Ekrem Dumanlı'dan iyimser tablo
Abone olMedya üzerine kuşatıcı yazılar kaleme alan Ekrem Dumanlı, basındaki uzlaşma kültürünün yerleşmeye başladığını dile getirdi. Medyada başka iyi gelişmeler de var.
Medya ile ilgili kuşatıcı değerlendirmelerde bulunan Zaman
Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Türk basınında yavaş
yavaş uzlaşma kültürünün yerleştiğini dile getirdi. Dumanlı,
yazısında geçmişin bağnaz tutumlarının yavaş yavaş
terkedildiğini belirtti ve yeni uzlaşma kültüründen örnekler
verdi:
- Malumunuz, Bild Gazetesi geçen hafta beş gazetemizin (Hürriyet,
Milliyet, Radikal, Sabah, Zaman) genel yayın yönetmenine aynı
soruyu yöneltti: Başbakan Erdoğan gerçek bir reformist mi; yoksa
kuzu postuna bürünmüş bir kurt mu?
Avrupa Birliği yolunda en kritik toplantıdan bir gün önce böyle bir
sorunun yöneltilmesi, iki haftadır yaşanan kriz ile irtibatlıydı.
Zina tartışmalarına AB yetkilileri de karışınca Başbakan "Biz
Türk'üz, iç işlerimize kimseyi karıştırmayız." şeklinde açıklama
yapmıştı. O yüzden 6 Ekim'de açıklanacak ilerleme raporunun mimarı
Verheugen ile Tayyip Erdoğan'ın yapacağı toplantı, hayati bir önem
taşıyordu. Belki inceldiği yerden kopacak ve yarım asırlık AB
rüyası kâbusa dönüşecekti.
İşte tam bu noktada 4 milyon tiraja sahip Bild gazetesinin
Türkiye'deki 5 önemli gazeteden görüş alması anlamlıydı. En azından
yerinde bir gazetecilik hamlesiydi... Daha ilginç bir gelişmeyi
gözden kaçırmamak gerekiyor: Beş genel yayın yönetmeni de
birbirinden habersiz aynı cevabı vermiş. Öyle sanıyorum ki diğer
kitle gazete yöneticilerine de sorulsa aynı cevabı alacaklardı. AB
gibi Türkiye'nin geleceğini etkileyecek bir konuda görüş birliği
olması doğal. Bu durum, medyanın tek sesli hale gelmesi veya farklı
yaklaşımların zenginliğinden yoksun olması anlamına gelmez. Herkes
de biliyor ki Türk basınında çok seslilik, çok renklilik hâlâ
dipdiri.
Uzlaşma kültürüne doğru
Ancak Türkiye -dolayısıyla Türk basını- çok önemli bir tecrübenin
ışığında yoluna devam ediyor. Ülke meselesinin sırf muhalefet olsun
diye; ya da iç siyasi çıkarlar uğruna feda edilmesine artık
kimsenin gönlü elvermiyor. Ülkenin geleceğini etkileyecek konulara
siyasi bir şartlanmışlık içinde bakıl(a)mıyor. Kısır çekişmelerin,
anlamsız didişmelerin nelere mal olduğunu biliyor çünkü...
Çatışmaların gölgesine sığınarak yürütülen eski tarz siyaset bile
uzlaşma kültürüyle kendine yeni bir rol biçiyor. 78 yıl sonra
yapılan Türk Ceza Kanunu, iktidar ve muhalefetin uzlaşma
arayışlarının bir sonucudur. Tamam, hırçınlığı henüz üzerinden
atamamış, polemiklerin gölgesinde siyaset yapmayı tarz edinmiş
insanlar var siyaset arenasında; ancak daha sağduyulu, daha
serinkanlı bir yönelişin olduğu da bir gerçek. Türk siyasetindeki
bu durum, aslında sosyal bir talebin sonucudur.
