Ecevit anılarını anlatıyor
Abone olDSP Genel Başkanlığı ve aktif siyasetten ayrılan Bülent Ecevit, anılarını anlatmaya koyuldu. Yener Süsoy'la konuşan Bülent Ecevit'in anıları geçmişin perdesini aralıyor.
Geçtiğimiz hafta DSP Genel Başkanlığı ve aktif siyasete veda
eden Bülent Ecevit, anılarını anlatmaya başladı. Hürriyet
Gazetesi'nin tecrübeli röportaj yazarı Yener Süsoy'ın 'nehir
röportajı'nın ilki bugün yayınlandı. İşte Süsoy'un Ecevit'le
yaptığı röportajın birinci bölümü: Erbakan’la bir sanatçı dostun
evinde buluştuk 47 yıl sonra politikaya veda eden Ecevit,
Türkiye’nin kritik kararlarının alındığı önemli olayların perde
arkasını anlattı. Sıcak ve nemli bir Ankara öğleden sonrasında
Oran’daki evlerine girer girmez gördük ki, Bülent Ecevit’e
emeklilik çok yaramış. Yüzünde açan güllerle bir evin içinde,
bahçede bir oraya bir buraya koşuşturuyor. Kahkahalar atarken
pastasından kestiği bir parçayı çayına katık ediyor. Ayrılmaz
parçası, her şeyi sevgili Rahşan’ıyla göz göze geldiğinde gözleri
daha bir parlıyor Karaoğlan’ın. Rahşan Hanım’la karşılıklı tavla
oynarken bize hakemlik yaptı, eşinin pulları parmakla sayarak
oynamasına çok güldü. Bülent Ecevit, geçmişte yaşadığı tarihe ışık
tutacak gizli anılarını, gizli dünyasını ilk bizimle paylaştı.
Rahşan Ecevit de ilk kez özel yaşamının kapılarını açtı, hem de
önlüğünü takıp pilav pişirinceye kadar. Daha fazla söze ne gerek...
İşte yepyeni bay ve bayan Ecevit. Kuzey ülkeli olsaydım siyasetle
ilgilenmezdim Efendim aktif siyasetten emekliye ayrılmış
bulunuyorsunuz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? - Tek kelimeyle
özgür... Sayın Süsoy, 50 yıla yakın kendi yaşamıma bağlı olamadım.
Görev duygusuyla severek, beğenerek görevlerimi yapmaya gayret
ettim. Pişman değilim, memleketim için elimden geleni yaptım. Halk
beni çok iyi anladı ama, bazı entelektüeller, bazı köşe yazarları
anlamadı, bu da normaldir. Özellikle 12 Eylül dönemi sonunda aktif
siyasete girerken çok haksız eleştirilerle karşılaştım. Bunların
hiçbirinin üstünde durmadım, bana çok ağır yazı yazanların hemen
hiçbirine yanıt da vermedim. Yer yer bazı vatandaşlar bana hakaret,
küfür etmiş diye savcılardan yazı gelirdi, istemiyorum diye iade
ederdim. Ömrümün yarım yüzyılını siyasete vermiş olmamdan dolayı
hiçbir pişmanlığım yok. Bu kadar sorunlu ve sorunları biraz
gayretle çözülebilecek bir ülkede öyle boş durup, başkaları
kurtarsın memleketi, ben hiçbir şeyle uğraşmayayım demedik. Eğer
Kuzey ülkelerinden birinin vatandaşı olsaydım kesinlikle siyasetle
ilgilenmezdim, kendi zevkimce çalışırdım. Erbakan’ın inanılmaz bir
hayal alemi var Çok ilginçtir, 12 Eylül öncesinde tek uzlaştığınız
siyasi parti lideri Necmettin Erbakan olmuştur. - Siyasi liderlerle
ilişkilerimiz genellikle uygar bir düzeyde devam etti. Özellikle 12
Eylül’den sonraki yeni siyasal düzende benim başka partilerle
siyasal ilişkilerim daha da iyi oldu. Ben öteden beri siyasi
partiler arasında, karşıtlar arasında uzlaşma yolları olmalı diye
düşünüyordum. Fakat 12 Eylül öncesi yıllarda bunu pek sağlayamadım,
çok çaba gösterdiğim halde. İlginçtir, sadece Necmettin Erbakan’la
uzlaşma olanağını buldum. İkimiz de o ihtiyacı duyduk, ben kendi
çevremde bu yüzden büyük sıkıntı çekmedim ama, Erbakan çok çekti.
Erbakan, bir dostumuzun evinde gizlice toplanmayı teklif etti,
kimse görmesin diye. Ben bir sanatçı arkadaşımızı önerdim,
isimlerini lütfen sormayın, bir araya geldik ve anlaştık.
Türkiye’de sağ ve solun kavgalı olduğu dönemde, ben Erbakan’la
konuşmayı içime sindiriyordum, o da sindiriyordu. Erbakan, ilginç
bir insan, inanılmaz bir hayal álemi var. Bir şeyler hayal ediyor
ve o hayalleri gerçek sayıyor. Bu da bir iyi niyet ifadesidir ama,
siyasette bazen ters tepen sonuçlar veriyor. Adnan Menderes’le hiç
tanışmadık Günlerden bir gün Başbakan Adnan Menderes’in önüne,
dönemin istihbarat teşkilatı MEH’ten bir yazı gelir. Yazıda Bülent
Ecevit’in Ulus’taki yazılarında TCK’nın 141 ve 142. maddelerine
giren ‘komünistlik propagandası’ yaptığı ifade edilmektedir.
Menderes ‘Babası Fahri Bey, hem Hukuk Fakültesi’nde hocamdı, hem de
doktorumuzdu. Rahmetlinin çok yakınlığını gördüm, oğlu hapse
girerse vicdanım muazzep olur’ deyip dosyayı Ağır Ceza’ya
göndermez. Adnan Menderes’le hiç görüşmeniz oldu mu efendim? -
Celal Bayar’la birkaç defa görüştük ama, rahmetli Adnan Menderes’le
hiç tanışıp görüşmedik. O zamanlar ben genç bir politikacıydım,
parti üst yönetiminde bir görevim yoktu, neden benimle görüşsün ki?
Celal Bey’le babamın tanışıklığı vardı, Keçiören’de otururken
evimize ziyaretçi olarak geldi. Çok kibar, beyefendi bir insandı.
Bana ne okumak istediğimi sorunca, kendisine Yunan dili ve
edebiyatına ilgi duyduğumu söyledim. ‘Sizin değerli kızınız Nilüfer
Hanım, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin bu bölümünde, acaba
kendisiyle görüşüp bilgi alabilir miyim?’ dedim. Dönünce söylemiş,
Nilüfer Hanım beni kabul etti, ondan gerekli bütün bilgileri aldım.
Demirel ancak savaşta elini tutarım dedi Bülent Ecevit’le Süleyman
Demirel kol kola girmiş olsaydı, 12 Eylül darbesi olmazdı diye
düşünenler hayli çoğunluktadır. - Defalarca ısrar ettim Sayın
Demirel’e, fakat bir türlü kabul ettiremedim. 12 Eylül’den önceki
yılbaşında zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk bizlere birer mektup
göndermişti. Ben gereği için hazır olduğumu bildirdim ama, Sayın
Demirel’e kabul ettiremedim. Cumhurbaşkanlığına vekalet eden
rahmetli Çağlayangil bizi buluşturdu, orada yine söyledim.
‘Türkiye’de çok tehlikeli şeyler oluyor, terör aldı başını gitti.
Bu sorunları birlikte çözmek için ele ele verelim’ dedim, yine
kabul ettiremedim. Bana ‘Biz ancak bir savaş durumunda el ele
verebiliriz’ dedi. Ben de kendisine ‘İçinde bulduğumuz durum
siyahtan daha siyahtır’ dedim ama, olamadı maalesef. Bunu bir
eleştiri olarak söylemiyorum, sorduğunuz için açıklıyorum. Babam
mektubumdaki Türkçe yanlışlarına dikkat ederdi Siyasi yaşamınızın
her milimetresi bilinir ama, çocukluk döneminizle ilgili
bildiklerimiz sınırlıdır. - Onlar çok iyi ana babaydı, birbirine
çok yakındılar, ben de onların tek evladıydım. Annem de, babam da
benimle öğretmen gibi ilgilenirdi. Daha okuma yazma bilmediğim
zamanlarda anneme ezbere şiir okurdum, annem de not ederdi. Annem
ressam, sanatla ilgiliydi, babam ise çok iyi bir doktor ve hukukçu
nitelikleri olan bir adli tıp profesörüydü. Babam aynı zamanda
psikoloji, felsefe alanında kendini çok iyi yetiştirmişti. Çok iyi
ve güzel Türkçe bilirdi, bütün bu konularda beni özenle eğitti.
Londra’dayken ona sık sık mektup yazardım, mektuplarımı inceler,
eğer bir sözcükte ufak bir yanlışlık yapmışsam beni hemen uyarırdı.
Babam adli tıp hocası olarak köylerde bir olay olduğu vakit
savcıyla beraber giderdi. Yaz tatili sırasına denk gelirse beni de
götürür, yanında oturtur, köylüleri dinlememi isterdi. 27 Mayıs’ın
tehlikesini bir kaç haftada anladım 28 Mayıs 1960 tarihli Ulus
Gazetesi’nde şöyle diyordunuz: ‘Türkiye halkı dün sabah
uyandığında, güneşin ışığı ile beraber hürriyet aydınlığına da
kavuştu. Bu aydınlığı ona Türk Ordusu bir büyük müjde olarak
gecenin karanlığında sessiz sedasız hazırlayıp hak ettiği bir
armağan olarak gün ışığı ile birlikte sundu. Sağ olasın Türk
ordusu! Günaydın Türk milleti!.’ - Haklısınız, 27 Mayıs’ı ilk
günlerinde genç bir gazeteci olarak destekledim, o yazıyı yazdım.
Türkiye’de her şey bitti, bitiyor diyorduk, askerler ancak bu işin
üstesinden gelebilir diye düşünüyordum. Fakat birkaç haftaya
kalmadan askeri müdahalenin çok tehlikeli olduğuna inandım ve 27
Mayısçılara karşı Ulus Gazetesi’nde ağır bir mücadele açtım. Bu
arada bir gazeteci arkadaşım bana bir grubun ‘Ülkü Birliği’ adlı
bir proje hazırladığını, amaçlarının Nazi Almanyası’nda bile
görülmemiş bir totaliter rejim kurmak olduğunu duyurdu. Bu projenin
içinde olanlardan birinin de rahmetli Alparslan Türkeş olduğu
açıkça söyleniyordu. Bunu duyar duymaz konuyu hemen Sayın İsmet
İnönü ve parti meclisimize götürdüm. Bu konuda gereken mücadeleye
katkıda bulunayım diye bana yetki verdiler. Bir gün adını
vermeyeceğim, aile dostu bir 27 Mayısçı, beni eski TBMM binasına
çağırdı. Gittiğimde yanında tanımadığım biri vardı, galiba emekli
bir askerdi, dik başlı, sert biriydi. 27 Mayısçı, ona durmadan
‘hocam hocam’ diyordu. İkisi de hem 27 Mayıs’a karşı neden savaş
açtığımı öğrenmek istiyor, hem de aba altından sopa
gösteriyorlardı. Kendilerine askeri darbeye derhal son verilmesi
gerektiğini söyleyip, karşı tavrımı sürdüreceğimi söyledim. Bunu
duyunca çok kızdılar, büyük bir hiddetle beni tehdit ettiler,
yanlarından ayrıldım. Ulus’taki gazeteci arkadaşlarım tehdit
edildiler, ama yine de yılmadan sürdürdüler kampanyayı. En ağır
yazımın çıktığı sabah 14’ler sürüldü gitti, eğer bir gün daha
kalsalardı benim başıma mutlaka bir şey gelecekti.