Refik Halit’in, 1. Dünya savaşı sonrası ülkeyi harabeye
çevirdikten sonra Alman torpidosu ile kaçan İttihad ve Terakki
üyelerine 5 Kasım 1918 tarihinde yazdığı o efsane yazıyı
görmüşsünüzdür. O eskimeyen yazıyı bir kere daha anımsadım.
15 Temmuz sonrasında üniversitelerde yaşananlar ile ilgili bir
yazı kaleme almış ve kimlerin hangi
motivasyonlarla kıyım yaptığını kayda geçirmiştim. Muhteris
rektörlerin ve 28 Şubatçıların birçok masumu hukuksuz bir şekilde
ihraç ettirdiğini detayları ile anlatmıştım.
Maskeleri düşen ve teşhir olan bu müptezellerin, yaptıklarının
hesabını vermeden başka üniversitelere kaçıştığına şahit oluyorum.
Hatta Azerbaycan’a düğüne (!) gidenleri bile duydum.
Tıpkı İttihad ve Terakki liderleri gibi enkazı bırakıp
kaçanlara, Karabük’e sığınanlara, üniversite üniversite dolaşıp yer
arayan müdür’e benim yerime Refik Halit asırlık terütaze yazısı ile
sesleniyor:
“Ziyafet bitti,
fakat ağzınızı silmeden,
elinizi yıkamadan,
bir acı kahvemizi içmeden,
efendiler nereye?
Yaz başlarında sırtı karnına yapışmış,
sarı, sıska, cansız bir takım tahta kuruları çıkar.
İğne gibi vücudumuza batar,
derimizi haşlarlar, kanımızı emerler,
sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı, şuraya buraya
kaçarlar...
Galiba şafak attı, güneş doğuyor.
Tahta kuruları nereye?
Ücra dağ başlarında,
gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar
vardır.
Köpeksiz sürülere dalarlar,
etrafa kan kemik saçıp,
mideleri
dolu inlerine koşarlar...
Galiba çoban göründü, köpekler havlıyor.
Tok kurtlar nereye?
Kedisiz evlerde fareler vardır.
Kilerlere girerler, dolaplara dalarlar,
şunu bunu kemirip sağa sola koşuşup baş köşede
gezerler,
bir patırtı olunca deliklere girerler.
Galiba koku aldınız, kedi geziyor.
Koca fareler nereye?
Dul annelerin haylaz çocukları vardır.
Sandıkları kırarlar, paraları çalarlar,
bohçaları aşırıp
tefeciye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar...
Galiba foyanız meydana çıktı.
Yakanız ele geçecek!
Ziyankâr evlatlar nereye?
Vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar, astılar, kestiler,
kızdılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan
gibi kaçtılar.
Üniversitelere embesilleri doldurarak
üstümüzden aştılar.
Eli sopalı, beli palalı, gözü kapalı
profesörler damdan dama nereye?
…..
Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka
tavır, hepsi sizdeydi...
Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana
nereye?
…..”
Peki, nereye gidiyorlar?
“Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir
adımda sadârete (rektörlüğe), meyhane peykesinden
(ya da meyhane gibi kullanılan lokalden) bir
basışta nezârete (rektör yardımcılığına,
dekanlığa), tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete
(müdürlüğe) eren bu türediler nereye gidiyorlar?
…”
Not: Koyu renkli kelimeler, benim metne
eklediğim kısımlardır.