Ekrem Dumanlı'dan Erdoğan'a ağır itham
Abone olZaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Başbakan Erdoğan'ı zalim olmak ve devlet zırhına bürünüp suç işlemekle suçladı.
Zaman gazetesi Genel yayın Yönetmeni
Ekrem Dumanlı, cemaate yönelik suç delili oluşturma ve bunlarla
soruşturma açma planları yapıldığını belirterek Başbakan Erdoğan ve
bu planların içinde lyer alan devlet görevlilerini "devlet zırhına
bürünüp suç işlemekle" suçladı ve birgün tüm bunların hesabının
sorulacağını iddia etti.
Ekrem Dumanlı, iktidar yanlısı medyadaki cemaat aleyhine haberlerin
külliyen yalan olduğunu belirtip, o haberleri yayınlayan Genel
Yayın Yönetmenleri'ne "sizin mahalleye Ramazan gelmedi mi?" diye
sordu. İşte Ekrem Dumanlı'nın Başbakan Erdoğan'la başlayıp,
diğerleriyle devam eden eleştiri ve gözdağı bombardımanı içeren
yazısı:
BİR GÜN BİRİLERİ DE ERDOĞAN İÇİN İHBAR
YAPARSA
"Günlerden bir gün, adamın biri savcının kapısını çalsa ve
“Başbakan Erdoğan paralel yapının başıdır, onunla ilgili elimde çok
ciddi bilgiler var.” dese, o savcıya ne yapmak düşer? Hemen herkes
için yapılabilecek bu tür bir ihbar için somut belgeleri talep edip
incelemek mi; yoksa “Zaten etrafındaki insanların çeşitli alanlarda
gösterdiği faaliyetten dolayı bende de böyle bir his/kanaat vardı;
dolayısıyla soruşturma başlatmalıyım.” demek mi? Hangisi hukukîdir?
Tabii ki hukukta öncelik somut delilindir. Somut suçun ve ona dair
delilin olmadığı yerde ihbarcının hiçbir kıymeti yoktur. Neden
mi?
BAŞBAKAN'IN KÜSKÜNLERİ TV TV DOLAŞIP
KENDİSİNİ SUÇLASA
Uç örnek olması hasebiyle Başbakan Erdoğan üzerinden devam edeyim
müsaadenizle: Vaktiyle Tayyip Erdoğan ile yol arkadaşlığı yapmış
dünya kadar insan var. Bunlardan bir kısmı, onlarca yıl içinde,
umduğunu bulamamış, derin bir hayal kırıklığı yaşamış olabilir.
Dolayısıyla kızgındır, hırçındır... Bu tip adamlar, intikam almak
için kanal kanal dolaşsa, Erdoğan’ı zan altında tutacak laflar etse
hukuken esaslı bir mana teşkil eder mi? Ortada somut bir belge
olmaksızın yapılan ithamlar, savcılık tarafından ciddiye alınır
mı?
LATİF ERDOĞAN VE AHMET KELEŞ'İN TEM İFADELERİ
Nereden mi geldi aklıma bu hayali kurgu? İzah edeyim: Hafta içinde
bir internet sitesinde ilginç bir haber gördüm. İddiaya göre Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar
bürosunca bir soruşturma yürütülüyormuş. Latif Erdoğan ve Ahmet
Keleş adlı kişiler, bu savcılığın talebi üzerine Ankara TEM’de
ifade vermiş. İnternet sitesinde gördüğüm kadarıyla bu kişiler daha
önce malum medyaya ne konuşmuşsa orada da aynı hezeyanda bulunmuş.
Hatta o kadar coşmuşlar ki (internet sitesinin iddiasına göre)
doğru dürüst tanımadıkları halde bazı kişilerden bile bahsetmişler.
Absürt bir durum, hukuk dışı bir metot...
GÜDÜMLÜ MEDYA İLE BAĞIMSIZ MEDYA SUÇ
ORTAĞI OLUR!
Mekanizma yeni değil aslında. Malum medya, ‘eski Türkiye’nin en
bayat numarasına sımsıkı sarılarak, “Önce haber yap ki savcılık
ihbar kabul etsin; sonra savcı harekete geçince tekrar haber yap ki
millet gerçek sansın...” diyerek yalan ve iftiralarına aylardır
devam ediyor. Savcıların bu oyuna gelmesi, ‘güdümlü medya’ ile
‘bağımsız yargı’yı suç ortağı haline getirebilir. Bu tarihî hatadan
kurtulmanın tek yolu var: Hukukun somut delil üzerinden
yürütülmesi. Yani, suç icat edip suçlu belirleme yerine, somut
delil var mı ona bakılması...
