Ekrem Dumanlı'dan iyimser bir yazı
Abone olYaz rehavetini çok çabuk üzerinden atan Ekrem Dumanlı, Zaman'ın karnesini çıkardı. Dumanlı, 'çok sevip saydığı' Yalçın Bayer'e de sitem etmekten kendini alamadı...
Genellikle haftabaşlarında medyaya dair notlar kaleme alan Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, bugünkü yazısında 17 yıldır yayın hayatında olan Zaman Gazetesi'ni değerlendirdi. Kendi hesabına kaleme alan Ekrem Dumanlı kendi ifadesiyle 'çok sevip, saydığı' meslektaşı Yalçın Bayer'e de sitem etmekten kendini alamadı:
Yaz dönemi, gazete satışları için çetin zaman dilimleridir. Bir an önce sezonun başlaması, tatilcilerin dönmesi, okulların açılması beklenir. Ve sezon nihayet başladı. Gazeteler ve televizyonlar yeni yayın dönemine girdi. Tatlı bir telaş, hoş bir koşuşturmadır sürüyor medya merkezlerinde.
Zaman'daki heyecan çok farklı. Bu gazetenin her satırı üzerine titizlenen bir okur kitlesi var. Dinamik bir okur kitlesi bu! Yayınlara verdiği tepki ile hemen her gün "ben buradayım, dikkatle okuyorum" mesajı verir o. Övgüsü de, yergisi de önemlidir bu sebeple...
En çok da sezon başındaki heyecan etkiler Zaman yayın mutfağını. Hepimiz biliriz ki okur, yeni dönemin heyecanını bizimle yürekten paylaşır. Bu durum, haber için ayrı ayrı titizlenmeyi şart koşar. Daha kuşatıcı bir perspektifle, daha doyurucu bilgi vermek omuzlarımıza bir yük gibi biner. Biliriz ki onlar "en güzel"ine layık.
17 yıl, "dünyanın en iyi gazetesi" olmak için yeterli bir zaman dilimi değildir; ancak o yola girmek için kâfi ve vâfi bir periyottur. Ufukta bir "okul olma", "ekol haline gelme" gibi bir ideal varsa, çok ama çok çalışmaktan başka çare yoktur. Gençlik, dinamizm hanesine yazıldığında kanat olur size ufuklara taşır; ancak, tecrübe hanesinde yazan alınacak mesafeyi de unutmamak gerekir...
Zaman okurunun hali bir başka
Yaklaşık 10 gündür Anadolu'dayız. O şehir senin bu şehir benim dercesine Zaman okurlarıyla buluştuk. Onların heyecanını paylaşmak istedik. Erzurum, Adana, Trabzon, Ankara, İzmir, İstanbul... Okurla karşı karşıya gelmek bambaşka bir heyecan veriyor biz yayıncılara. Ah keşke suların bir türlü durulmadığı cânım ülkemde sıcak gündem, sonbahar serinliğinden ilham alsa! Ne gezer! Her saniye insanın yüreğini ağzına getiren gündemler sürüp gittikçe Anadolu'yu il il dolaşmak gazete mutfağının hadimleri için hayal olsa gerek.
Arada bir oluşturulan ortamlar sayesinde en azından okurun gözlerindeki ışıltıyı görmek imkanı buluyoruz. Ve anlıyoruz ki Zaman okurunun beklentisi çok büyük. Bu gazeteyi okuyarak büyüyen bir nesil var. Onlar, gazetenin dinamik haberciliği kadar, derin analiz içeren fikrî zenginliği ile de ilgileniyor. İstiyorlar ki gazetenin Yorum sayfaları Türkiye'nin en zengin ve özgür düşünce menbaı haline gelsin. O yolda atılan adımları alkışlıyor, eksiklerin giderilmesini istiyor. Yerden göğe kadar haklılar...
Gazetenin boşluklarını dolduran ekler var. Ailem, Arkadaşım, Sporvizyon, Turkuaz gibi. Bu eklerin ne kadar fonksiyonel olduğunu bir kere daha anladım. Çünkü bu eklerin muhtevasını, anlatım biçimini vs. aynıyle günlük bir yayına taşımak kolay değil. Oysa zarurî diyebileceğim konular işleniyor bu eklerde; üstelik bambaşka bir bakış açısıyla...
