..
Ya da Kemalist olduklarından şüphe edilemeyen tarihçileri mi?
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konuda da yapayalnız kaldı.
Onun eski Başbakan Ecevit’i günah keçisi yapma gayreti de sonuç
vermedi. Çünkü Bülent Bey’in Atatürkçülüğünden kimsenin kuşkusu
olamaz. Ortada kalan, tarihi olaylara da külhanbeyce yaklaşan bazı
marjinal yazarlar oldu... Bu da bir çeşit sınav olsa gerek; tarih
huzurunda, tarihe karşı verilen çetin bir sınav...
Yanlışı düzeltmenin yolları belli
Hürriyet’in Vahdettin ile ilgili ilk haberinde şöyle deniyordu:
“Bülent Ecevit’in ‘Vahdettin’in hain olmadığı’ şeklindeki demecini
yayınlayan Zaman Gazetesi, aynı haberde bazı maddi hatalar yaptı.
Gazetede Ecevit’in ‘Vahdettin ile akraba olduğu’ iddia ediliyordu;
ancak Bülent Ecevit ile Vahdettin arasında hiçbir akrabalık bağı
bulunmuyordu.”
Önce, Hürriyet’in tashihini tashih etmek gerekiyor. Çünkü “hiçbir
akrabalık bağı bulunmuyordu” tespiti doğru değil. Ecevit’in
“Uzaktan hısım oluruz.” dediği akrabalık bağı şöyle: Vahdettin’in
son sadrazamı Tevfik Paşa’nın oğullarından İsmail Hakkı Okday, ilk
evliliğini Padişah’ın kızı Ulviye Sultan’la yapar. İsmail Hakkı
Okday, daha sonra Ecevit’in annesinin teyzesi Ferhande Hanım’la
evleniyor. Ecevit’in “Uzaktan akraba oluruz.” ifadesinin dayanağı
bu.
Aslında haberde bir hata var. O da Vahdettin’in kızının ismiyle
ilgili. Son padişahın kızı bizde Naciye Sultan olarak çıkmış.
Doğrusu Ulviye Sultan. Fakat Naciye Sultan ismini Ecevit’in kendisi
veriyor. Mülakatı yapan, başarılı çalışmalarını sık sık okuduğunuz
Ömer Şahin’in bant kayıtlarında bunlar mevcut. Gazetecilikte hata
yapılır; yeter ki art niyetle yapılmasın, bu bir. Hata fark
edildiğinde dürüstçe düzeltme yayınlansın, bu iki. Hatalar
düzeltilsin ki tarihe yanlış bir not düşülmüş olmasın.
Bir hatayı da bugün düzeltiyorum: Bülent Ecevit, haberi gazetede
okuduktan sonra Ömer Şahin’i arayıp teşekkür ediyor. Ardından diyor
ki: “Çok beğendim, ancak bir hata vardı. O da şu: Libya’daki
akrabalarımdan bana kalan miras 40 lira değil 10 bin liraydı.” Ömer
Şahin, titiz bir gazetecidir, halihazırda da Meclis büro
şefimizdir. Bant kayıtlarını incelediğinde görüyor ki Ecevit, 10
bin lira değil, 40 lira demiş. Bu da olabilir; yani röportajı
verenin de o esnada bazı şeyleri yanlış hatırlaması ya da ifade
etmesi de mümkün.
Bir gazete için doğru olan, her türlü hatayı tashih etmektir; başka
bir gazetenin hatası sandığı şeyi brifinglerde doğruymuş gibi
söylemek değil. Tarih karşısında gazetelerin sorumluluğu, kendi
hatalarını tashihten geçer. Üstelik, düzeltmelerin açıktan açığa
yapılması, gazetelerin değerini düşürmez; onlara duyulan güveni
artırır...