Türk medyası uzlaşma kültürünün taleplerini tam karşılamasa da,
toplumsal yönelişe bigane de kalmadı. Bir zamanlar fırtınalar
koparılan pek çok olaya daha soğukkanlı yaklaşmayı denedi. Karmaşık
bazı olayları bir cepheleşme vesilesi saymadı; dolayısıyla komplo
teorilerinin fısıltılarıyla yaygınlaşan cepheleşmelere fırsat
vermedi.
Son üç-beş yılı düşünün lütfen. Neler yaşanmadı neler. Mesela Necip
Hablemitoğlu'nun alçakça öldürülmesi. Hâlâ esrarengiz bir özelliğe
sahip suikast, pekala laik-anti laik cephelerin açılmasına vesile
edilebilirdi. Çünkü benzer olaylarda böyle bir tuzağa düşmüştü
medyamız.
3 Kasım 2002 seçimleri belki de yeni bir dönemin başlangıcıdır. 28
Şubat, Refahyol Hükümeti'ne karşı takınılan keskin tavırların
doğurduğu bir hilkat garibesiydi. Hükümetin yanlışları saymakla
bitmez, ancak basının yangına benzin döktüğü de aşikardır. Bir
gecede linç edilen insanlar, savcılık ve emniyeti harekete
geçirmeye yönelik baskın haberler, "üst düzey bir askerî yetkili"
jargonuyla oluşturulan havalar...
3 Kasım seçim sonuçları Refahyol Hükümeti ile başlayan kâbusun
yeniden dönmesi anlamına gelebilirdi. Nitekim pek çok kişi, halkın
iradesini "içime sindirmedim" şeklinde algılıyordu. O dönemde
"İslamcı" yapısından endişe edilen parti % 21 oyla iktidara
yürümüştü. Oysa benzer kaygılar sonucunda AK Parti'ye endişeyle
yaklaşanlar 4 Kasım sabahı % 34'lük bir halk desteğini buluyordu
karşısında. Dolayısıyla "tahrik" daha büyük sayılabilirdi.
Ve tabii ki kilit rollerden birisi medyaya düşüyordu. O isterse -ya
da boyun eğerse- siyasi istikrarı olumsuz yönde etkileyecek bir
hava oluşturabilirdi. Basın tarihi bunun yüzlerce örneğiyle
doluydu. 28 Şubat sürecinde yazılanların mürekkebi bile henüz
kurumamıştı.
Beklenen olmadı. Türk medyası kronik bazı alışkanlıkların zaman
zaman hortlamasına rağmen daha sağlam bir yer tuttu. En azından
halkın iradesiyle ortaya çıkan yeni tabloya saygı gösterdi basın ve
hükümete zaman tanıdı. Hükümet de bunu iyi değerlendirdi.
Endişelerin gereksiz olduğunu, özellikle AB yolunda atılan
adımlarla, ortaya koydu...
Yeni hükümetle başlayan ve bitmek tükenmek bilmeyen gündemi
hatırlayın. Irak'a müdahale için ABD'nin Türkiye'den istekleri,
tezkere oylamasının Meclis'ten geçmeyişi, Kıbrıs görüşmelerinin
başlaması, Annan Planı üzerine koparılan fırtına, Kıbrıs'ta
referandum...
Her olay, hem siyaset için çetin bir sınavdı hem medya için.
Medyadan değişik sesler yükseldi. Öyle de olması gerekiyor. Kimi
tezkerenin çıkmasından yana olur, kimi çıkmamasından. Biri Annan
Planı'nı önemli bir fırsat olarak görüyor, diğeri tarihî bir hata.
Ve bunların hepsi yazılır, çizilir, tartışılır. Önemli olan,
düşünce zenginliğinin yansımalarına tahammül edebilme; hatta (karar
mekanizmaları için söylüyorum) bunlardan istifade
edebilmektedir.
Yanlışın neresinden dönülürse...
Türkiye, sağduyuyu elden bırakmadan tartışmayı öğrenmek zorunda. Bu
yolu Türkiye medyası açacak. O yüzden farklı düşüncelerin bazı
konularda kesişebilmesini önemsemek gerekiyor. Her yerde uç
noktalar vardır ve o uç noktaların ayran kabarttığı bir gerçektir.
