Ecevit'in çorbasını biliyor muydunuz?
Abone olTürk siyaset tarihine damgasını vuran Bülent Ecevit'in soyadını aldığı yeri ve adına çorba yapıldığını biliyor muydunuz?
Araştırmacı yazar Gülnur Yeşilbaş, Karadeniz'in saklı cenneti
olan İnebolu ve Kastamonu ekseninde bilinmeyen güzellikleri kaleme
aldı...
Sabah saat 05.30. Otobüsümüz Küre Dağları’nın kıvrımlı yollarında.
Her yer orman… Aldığı nefesten çıkan buhar bulutu gibi, ormanların
üzerinde öbek öbek olmuş beyaz sis bulutları. Yumuşacık.
İçimden tekrarlayıp duruyorum Nazım’ın mısralarını:
“Ayın altında kağnılar gidiyordu
….
Ve kadınlar bizim kadınlarımız “
Şimdi üzerinde olduğumuz bu dağları, cephane taşıyan kağnılarla
aşarak, ülkenin yazgısını değiştirmeye gidiyorlardı, kahraman ve
mübarek kadınlar…
Kentleri kent yapan öyküleridir.
İşte İnebolu’nun öyküsünü de yazan bu kadınlar ve erkekler.
Kayıklarla kıyıya getirilen cephaneyi kağnılarla cepheye
taşıyanlar, bugünkü İnebolulular’ın dedeleri, nineleri...
Kıvrımlı dağ yollarından sonra karşımızda Karadeniz ve İnebolu.
Sahildeki Yakamoz Otel’in bahçesinde, dalgaların sesi karşılıyor
bizi. Bir de bahçedeki motosikletler. Yakamoz Motel motosikletli
gezginlerin uğrak yeri.
Mütevazı odanın balkonundan dalgaları, uzun kumsalı, balkon
önündeki çiçekleri seyredip taze havayı, doğanın sesini yani,
sessizliği içime çektim.
Yakamoz Motel İnebolulu bir grup girişimcinin sosyal sorumluluk
projesi olmuş sanki. Diyorlar ki “Motel’e İnebolu’ya hizmet olsun
diye yatırım yaptık. Bugüne kadar buradan bir gelir elde
etmedik.”
Moteldeki kahvaltıdan sonra İstiklal Madalyası’nı hak etmiş
dedelerinin gururunu taşıyan İnebolu gezimize başlarken, eski
İnebolu evlerinden bizi izleyen kız çocuğunu fotoğraflıyoruz.
İnebolu sadece geçmiş zamandaki kahraman dedelerinin gururunu
günümüz taşımamış. Eski konaklarının izlerini de bugüne kadar
getirmiş.
Daracık sokaklardan geçiyoruz ve İnebolu’nun mimari dokusunu
günümüzde yaşatan konakları fotoğraflıyoruz.
Bugün müze haline getirilen tarihi Türk Ocağı’nda bir mola
veriyoruz. Atatürk’ün şapka devrimi konuşmasını yaptığı yer Türk
Ocağı binası. Türk Ocağı sorumlusu Nurhayat Ergün’ün muhteşem
sunumu bizleri sanki o günlere yeniden götürdü. Eskişehir Belediye
Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in yaptığı Atatürk’ün
balmumundan heykelinin yanında fotoğraflar çektikten sonra yönümüzü
dağlara çeviriyoruz.
ERSİZLERDERE KÖYÜ
Küre dağlarının doğal yaşam çeşitliliğini, yeşilini seyrederek
Ersizlerdere Kanyonu’na doğru yol alıyoruz. Dağların ortasında öbek
öbek küçük köyleri tependen seyrederek, kâh mola verip eşsiz
doğanın fotoğraflarını çekek Ersizlerdere’ye geliyoruz.
Ersizlerdere’nin girişinde Küre Belediye Başkanı Kamil Aydınlı bir
heyetle karşılıyor bizi. Küre sınırları içinde gezeceğimiz her
yerde kendisi bize rehberlik edecek. Gün boyu harika bir ev
sahipliği yapan Başkan Aydınlı, işe “Ersizlerdere”nin hikâyesini
anlatarak başlıyor.
Bu köy, Kuruluş Savaşı’nda o kadar çok şehit vermiş ki, “ersiz”
yani erkeksiz kalmış. Babasız, eşsiz, yavuklusuz kalmış kadınlar.
Ersizlerdere doğası ile büyülü, adı ile yüreği sızlatan bir
yer.
Kanyonun girişindeki küçük köyden geçerken tek bir insan sesi yok.
Köylüler bir komşunun düğününe gitmiş, köy bomboş.
Köyün yanındaki kanyon bir dere boyunca uzanıyor. Kanyon boyunca
yürüyüşe başlarken kimimiz yolun başında kimimiz yolun ortasında
pes edip geri döndü. Yürüyenler de çamurlu pantolon ve
ayakkabılarla geri döndüler. Aklınızda bulunsun eğer Ersizlerdere
Kanyonu’na yolunuz düşerse lastik botlarınızı yanınıza almayı
unutmayın.
Sadece Ersizlerdere Kanyon’u değil Küre, ormanlarla kaplı dağları,
bitki örtüsü, yaban hayatı… Kısacası doğal teması ile outdoor
sporlar için mükemmel bir mekân.
ECEVİT HANI ve ECEVİT ÇORBASI
Savaş yıllarında İnebolu’dan cephane nakledilirken konaklama
yeriymiş Ecevit Han. Tarihi han, bölgede “Ecevit” adı verilen
mevkide.