YASALAR DAHA MÜREKKEBİ KURUMADAN
ÇİĞNENİYOR
Beş ay önce Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yapılan değişiklikler
nedeniyle delil meselesi daha bir ağırlık kazanmış durumda. Mesela
eskiden sıkça başvurulan ‘kuvvetli suç şüphesi’ soruşturma
yapabilmek için artık yeterli sayılmıyor. Yapılan değişiklik, savcı
ve emniyet birimlerine ‘somut delillere dayalı suç şüphesi’
mecburiyeti getiriyor. O kadar ki bir zamanlar gözaltı kararı için
kullanılan ‘suçun işlendiğini düşündürebilecek emareler’ artık
yeterli bir sebep olmaktan çıktı; çünkü CMK’daki değişiklik, ‘suçun
işlendiğini gösteren somut deliller’i zorunlu hale getirdi...
Daha mürekkebi bile kurumamış yasalar somut delil üzerine bu
kadar vurgu yaparken ve uluslararası hukuk normları ‘delil’i esasa
alırken birtakım muhteris kişilerin güya itirafları üzerine
soruşturma açılamaz. Açılırsa suç işlenmiş olunur.
SORUTURMA YOKSA GİZLİ GİZLİ NEYİN İFADESİ
ALINIYOR?
Belki de bu yüzden bazı gazetelere konu edilen ‘soruşturmalar’ın
resmiyette izine rastlanamıyor. UYAP’ta kaydı olmayan dosyalar ne
demek? “Müvekkilim hakkında bir soruşturma var mı?” şeklinde
yapılan yazılı başvurulara “Hayır, hiçbir soruşturma söz konusu
değildir.” denmesine rağmen gizliden gizliye insanların ifadesinin
alınması ne manaya geliyor? Başka ya da benzer adlarla kayıt yapıp
soruşturmaları ilgili kişilerden kaçırmak, insanları tanık
sıfatıyla çağırıp onlara dosyalarını vermemek gibi hukuk dışı
uygulamalar da kanunen suçtur...
DARBE DÖNEMLERİNDE GÖRÜLMEYECEK
HUKUKSUZLUK!
Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in soru önergesiyle Meclis’e
taşıdığı ama susarak savuşturulmaya çalışılan “Cemaat’e tuzak”
planının gerçek olduğu belgeleriyle ortaya çıktı. Savcı Serdar
Coşkun’un yürüttüğü soruşturma kapsamında EGM, bütün emniyet
müdürlüklerine “Cemaat’i araştırın, delil bulun” diye yazı
göndermiş. Dün bazı internet sitelerinin yayınladığı, bugün de
bizim manşete taşıdığımız haber gösteriyor ki, hem anayasa
çiğnenmektedir hem darbe dönemlerinde bile görülmeyecek şekilde
hukuksuz işlemler yapılmaktadır.
ÇALIŞMAYI BİR EMNİYET GENEL MÜDÜR
YARDIMCISI YAPIYOR
Bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı tarafından yürütüldüğü söylenen
ve tamamen hukuksuzluk üzerine bina edilen “Cemaat’e tuzak kurma
çalışması” Emniyet Teşkilatı’nı da büyük bir sıkıntıya sokacak
mahiyettedir. Kanunlara riayet özelliği ile tanınan Emniyet Genel
Müdürü Mehmet Kılıçlar’ın da bu gidişattan rahatsız olmaması
düşünülemez; zira İstihbarat Daire Başkanlığı, KOM Dairesi ve
Terörle Mücadele Şubesi’nden seçilmiş kadronun kurduğu kozmik
dairenin bugün yaptığı ile, geçmişte Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG)
yaptığı arasında hiçbir fark yoktur. Çok geniş bir alanda yapılan
fişlemeleri BÇG de gizleyememişti; bugünküler de gizleyemez. Kanun
dışı yollarla kurgulanan ve suç icat edebilmek için kullanılan o
kozmik yapının bazı ‘özerk kuruluşlar’dan aldığı bilgilerle yaptığı
fişlemeler de hukuka aykırıdır. Bir gün bu ülke normalleştiğinde
hiçbir bürokrat hukuk karşısında bugün yapılan zulmün hesabını
veremez.
BİR GÜN 'HAYIRLI İŞ'İNİZ ÇETE ŞEMASI
OLABİLİR!
Herhangi bir sosyal grubu ya da siyasî yapıyı gayr-ı memnunların
delilsiz dedikodularıyla baskı altında tutmak, vatandaşa zulmetmek
demektir. Hukuku böyle çirkin bir mecraya iterseniz, kanunları
çiğnemiş olursunuz. Hukuksuz emri veren de, o emre itaat eden de
suç işlemiş olur. Bir kitleye reva görülen hukuk dışı bir yol yarın
herkes için aynı tehlikeyi işaretler ve o korkunç mecra bir gün
herkesin başına bela olabilir. Hatalar zinciri öyle bir savrulmaya
dönüşür ve öyle bir gün gelir ki eski özel kalem müdürünüzden
bakanınıza kadar herkes (kırgınlık ve kızgınlıkla) benzer bir
isnatta bulunup karşınıza dikilir ve ‘somut delil’ göstermeksizin
en ağır suçlamaları art arda sıralar, onca yaptığınız ‘hayırlı’ işi
‘çete şeması’ diye savcılara teslim eder. En iyisi mi herkes hakka
riayet etsin, hukuktan ayrılmasın.