Hatta tahrik edici üslubuyla ve aklın hudutlarını zorlayan tarzıyla
marjinal basına ihtiyaç olduğunu söylemek de mümkün. Zaman zaman
oralardan önemli uyarılar da gelebilir; ancak aklı selimi öne alan
bir orta yolun varlığı ülkelerin geleceği adına önemlidir.
Türk medyası doğru bir yola girmiş, yanlışlardan ders çıkartmıştır.
Yayın ilkeleri ilk defa bu kadar ciddiye alınmış, her medya
kuruluşu kendisi hakkında içeriden bir eleştiri kapısı
aralanmıştır. Evet bu kapı henüz dünya standartlarında bir çıtaya
kavuşmadı; ancak uzun yıllar içinde oluşan alışkanlıkların bir
çırpıda değişmesi de mümkün değil.
Hazır uzun yıllar içinde oluşan alışkanlıklardan söz etmişken,
medya eleştirilerinin de bazı alışkanlıklardan sıyrılmasında fayda
gördüğümü söylemeden edemeyeceğim. Gazeteciliğin evrensel
standartlarına uymayan çok haber yayınlanıyor hâlâ; ancak arka plan
bilgisiyle, karşıt görüşüyle, habere konu edilen kişilerin
görüşlerine yer verilmesiyle vs. yapılan ve hızla yayılan bir
habercilik anlayışına yöneliş olduğu da çok açık. Olumlu örnekleri
alkışlamak da olumsuz habercilik örneklerine karşı çıkmak kadar
önemli olsa gerek...
Sözün özü şu: Türk basını farklı düşüncelerin, farklı hayat
tarzlarının zenginliği üzerinden yükseliyor. Bu yükseliş ülkenin
geleceği konusunda daha duyarlı olmayı gerektiriyor. O duyarlılığın
kesişim noktası demokrasi ve temel özgürlükler. Ondan gayrısı
akıbeti meçhul bir maceradır...
Basının acı tecrübeler sonunda yöneldiği demokrat çizgi nereye
kadar sürer? Bilemiyorum. Ancak umuyorum ki Türk medyası 60
ihtilalinden, 71 vakasından, 80 devresinden, 28 Şubat deneyiminden
gereken dersi çıkarmış olsun. Aksi takdirde sadece Türkiye değil,
Türk basını da tamiri mümkün olmayan bir yanlışın içinde bulur
kendini.
Yeni bir kriz çıkarsa
TCK konusunda medya yanlış yer tuttu. Zina meselesine öyle
odaklandı ki temel hak ve özgürlükleri kısıtlayabilecek maddeleri
fark edemedi: Zina tartışması uluslararası bir boyut kazandı. Neyse
ki son anda siyasi irade doğru bir karar verdi ve yanlıştan
dönüldü...
Şimdi daha kritik bir sürece girdi Türkiye. 6 Ekim'de AB ilerleme
raporu yayınlanacak, 17 Aralık'ta müzakere tarihi verilip
verilmeyeceği belli olacak ve tarihî süreç için kronometreye
basılmış olacak...
İşte asıl sınav bugün başlıyor. Ülkenin önüne yüreğimizi ağzımıza
getirecek pek çok olay çıkabilir. Bunu bir aklı evvel de yapabilir,
oyun içinde oyun yapmak isteyen de. Samsun'da yaşanan zabıta
meselesi işte böyle bir saçmalığın ürünüdür...
İlerleyen günlerde de bu tip absürd olaylara rastlanabilir. Türk
medyası bu konulara daha soğukkanlı yaklaşmak zorunda. Tuhaf bir
uygulama, ülkenin birinci maddesi yapılırsa bu işten herkes zarar
görebilir. Lokal ve keyfi uygulamaların önlenmesi kolay; ancak bu
olayların dünya gündemi olup Türkiye aleyhine lobi yapanları
sevince gark etmesini önlemesi zor. Zina krizi geçti; yeni bir
krizin doğmaması için herkese sorumluluk düşüyor...
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: