Efendiler nereye?

Tıpkı İttihad ve Terakki liderleri gibi enkazı bırakıp kaçanlar, üniversite üniversite dolaşıp yer arayanlar, nereye?

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

Refik Halit’in, 1. Dünya savaşı sonrası ülkeyi harabeye çevirdikten sonra Alman torpidosu ile kaçan İttihad ve Terakki üyelerine 5 Kasım 1918 tarihinde yazdığı o efsane yazıyı görmüşsünüzdür. O eskimeyen yazıyı bir kere daha anımsadım.

15 Temmuz sonrasında üniversitelerde yaşananlar ile ilgili bir yazı kaleme almış ve kimlerin hangi motivasyonlarla kıyım yaptığını kayda geçirmiştim. Muhteris rektörlerin ve 28 Şubatçıların birçok masumu hukuksuz bir şekilde ihraç ettirdiğini detayları ile anlatmıştım.  

Maskeleri düşen ve teşhir olan bu müptezellerin, yaptıklarının hesabını vermeden başka üniversitelere kaçıştığına şahit oluyorum. Hatta Azerbaycan’a düğüne (!) gidenleri bile duydum.

Tıpkı İttihad ve Terakki liderleri gibi enkazı bırakıp kaçanlara, Karabük’e sığınanlara, üniversite üniversite dolaşıp yer arayan müdür’e benim yerime Refik Halit asırlık terütaze yazısı ile sesleniyor:   

Ziyafet bitti,


fakat ağzınızı silmeden,


elinizi yıkamadan,

bir acı kahvemizi içmeden,

efendiler nereye? 



 

Yaz başlarında sırtı karnına yapışmış,


sarı, sıska, cansız bir takım tahta kuruları çıkar.

İğne gibi vücudumuza batar,


derimizi haşlarlar, kanımızı emerler,


sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı, şuraya buraya kaçarlar...


Galiba şafak attı, güneş doğuyor.


Tahta kuruları nereye? 



 

Ücra dağ başlarında,


gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır.


Köpeksiz sürülere dalarlar,
etrafa kan kemik saçıp,
mideleri dolu inlerine koşarlar...

Galiba çoban göründü, köpekler havlıyor.

Tok kurtlar nereye? 



 

Kedisiz evlerde fareler vardır.


Kilerlere girerler, dolaplara dalarlar,


şunu bunu kemirip sağa sola koşuşup baş köşede gezerler,


bir patırtı olunca deliklere girerler.

Galiba koku aldınız, kedi geziyor.

Koca fareler nereye? 



 

Dul annelerin haylaz çocukları vardır.


Sandıkları kırarlar, paraları çalarlar,
bohçaları aşırıp tefeciye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar...


Galiba foyanız meydana çıktı.


Yakanız ele geçecek!

Ziyankâr evlatlar nereye? 



 

Vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar, astılar, kestiler, kızdılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar.


Üniversitelere embesilleri doldurarak üstümüzden aştılar.


Eli sopalı, beli palalı, gözü kapalı profesörler damdan dama nereye?

…..

Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi...

Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?

…..

Peki, nereye gidiyorlar? 

 “Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete (rektörlüğe), meyhane peykesinden (ya da meyhane gibi kullanılan lokalden)  bir basışta nezârete (rektör yardımcılığına, dekanlığa), tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete (müdürlüğe) eren bu türediler nereye gidiyorlar? …

Not: Koyu renkli kelimeler, benim metne eklediğim kısımlardır.