Ecevit Han, İnebolu’dan başlayan ve Kastamonu’ya uzanan Atatürk ve
İstiklal Yolu projesi çerçevesinde de restore edilmiş. Atatürk’ü ve
birçok devlet adamını, şair ve devlet büyüğünü ağırlamış. Bunlardan
biri de Bülent Ecevit’in babası Fahri Ecevit. Aslında bu yerin
Ecevit’ler üstünde tarihi bir anısı var. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
Kastamonu milletvekilliği yapan Bülent Ecevit’in babası Dr. Fahri
Ecevit, soyadı kanunu çıkınca bu mevkiden esinlenerek “Ecevit”
soyadını almış.
Ecevit adı verilen bir de yemek çeşidi var. Ecevit çorbası.
Malzemeler:
1 kg pirinç
2 yumurta
2 çorba kaşığı yoğurt
1 çorba kaşığı un
10–15 gr. tereyağı
Yapılışı:
Pirinç 1 saat önce ıslatılır, süzülür, tekrar su eklenerek
haşlanana kadar kaynatılır. Bir kâsede yumurta, un ve yoğurt
çırpılır. Haşlanan pirince, çırpılan malzemeler yavaş yavaş ilave
edilir. Daha sonra çorba kâselerine alınır. Üzerine nane serpilir.
En son tavada tereyağı altın rengini alana kadar kızartılır. Kızgın
tereyağı nanenin üzerine dökülür.
400 YILLIK İZBELİ ÇİFTLİĞİ’NDE KAHVALTI
Yolunuz Kastamonu’ya düşerse kahvaltıyı muhakkak İzbeli
Çiftliği’nde yapın.
Padişah 4. Mehmet nam-ı diğer Avcı Mehmet, İzbeli ailesinin
dedelerine vermiş bu çiftliği. İzbeli ailesinin dedeleri 400 yıl
tımarlı sipahi ocağı olarak hizmet vermiş Osmanlı’ya. 400 yıl.
Hafız Selma İzbeli Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti’nde çalışmış. Savaşın finansmanı çerçevesinde tüm
Anadolu’da olduğu gibi Hafız Selma İzbeli de burada kadınların
küpelerini, yüzüklerini toplayarak hazineye vermiş.
Bundan 8 yıl önce turizme açılmış çiftlik. Konağın odalarına
masalar koymuşlar. Sabiha Hanım kendi elleriyle hazırladığı köy
kahvaltısını sunuyor misafirlerine. Sanki akraba, eş dost ağırlar
gibi. Çeşit çeşit reçeller, peynirler, sahanda yumurtalar, köy
ekmeği. Muhteşem bir kahvaltı… Ama kahvaltı kadar İzbeli Ailesi’nin
öyküsü de muhteşem.
Torun İzbeli, oğul İzbeli de konuklara servis yapıyor.
Sabiha Hanım, masaları dolaşıp sohbet ediyor. Konukları Çiftlikten
el sallayarak uğurluyor.
KASTAMONU’DA NEREDE KALINIR?
Kastamonu’da birçok konak restore edilerek otel haline getirilmiş.
Ancak konaklama için enteresan bir alternatif Kurşunlu Han. Buram
buram tarih kokuyor. Kurşunlu Han bundan 550 yıl önce,
Candaroğlulları Beyliği’nin son hükümdarı Kemalettin Bey tarafından
yaptırılmış.
Kapıdan içeriye adım atınca zaman değişiyor. Sanki hemen şimdi ana
kapıdan atları ile yolcular gelecek, bir duvara atın yularını
bağlayacak, “Hey, hancı. Bu gece konaklayacak yer var mı?” diye
soracak. 2 katlı bir han. Orta avlunun üstü açık, dört tarafında
modern şekilde döşenmiş odalar...
Yarım asır tarihe tanıklık etmiş Kurşunlu Han uzun bir süre depo ve
dükkân olarak kullanılmış. Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün
kurulmasıyla koruma altına alınmış. Kastamonulu işadamları
tarafından 20 yıllığına kiralanmış ve restore edilerek "Kurşunlu
Han Otel" adıyla tarih kokan modern bir mekâna dönüştürülmüş.
Kurşunlu Han’ın kalın duvarları Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han
Duvarları şiirini hatırlattı. Ve gözlerim duvarlarda o şiirin
mısralarını aradı.
Öğle yemeğini Kurşunlu Han’da Kastamonu Valisi Mustafa Kara ve
Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu’nun da katıldığı bir heyetle
yiyoruz. Vali ve Belediye Başkanı’nın Kastamonu ile ilgili Ekonomi
Gazetecileri Derneği Üyesi gazetecilere verdiği bilgilerden sonra
Tosya’ya doğru yola çıkıyoruz.
MEŞHUR ‘TOSYA PİRİNCİ’ MEĞER YALANMIŞ
Yeşilin her tonunu barındıran asırlık çam ağaçları ile kaplı Ilgaz
dağlarını aşıp arkamızda bırakınca, Karadeniz’in o kendine has
iklimi de aniden bitiyor. Pirinci ile meşhur Tosya’ya girince
kendimizi Orta Anadolu’nun ikliminde buluyoruz.
Tosya Belediye Başkanı Kazım Şahin’in misafirperverliği övülmeye
değerdi. Başkan Şahin’in verdiği bilgilerden anlıyoruz ki; “Tosya
pirinci” diye satılan ve alıp yediğimiz pirinç aslında yalanmış.
Çünkü Tosya’da artık pirinç yetişmiyor. Üretici büyük tüccarların
kurbanı olmuş. Ürettiği değeri alamayınca yıllardır pirinç
üretmekten vazgeçmiş.
Keyifli bir Kastamonu gezisine Tosya’da bir akşamüstü nokta
koyuyoruz. İstanbul’a doğru yola çıkarken hepimizin üzerinde tatlı
bir yorgunluk rehaveti vardı.