Edinburg: Festival, kriz ve bağımsızlık
Abone olİskoçya'nın Edinburg kenti, ekonomik krizin tehdidi altında Avrupa'nın en büyük kültür sanat festivallerinden Fringe'e evsahipliği yapıyor. Kumru Başer'in izlenimleri.
Kale volkanik bir kayanın üzerinde
Edinburg merkez tren istasyonuna girerken "hava yine gri" diye düşündüm, "yaz demeye bin şahit lazım".
Aslında şaşılacak bir yan yoktu bunda, çünkü aşağı yukarı on
yıldır Ağustos ayında buraya gelirim ve yalnızca bir kez güneşli ve
sıcak olduğunu hatırlıyorum.
Yine de 15'inci yüzyıldan bu yana İskoçya'nın başkenti olan bu şehrin güzelliği her gelişimde nefesimi keser.
Bir kere Londra ve Amsterdam gibi düz şehirlerden değildir, İstanbul gibi tepeleri olan bir şehir.
Tam ortasında volkanik bir kayanın üzerinde yükselen tarihi kale ile iyice dramatik bir havası var. Ama ikliminden olsa gerek, deniz kenarında olmasına rağmen hayat denize değil içeri dönük.
Muazzam buluşma
İskoçya'nın başkenti Edinburg'un yarım milyonluk nüfusu Ağustos ayı
boyunca tahminen ikiye katlanıyor.
İngiltere'nin ve dünyanın dört bir yanından onbinlerce sanatçı, yazar, oyuncu, danscı, müzisyen ve onları izlemek isteyen yüzbinler bu en büyük kültür ve sanat festivali için Edinburg'da buluşuyorlar.
Festival yağmur dinlemez
Yıllardır bu kalabalığa ben de bir kaç günlüğüne bile olsa
katılıyor ve her defasında bir kentin adeta bir arı kovanına
dönüşmesini, bu çok dilli, çok kültürlü, ve olabildiğince
demokratik muhteşem organizasyonu büyülenerek izliyorum. Minnet
duygusunu da eklemeliyim.
İnsanlığın, tarihin, kültürün böyle muazzam bir buluşmasına tanık olabilme minneti.
Edinburg'un 15'inci yüzyıldan kalma görkemli taş binalar ve parke
taşlı güzel sokaklarla örülü tarihi merkezindeki bütün okullar,
kütüphaneler, kiliseler, belediye binaları, tiyatrolar, sinemalar,
barlar, barların üst, alt ve arka odaları, müzeler, galeriler,
dernek ve vakıflar göz göz açılıyor komedilere, konserlere,
oyunlara, sergilere, danslara. Yetmiyor, çadırlar kuruluyor.
O da yetmiyor sokaklarda sürekli yüzlerce performansla, gruplar gösterilerini tanıtıp izleyici çekmeye çalışıyorlar.
Sadece dışarıdan gelenler değil, Edinburgluların da geniş şekilde
katıldığı festival parasız binlerce gösterimle zengini ve yoksulu
bir aya yakın bir süre şenlendiriyor. Demokratik deyişim
bundan.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayıp bugüne kadar gelen
festivalin, bir davetli sanatçılar ve grupların performanslarını
içeren resmi programı ve bir de daha çeşitli ve en deneyimsizinden
en ünlüsüne her türlü sanatçıya fırsat sunan alternatif kısmı
var.
Beni daha ziyade ikincisi çekti hep.
Festival sokakta parasız
Edinburglu arkadaşlardan tavsiyeler almak yararlı.
Birisi Koreli bir grubun Korece sahnelediği Sheakspeare'in
Fırtına yorumunu hayatı boyunca unutamayacağını söyledi.
Onu göremedim ama festivale ayırabildiğim üç günde bir oyun, iki
sergi ve bir konserle bol bol sokak performansı izledim.
Favorim İskoçya'nın ulusal şairi Robert Burns'un, devrimci, eşitlikçi, bağımsızlıkçı ve cumhuriyetçi yönlerini yansıtan şiirlerinden bir dinletiydi.
Başka bir gözle İskoçların ulusal şairi: Robert Ç!
Burns, Maxim Gorki, Pablo Neruda ve Nazım Hikmet gibi sembolik
öneme sahip ve kuşaklar boyunca tarihteki yeri yeniden yeniden
yazılan büyük halk şairlerinden.
Bu gösteri de aslında, onlarca yıldır tıpkı tereyağlı bisküviler, bağırsak dolması haggis ve ekose etekler gibi turistik İskoçya paketinin bir parçası olarak sunulan Burns'ün radikal itibarını iade çabası.
"Armağandır kanunlarla korunanlara,
büyük ziyafet, özgürlük!
Korkaklar için mahkemeler dikilir
Papazları sevindirmek için kiliseler."
Fransız ihtilali ve Amerikan bağımsızlık savaşının çağdaşı olan
şair aynı zamanda devlet görevinde çalıştığından, zamanında bu ve
benzeri dizelerini imzasız yayınlamak ya da saklamak zorunda
kalmış.
Peki ya kriz?
Edinburglularla yemek, kahve ve kaçınılmaz olarak viski üzerinden
devam eden sohbetlerde konu konuyu açınca, festival canlılığına
rağmen herşeyin o kadar da güllük gülistanlık olmadığı ortaya
çıkıyor.
Herkes işinden kaygılı. Sistem analisti Colin, bir yılı aşkın
zamandır işsiz. Muhasebeci Roy'un çalıştığı inşaat şirketi tamamen
kapanmış krizde, o üçüncü işinde ama "hep geçici işler" diyor.
Dişçi Dave aslında haftada iki gün çalışmak istiyor uzun zamandır ama kriz endişesiyle hep erteliyor.
Roni ressam ama tablolarını satamadığından yıllardır bir lokantanın mutfağında çalışıyor bazı günler.
"Artık çalışmadığım gün yok" diyor, "55 yaşındayım, emekliliğim yok, mülküm yok, başka çarem de yok".
Aslında hiç de İskoçya'nın en yoksullarını temsil etmeyen bu grubun
durumuna baktığında insan, ister istemez, 1996 yapımı Trainspotting
filminde hikaye edilen İskoçya'nın en altta kalanlarına neler
olabileceğini düşünüyor.
Britanya'yı iki yıl önce vuran ve bu yaz yine tehdit eden ekonomik
kriz, İskoçya'yı özellikle kötü etkiledi. İşsizlik İskoçya'da bu
yıl başında İngiltere ortalamasından yarım puan daha yüksekti.
Üstelik muhafazakar merkezi Britanya hükümetinin bütçe kesintilerinin etkilerinin asıl bu yıl etkisini göstermeye başlaması bekleniyor.
İskoçya Bankası Royal Bank of Scotland finans krizinin tam
odağındaydı ve hisselerinin büyük çoğunluğu İngiltere hükümeti
tarafından alınarak kurtarılmak zorunda kaldı.
Bankanın durumu hala iyi değil ve önümüzdeki bir yıl içinde 2 bin çalışanını çıkarmayı planlıyor.
Alternatif festivalde bu yılın siyasi teması "kapitalizmin krizi"
Bütün bunlar hem sosyal devletin küçültülmesinde merkezi yönetimden
çok daha isteksiz olan ve hem de bölgeyi Britanya'dan bağımsızlık
referandumuna götürmeyi planlayan yerel iktidar İskoç Ulusal
Partisi'ni kısa ve uzun vadeli hesaplarında derin derin
düşündürüyor olmalı.
Şimdi İskoçya'da en hararetli tartışmalar şu sorular çevresinde
dönüyor: İskoçya'da kamu harcamalarının daha da kesilmesi durumunda
neler olabilir?
Bağımsız bir İskoçya ekonomik krizleri kendi kendine atlatacak güce sahip mi?