Zaman, enteresan bir gazete. Her geçen gün büyüyor. Bu büyüme teknik imkanlarının artırılması, sayfa sayısının çoğaltılması gibi sadece cesamet ifade eden bir büyüme değil. Zaten öyle de olmamalı. Mesela sırf tiraja bağlı büyüme çizgisi, düşüşün başlayacağı noktayı da işaretliyor olabilir. Önemli olan, vizyon büyümesi eşliğinde yol alabilmek. Vizyonun rahatlıkla görülebileceği mekan, okur kitlesi ile gazetenin kesiştiği yerdir. Zaman okurunun sorduğu sorulardan, titizlendiği mevzulara kadar bir çizgi çekip çıtayı oraya koyunca gazetede görev yapanlara yine büyük ödevler düşüyor. Daha derinlikli metinler, daha doyurucu bilgiler, daha kuşatıcı analizler... Hepsi de okurun haklı bir şekilde beklediği şeyler...
Zaman, 17 yıl boyunca çok önemli işlere imza attı. Değişen şartlara göre kendi gelişim haritasını çıkardı. Kat edeceği uzun yolun psikolojik eşikleri vardı. Mesela bir zamanlar 100 bin tirajdı bu eşik. Sonra 200 binler, 300 binler... Şimdilerde 400'ün üzerine taşıyor çıtayı. Hadiseye sadece tiraj artışı hırsıyla yaklaşmıyor gazeteniz. Dünyanın ve Türkiye'nin geldiği yer ile kendi bulunduğu mevkiyi değerlendiriyor sık sık. O da yetmez. "Gelecek adına alınacak mesafeler olmalı" diyerek devam ediyor yoluna. Bu uzun ve çetin yolda en büyük destek, hiç şüphesiz Zaman okurundan geliyor. Çünkü "kaliteli gazete" düşüncesi okur desteği olmadığından kötürüm olmaya mahkum. Yayıncılar, kerameti kendinden menkul efsanelerle "kaliteli gazete" ürettiklerini vehmedebilir. Oysa uzun bir süreçte pek çok engeli aşmaya mecburdurlar. Daha baştan karar vermek zorundadırlar ki bu uzun ve çileli yolda hatalardan dersler çıkararak yürüme mecburiyeti var. Bir de okur desteğine…
Referans olmaya görün...
Büyüyen kurumların çekemeyeni çok olur bu ülkede. Laftan laf üreten olur, hasetle sataşanlar olur, en bariz bir gerçeğe bile şüpheyle yaklaşanlar olur... Buna da hazırlıklı olmak, katlanmak gerekir aslında. Absürd yakıştırmalara aldırış etmeden yürümek gerekiyor. Makul eleştirilerden ders çıkarmak mümkün; ancak her şeyin özü iyi niyete bağlı.
Zaman, bu tür konularda da "farklı gazete" özelliği taşıyor. Mesela tiraj artışları bu ülkede tahterevalli gibidir. Biri tiraj kazansa çoğu kez diğerinde düşüş görünür. Zaman'ın tiraj yükselişi hiçbir gazeteyi olumsuz etkilemez. Çünkü Zaman, öteden beri gazeteyle küs kitleler için yeni bir barış vesilesidir. Bir yönüyle aile gazetesidir o.
Rahatlıkla evlere taşınabilir. Bir yönüyle entelektüel birikimlerin özgürce sayfalara yansıdığı referans bir gazetedir o. Farklı düşüncelere saygının fiili ispatını sunar her gün. Bir yönüyle hem ülke insanıyla barışık olmanın, hem dünya standartlarını zorlamanın eseridir o. Bu ülke insanıyla gizli ya da açık bir kavgası olmadığı gibi dünyanın devasa problemlerine çareler arar, çözümler önerir...
Hangi gazetenin tirajı artarsa artsın her gazeteci bu yükselişten mutluluk duymalıdır; tıpkı herhangi bir gazetenin -velev ki o, rakip gazete olsun- tiraj düşmesi karşısında üzülmesi gerektiği gibi. Çünkü her tiraj düşüşü, okumak gibi hayatı anlamlandıran bir görevden toplumun kaçışı demektir. Bu kaçış, aynı zamanda düşünmekten ve sorumluluktan kaçıştır...
