Şehit haberleriyle neredeyse her gün içimiz yanıyor.
Ancak, “Ateş düştüğü yeri yakar.”
Bu nedenle kimse şehit ailelerinin yaşadığı acı ile yüreğinde
hissettiği acıyı mukayese etmeye dahi kalkmasın.
Yapabileceklerimiz değil ama şu an için yapmamız gereken,
şehitlerimize Tanrı’dan rahmet, yakınlarına ve milletimize
başsağlığı dilemektir.
Mekânları cennet olsun…
İyi ama neredeyse sıradan hale gelen şehit haberleri ile
sarsılmak millet olarak kaderimiz mi?
Yoksa küresel güçlerin hazırladığı senaryo gereği bize düşen rol
mü bunca acıyı yaşamak?
Gerçekte neler oluyor?
Yeniden dizayn neden sadece Müslüman ülkelerde ihtiyaç haline
gelmiştir?
Mesela Amerika’da gettolarda yaşayan insanların insanlık dışı
yaşam koşulları neden görmezlikten geliniyor?
Kuzey Kore’de diktatörlüğün en alası yaşanırken neden sadece
diplomatik hamleler ve arada bir tehditlerle yetiniliyor?
Yakın geçmişe kadar iç savaşı bırakın iddia edildiği gibi kötü
koşulların bile yaşanmadığı Suriye’ye müdahalede neden bu derece
iştahla öncelik verildi?
Dünya kamuoyu açlıkla boğuşan Afrika ülkelerini es geçip
petrolün yoğun olduğu bölgelere müdahalenin gerekliliği konusunda
neden ikna edilmeye çalışılıyor?
Peki ya Türkiye…
Bölgesinde Müslüman toplumların köleleştirilmesi projelerine
Türkiye fiilen katkıda mı bulunmaktadır?
Diktatör yönetimlerin işbaşında olduğuna inanılan ülkelerin
özgürleştirilmesinin yolu bir mezhebi desteklemek ya da
silahlandırmak mıdır?
En kanlı ve en uzun savaşların özellikle din, mezhep ve etnik
milliyetçilik üzerinden yapıldığı bilindiği halde neden bu yol
tercih edilmiştir?
Beşar Esad’ın düşeceğini varsayarsak; yaratılan mezhep
çatışmalarının üstesinden nasıl gelineceğine dair fikri olan var
mı?
Suriye konusunda taraf olan hükümet hiç olmazsa nihai
hedeflerini yuvarlak söylemlerle değil açık ve net olarak Türk
Milletine açıklamak zorunda değil midir?
Amerika’nın neredeyse sömürgesi konumunda olan Suudi Arabistan,
Katar gibi ülkelerle aynı safta yer almamızın mantıklı gerekçeleri
de açıklanmalı elbet!
Bölgesinde kendisini kuşatan tehlikelerin teker teker bertaraf
edilmesini kutlayan İsrail ile başbakanımızın geçmişteki “one
minute” çıkışını nasıl örtüştürebileceğiz?
Hangisi samimiydi?
“One minute” mi yoksa Büyük Ortadoğu Projesi gereği Suriye
karşıtı politikaları ya da mayınlı arazilerin temizlenmesi
ihalesinin İsrail’e verilmesi için meclisteki canhıraş mücadelesi
mi?
Bütün bunlar tuhaflık değilse nedir?
Sıradan bir vatandaş olarak bu soruların cevabını ben de merak
ediyorum.
Son olarak mühimmat deposunda meydana gelen patlama sonucu şehit
olan askerlerimizin ardından alıştığımız yersiz açıklamalar, gaflar
dahi artık kimseyi şaşırtmıyor.
Hükümet kanadından gelen gafları yumuşatıp düzelterek okurlarına
ulaştıran ve bunu kutsal görev olarak addeden yazarlarımıza yine iş
çıkmış görünüyor!
Bölgemizde yaşananları anlayabilmek için anlık siyasi söylemleri
dinlemek yerine tarihe bakmakta fayda var kuşkusuz.
Geçmişte masa başında çizilen sınırların yine aynı planlayıcılar
tarafından yeniden çizilmeye çalışıldığını görmemek için kör olmak
gerek.
Lakin “eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.”