BAŞBAKAN BİR DE SEN ONU MAZLUMLARA SOR
Cumhurbaşkanlığına aday olduğu gün Başbakan Erdoğan’ın şöyle bir
cümle sarf ettiğini gazeteci Nazlı Ilıcak’ın Twitter’daki
mesajından öğrendim. Demiş ki Başbakan: “Allah bizi zulüm ve
adaletsizlikten muhafaza eylesin.” Bu satırları okuyunca insanın
dudaklarına acı bir tebessüm gelip oturuyor. Yürekten ‘Amin’ deme
ve Allah’tan herkes için istikamet talebinde bulunmanın yanında
insan, “Yahu acaba Sayın Başbakan, bu ülkede yaşanan zulümlerden
habersiz midir?” demeden de edemiyor. Nitekim Sayın Ilıcak da
tereddüte kapılmış ve şöyle bir mesaj göndermiş takipçilerine:
“Acaba ne yaptığının farkında mı değil? Yoksa biz fark etmeyelim mi
istiyor?”
ZALİM BEN ZALİMİM
DEMEZ!
Bir yerde zulüm olup olmadığını anlamak için mazlumlara kulak
vermek gerekir; zulüm safında yer alanlara değil. Çünkü zulüm
yolunda mevzilenen hiçbir kimse, “Biz zalimiz” demez. Dememiştir
de. Zalimler hep haklı olduğunu, karşıdaki kişilerin bu zulmü hak
ettiğini, yapılanın az bile olduğunu, daha korkunç şeyler yapılması
gerektiğini vs. düşünür. Hiçbir suçu olmadığı ve suçun şahsiliği
esas alınması gerektiği halde hedef tahtasına konan, horlanan,
hakarete maruz bırakılan, okuluna, yurduna, dershanesine, işyerine
ayrımcılık yapılan insanların sabırla dolu iniltisini duymayan,
zulmü nereden bilecek? Zulüm olup olmadığı cafcaflı nutuk
çekenlerin yaldızlı laflarına bakılarak anlaşılmaz; onu mazlumların
yaralı sinelerine sormak lazım. Ve titremek lazım ki Allah
mazlumların âhını yerde bırakmaz; hemi vallahi hemi billahi…
İKTİDAR MEDYASINA: SİZİN MAHALLEYE
RAMAZAN UĞRAMIYOR MU?
Sahuruyla, iftarıyla, teravihiyle muazzam bir zaman
dilimindeyiz. Bu mevsimde insanlar melekleşir, kalpler yumuşar,
vicdanlar Allah’a yönelir. Rahmet kapıları bu yüzden Ramazan ayında
ardına kadar açılır. Zengin fakire karışır, kırık kalpler tamir
edilir, insanlar günahtan sakınır ve Rabb’e yaklaşır...
Üzülerek görmekteyim ki malum medyada görev yapan bazı arkadaşlar
ne Ramazan dinliyor ne oruç. Yalan yanlış iddialar, iftira ve
hakaret dolu beyanlar, gıybet ve ihtiras kokan laflar. Üstelik
bunları televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından yapıyorlar.
Ve her gün ısrarla irtikâp ediyorlar dinin günah saydığı o
fiilleri. Gıybet günah değil mi, yalan haram değil mi, iftira vebal
değil mi? Hangi akıl ve mantıkla milyonlarca Müslüman’a hakaret
edebiliyorlar; anlayabilmiş değilim. Kimsenin de anlaması mümkün
değil. Ölçü Kur’an ve sünnetse yukarda saydığım ve her gün binlerce
kez işlenen günaha mümin bir insan nasıl tevessül edebilir?
HARP HİLEDİR DİYE Mİ BÖYLE
YAPIYORSUNUZ?
Sanırım şöyle anlamsız bir mazeretin arkasına sığınıyor birileri:
“Harp hiledir, dolayısıyla her şey mubahtır.” Bu, sırat-ı müstakimi
esas alan hiçbir müminin kabul edebileceği bir yol değil. Neden mi?
Harp hiledir sözü, ‘yalan söyleyin, iftira edin, hakaretten
kaçınmayın’ gibi Kur’an dışı ve sünnete aykırı bir manaya gelmez.
Vaki midir ki Hazreti Peygamber (sas) herhangi bir harpte, haşa,
yalan söylemiş, gıybet etmiş, iftira kampanyası düzenlemiş olsun.
Kaldı ki harp marp de yok ortada. Hayır, mübarek günde milyonlarca
müminin gıybetini yapıp onların hakkına tecavüz eden her bir fert,
üstelik bunu milyonların huzurunda yaparak günahı alenen ifa eden
her fert, o insanlardan tek tek helallik dilemek zorundadır. Ve
öbür âlemde bunun hesabını vermek imkânsızdır...