Son günlerde katıldığım okur sohbetlerinden önemli dersler çıkardığımı sanıyorum. İstanbul'a döner dönmez arkadaşlara "daha dolu bir gazete" yapmaya mecbur olduğumuzu söyledim. Okurun gözlerindeki ışık böyle dememi şart koşuyordu bana. Aynı ışığı yayın masasının etrafını saran genç kadromuzda da gördüm. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?
Köşeler ‘babanızın malı’ olmadığı gibi devremülk de değildir
Hürriyet köşe yazarı Yalçın Bayer'i şahsî olarak çok sever ve sayarım. Bakmayın öyle hep olumsuz şeyleri köşesinde keskin bir üslupla yazdığına ve radyoda geniş kitleleri incitici konuşmalar yaptığına. Bilebildiğim kadarıyla sempatik, sıcakkanlı, hareketli bir insandır o. Pek çok gazetecinin de "Yalçın ağabey"idir o.
Bütün bunlara rağmen söylemek zorundayım ki yılların gazetecisi Bayer'in modası geçmiş bir köşe yazısı formatında ısrar etmesini anlayamıyorum. Okur -gerçekten okur mu o da bilinmiyor- bir mektup yazıyor. Birtakım olaylardan, kişilerden bahsediyor ve bu mektuplar zınk diye köşede neşrediliyor. Mektuplardan oluşan köşe yazısı olur mu? Olacaksa, yazının muhataplarından da görüş alınmak zorunda; velev ki o köşe tüketici köşesi olsun. Öyle bir kafasına esen mesaj gönderecek ve onu Hürriyet gibi Türkiye'nin en önemli gazetelerinden birinde okuyacak; tabii bu arada birileri mağdur olmuş-olmamış bilinmeyecek. Öyle şey olmaz!
"Nereden çıktı bu şimdi?" demeyin lütfen. Öteden beri dilimin ucuna gelip giden bir konuyu son bir yazı vesilesiyle yazmak zorundayım. Geçenlerde adamın biri Zaman reklamı ile ilgili akla hayale gelmez bir yorum yazmış. Yalçın Bey de buna köşesinin bir bölümünde yer ayırmış. Zeka özürlü mesaja değil, değerli bir meslektaşın umursamaz tavrına üzülüyor insan. Bu, ilk defa olsa sineye çekilebilir belki.
Ertuğrul Özkök, 'Köşeler sizin babanızın malı değil.' demişti. Katılıyorum. Köşeler ne yazarların babalarının malıdır ne patronlarının arsası. Onu devre mülk gibi kullanmak mümkün olmasa gerek. Hürriyet gibi Türkiye'ye mal olmuş bir gazetede bunu bir başka yazar da çok sık yapıyor, oradan Genelkurmay Başkanı'na, Başbakan'a vs. dolaylı anlatım taktikleri uyguluyor.
Bazı mektupların özünde suçlanan ya da aşağılanan kişi veya kurumlar varsa, onlardan görüş alınır; alınmak zorundadır. Devre mülk köşelerde ne araştırmacı gazetecilik yapılıyor ne de soruşturmacı gazetecilik. Ve gerçekten ayıp oluyor.
Tuhaf! Milli maçlar tiraj düşürüyor
4 Ekim-10 Ekim arasındaki tiraj raporlarında ilginç bir özellik göze çarpıyor. Malum, Türkiye liglerine 3 Ekim'de ara verilmişti. Milli Takım kampı başlayınca kulüp haberleri rutine bindi. Ve Milli Takım 9 Ekim'de ilk maçını yaptı. 4-10 Ekim arasında bariz bir düşüş var. Spor gazetelerinden birinin tirajı 39 bin 819, diğerininki ise 35 bin 291 düşüyor. Neden? Galiba kulüplerden (daha doğrusu büyük kulüplerden) haber beklentisi azalıyor. İlginç değil mi? Kulüp sevgisi iyi de milli heyecanın doruk sembolü de bir anlam ifade etmeli... Tabii bu düşüşün başka bir sebebi yoksa.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: