Duruşma sürerken 25 cellat istediler
Abone ol92 yaşındaki gazeteci Bedii Faik Akın, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Gazeteci-Yazar Bedii Faik Akın, Adnan Menderes ve
arkadaşlarının yargılandığı Yassıada duruşmalarında sona gelindiği
hafta Milli Birlik Komitesi (MBK)'nin, dönemin İstanbul Emniyet
Müdürü'nden 25 cellat ve darağacı istediğini söyledi.
“Ben İnönü’nün idamların önlenmesi konusunda samimiyetle
çalıştığını zannetmiyorum.” diyen Akın, MBK üyelerinin “En az 50-60
kişiyi asmaz isek ihtilalin meşruiyeti sarsılır.” diyerek idamların
gerekliliği havasını yaydıklarını anlattı.
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun çalışmaları sayesinde
Türkiye’nin yakın tarihinde derin izler bırakan 27 Mayıs, 12 Mart
ve 12 Eylül darbeleri ile 28 Şubat sürecine ilişkin bilinmeyen
birçok konu gün yüzüne çıktı. Komisyon’un ifadesine başvurduğu 92
yaşındaki duayen Gazeteci Bedii Faik Akın, Cihan Haber Ajansı’na
(Cihan) 27 Mayıs darbesine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Sahiplerinden olduğu Dünya gazetesinde Demokrat Parti (DP)
iktidarına yönelttiği sert eleştirilerle tanınan Akın, “27 Mayıs’a
gelen hadiseler, o zaman ki iktidarın baştan aşağı kusurudur. Ben
27 Mayıs’a destek verdim. Sonra çok hayal kırıklığı yaşadım.”
dedi.
27 Mayıs darbesinin ardından halk arasında ‘gâvur askerler’
söylentisinin çıkması üzerine MBK üyelerinin camilerde mevlit
okutmak istediğini anlatan Bedii Faik, müdahalesi üzerine
aralarında Münir Nurettin Selçuk’un da olduğu dönemin ünlü ses
musikisi sanatçılarını İstanbul Radyosu’nda biraya getirerek
radyodan mevlit okuttuklarını ifade etti.
“27 Mayıs’ta en çok ordu zarar gördü; ordunun kimyası bozuldu”
diyen Bedii Faik, darbe yıllarına ilişkin şahit olduğu olayları
şöyle anlattı:
'İNÖNÜ’NÜN, İDAMLARIN ÖNLENMESİ KONUSUNDA SAMİMİYETLE
ÇALIŞTIĞINI ZANNETMİYORUM’
“Ben, İnönü’nün idamların önlenmesi konusunda samimiyetle
çalıştığını zannetmiyorum. Kimsenin samimiyetle önlemeye
çalıştığını da zannetmem zaten. Yani Gürsel Paşa da sözde önlemeye
çalışmıştır. İnönü’nün mektubu üzerine yapmaya çalıştığı geciktirme
teşebbüsü, yerleri ve şahısları tamamen ters tutulmuş bir telefon
çabasından ibarettir. İstanbul’u çok iyi bildiği halde 1. Ordu’ya
telefon etmiştir. Oysa idamı önlemek istiyorsan başında olduğun
Milli Birlik Komitesi’nin Dolmabahçe’deki İrtibat Bürosu’na telefon
edeceksin. İrtibat Bürosu, ne örfi idareye (Sıkıyönetim) bağlıydı
ne de orduya. Başında Kurmay Albay Namık Kemal Ersun vardı.
Sonradan orgeneral oldu. Gürsel Paşa daha sonra 66. Zırhlı Tümen
Komutanı Faruk Güventürk’e telefon etmiştir, ulaşamamıştır. Şimdi
idamın önlenmesini isteyen bir cumhurbaşkanı nereye telefon
edeceğini bilmezlik edebilir mi? Yassıada kararlarını Ankara’ya
ordu değil irtibat bürosu götürmüştü.
İdamların tasdik edileceği gün 1. Ordu Kumandanı Cemal Tural,
Trakya’ya teftişe çıktı. Hemen uzaklaştı buradan. Örfi İdare
(Sıkıyönetim) Kurmay Başkanı Emin Aytekin’di. Çok iyi yetişmiş
entelektüel subaydı. ‘Biz bu üniformayı kirlettik’ diyerek istifa
etmiştir. Kendisi anlatmıştı. O sırada İngiliz sefaretinden radyo
kumandanı Albay Turhan Çağlar’a telefon gelmiş. ‘Ordu kumandanını
nereden bulabiliriz?’ diye sormuşlar. Çağlar da ‘Bir sefaretin ordu
kumandanı ile konuşmasının irtibatı ben olamam. Genelkurmay’a
müracaat edeceksiniz.’ diye karşılık vermiş. ‘O zaman iş uzar’
demişler. ‘Uzamayacak iş nedir’ demiş, ‘Kraliçe’nin idamlar için
mesajı var.’ demiş İngiliz Sefareti. ‘O zaman bir kraliçenin mesajı
nereye verilirse oraya gönderin’ demiş Çağlar. ‘İşte onu
bilemiyoruz’ demişler. Şimdi Gürsel Paşa, ‘O mesajı almadım’ der.
İsmet Paşa zaten muhatap değil. 1. Ordu Kumandanı yok burada. Kime
gidecek o mesaj? En sonunda radyo kumandanına gitti. O da aldı bunu
Emin Aytekin’e verdi. O da aldı Trakya’ya gönderdi. Yani
Kraliçe’nin mesajı bile normal yolunu bulmamıştır ki Kraliçe’nin
ikinci mesajıdır o. Şimdi ben nereden samimiyet göreyim? Siz
görebiliyor musunuz?”
'MBK ÜYELERİ ‘İHTİLALİN MEŞRUİYETİ İDAMLA MEPSUTEN
MÜTENASİPTİR’ İNANCINDAYDI'
“İhtilalin meşruiyetinin ancak idamla mümkün olacağını Milli Birlik
Komitesi’nin üyeleri İrtibat Bürosu’na defaatle konferans vererek
söylediler. Bir tanesini ben duydum. Suphi Gürsoytrak geldi orada,
bar bar bağırdı. ‘İhtilalin meşruiyeti idamla mepsuten
mütenasiptir. En az 50-60 kişiyi asmaz isek ihtilalin meşruiyeti
sarsılır’ dedi. Sürekli idam havasının gerekliliği yayıldı ortaya.
Zaten bundan dolayıdır ki, Demokrat kitle, ‘Asamazlar, hele bir
assınlar’ havasıyla başka bir ahmaklığa girdi. MBK’nın Yüksek
Adalet Divanı üzerindeki baskısı, başında olmuştur; tayin ederken
olmuştur. Nitekim Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un bir
çıkışı vardır; ‘Adnan bey, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’
demiştir. Bu o kuvvetin havasında olduklarını gösterir. Yassıada’da
mahkeme kararları açıklamadan dört ya da beş gün evvel İstanbul’da
şu olay yaşandı: Bir ihtimal idamın bir kişiye veya üç kişiye
verileceği düşünülmüyordu. İdam 15, 20, 50 kişi neyse onlar
asılacaklar zannediliyordu. İstanbul Emniyet Müdürü Nevzat Eralp,
Örfi İdare Kurmay Başkanı Emin Aytekin’i arayarak, ‘Ben yirmi -
yirmi beş kadar celladı nereden bulabilirim, bir hayli de darağacı
yaptırmak lazımmış. Sordum, İstanbul’da bir tek cellat var.’
diyerek dert yanmış. ‘Böyle bir hazırlık yap’ demişler. ‘Cellat
bul’. Çünkü son dakikada idam kararı verilir ve tasdik edilirse,
bir hafta da cellat beklenirse iş uzar. Biran evvel çabuk olsun
havasını düşünmüşler herhalde. Bana Emin Aytekin anlatmıştı. Kurmay
Başkanı Emin beye soruyorlar, ‘Ona böyle böyle bir şey var’ diyor
Emniyet Müdürü Nevzat bey. ‘Nerden çıktı. Şimdi geliyorum’ diyor
Emin Aytekin. Oradan çıktı bana geldi. Anlattı bunu. Sapsarıydı ve
hırs içindeydi. Emin bey, hemen giriyor Emniyet Müdürü’nün odasına.
‘Ver bu emri’ diyor. Müdür gösteriyor. Yazı Milli Birlik’ten
geliyor. Emin Bey, ‘Bunu almamış olacaksın’ diyor. ‘Sorumlu benim’
diyor. ‘Katiyen hiçbir şey yapmayacaksın’ diyor. “
‘GÂVUR SUBAYLAR SÖYLENTİSİ ÇIKINCA, ASKERLER RADYODAN
MEVLİT YAYINI YAPTI’
“Turhan Çağlar’dan evvelki radyo kumandanı, kendisine 'Fişek Kenan'
denen, sertliği ve asabiliğiyle tanınan bir zattı. O vilayete
gelmiş, vilayette beni istemiş. Vali Refik Tulga Paşa'ya demiş ki;
‘Bedii Faik beyi radyoya götürelim. Ondan bazı şeyler öğrenmek
isterim’. Refik Paşa da beni davet etti. Gittim. Bana bir mektup
gösterdi. Mektup Erzurum’dan radyo kumandanının bacanağından
geliyor. Bacanağı da diyor ki; ‘Size gâvur subaylar diyorlar,
halkın arasında dinsizsiniz diye çok lakırdı geçiyor, buna bir çare
bulun.’ O da ‘Ben de Milli Birlik Komitesi ile konuştum. Camilerde
mevlit okutacağız’ dedi. İyi ama ‘Orada ya Menderes’e dua
ederlerse, ya rahmet okurlarsa? Siz buna çok kızarsınız’ dedim. ‘Ne
yapacağız?’ dedi. ‘Gayet basit’ dedim. ‘Stüdyoda son derece rafine
bir mevlit yaparsınız. Bir liste yapacağımı söyledim. ‘Mesut Cemil
beyi çağırırsınız’ dedim. O musikiyi çok iyi bilir. ‘Münir
Nurettin’i çağırın’ dedim. ‘Necmi Rıza, Hafız Zeki Altın böyle
yaparız’ dedim. Bir duayı da Behçet Kemal Çağlar ile ben yazdım.
Münir Nurettin’i hemen çağırdılar. Zavallı korku içinde geldi.
Münir Nurettin, ‘Bedii bey nedir bu başıma gelen?’ dedi. Mevlit
okumak istemedi. Onun eskiden pek az yaptığı bir iş. Mesut Cemil’e
teslim ettik. Ondan sonra harika bir mevlit oldu. Fevkalade de
takdir gördü. Bana teşekküre geldiler. Önce camilerde üniformalı
bulunmasın istediler. Herhangi bir reaksiyon olur falan gibi.
Sonradan tersine yaptılar. Üniformalı gitsin diye.”
'DARBEYE DESTEK VERDİM AMA ÇOK HAYAL KIRIKLIĞI
YAŞADIM’
“Ben 27 Mayıs’a destek verdim. Sonra çok hayal kırıklığı yaşadım.
İlk kırılış resim satışından başlamıştır. Dolmabahçe’deki İrtibat
Bürosu, ‘Düşükler’in Yassıada’daki resimleri açık artırma ile
satışa tabi tutuluyor’ diye bir ilan yayınladı. Ordu Foto Film
bürosu vardı. O çekiyordu fotoğrafları. Hiçbir gazete fotoğrafçısı
sokulmuyor oraya. Bunu alıyorlar ve açık artırma ile satışa
sürecekler. Bu bana çok fena dokundu. Bu son derece ahlaksız bir iş
geldi bana. Ve ‘iğrenç’ diye yazmışımdır. Niye yaptılar bilmiyorum.
O sırada istedikleri parayı istedikleri yerden alıyorlardı. İrtibat
Bürosu çift maaşlıydı. Karayollarının ne kadar arabası varsa
emirlerindeydi. İki kişi gittiler, çek defterlerini ceplerine
koyarak. Bir tanesi Hürriyet’in zengin patronu Erol Simavi, diğeri
de Yapı Kredi’nin sermayesine dayanan Hayat mecmuası sahibi Şevket
Rado. En fazla 100 bin liraya çıkmışlardır. Ben o gün yazı yazdım.
‘Hiçbir resmi koymuyoruz. Bundan utanın’ dedim. Telefonda beni
tehdit edenler oldu. Asker ağzı bellidir. Sesinin tonundan bile
bellidir. Kim olduğunu bilemediğim insanların, ‘Sana da
göstereceğiz, sana da sıra gelecek’ tehditlerine hiç aldırmadım.
Ama akşamüstü bize bedava geldi o fotoğraflar. Bu son derece
dokunmuştur bana. Bunu yaptığım zaman da hemen tehdide başlamaları
nokta koydurdu. Üç gün sonra Cemal Gürsel paşa İstanbul’a geldi.
İstanbul’da bir basın toplantısı yaptı. Ben de gittim toplantısına.
Anlattıktan sonra, herkes bir şey soruyordu. Ben de parmağımı
kaldırdım ve dedim ki, ‘Bugün yapılan Balmumcu hareketi vs. bunu
nasıl bağdaştırıyorsunuz?’ Gürsel Paşa gayet mertçe dedi ki,
‘Bağdaştıramıyorum, bunu arkadaşlarla konuşacağım. Bunda herhalde
başka bir tedbir meselesi var. Onu öğreneceğim.’ dedi. Teşekkür de
etti. Ben de memnun kaldım. Orada subaylar duruyorlardı. Hepsi
kafalarını salladılar.
Bir defa müthiş sola kaydıklarını gördüm. Bankalara el koydular.
Gizli kasanıza el koydular. Çok şey çıkaracağız havasına girdiler.
O tabi büyük bir faciaydı. O bütün iş âlemini yılgınlaştırdı. Şimdi
bir memlekette iş âlemini bir iktidar yılgınlaştırdı mı, ekonomiyi
katiyen tutamaz elinde. O hep başka sahalara kayar. Nitekim öyle
oldu.”
'MBK ÜYESİ CADİLLAC’TA ÖLDÜ'
“Ankara Valisi İrfan Paşa vardı. Aynı zamanda Milli Birlik Komitesi
üyesiydi. Bu paşa otomobil kazasında vefat etti. Kaza yapan
otomobil de Cadillac’tı. Şimdi Demokrat Parti kötülenirken, hep
Cadillac’ı söylemişlerdir. O zaman Cadillac devlet suiistimalinin,
müsrifliğinin sembolüydü. Ben de, ‘İhtilalcisi Cadillac’ta ölen bir
memleketiz biz’ diye yazdım. Çok sinirlendiler. Bir kısmı ‘Bizim
devrimizde gazete kapatması olmaz’ demişler. O zaman ‘Bedii Faik’i
misafir edelim’ diyenler olmuş. Uçak müsrifliği de var o dönemde.
Abdi İpekçi’nin Ömer Sami Coşkun ile yazdığı bir kitabı vardır. O
kitapta yazılıdır o. Orhan Erkanlı’ya diyorlar ki; ‘Türk Talebe
Birliği’nden gelenler var, bunlar Ankara’ya uçakla dönmek
istiyorlar.’ O da, ‘Öyle zırt pırt uçak olmaz, trenle dönsünler,
olmazsa yol paralarını verin’ diyor. O sırada bir Milli Birlik
Komitesi üyesi geliyor, İstanbul’a gideceğini söylüyor. Askeri uçak
ona ayrılıyor. Kendi başına biniyor, gidiyor. Çocukları almıyor.
Bir gün İstanbul Üniversitesi’ne bir mesele için uğramıştım.
Profesör Hüseyin Nail Kubalı telefon ediyordu. ‘Beni askeri
havaalanından alacaklar değil mi? O zaman uçağı oraya gönderin. Ben
giderim.’ Diyordu. Ben, ‘hoca güle güle’ diye takıldım. Beş dakika
sonra Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, telefon etti. Ankara’ya gitmek
üzere askeri uçak istedi. Ayrı uçaklarla gidiyorlar. Beraber
giderlerse olmaz. Birbirlerine zıttılar çünkü. O profesörler
istedikleri anda askeri uçakla gidebiliyorlardı. İlk günlerde
herkes idealisttir, herkes kahramandır, herkes dürüsttür. Ama
günler geçtikten sonra birtakım şeylerin kokusu gelir. Ben Demokrat
Parti zamanında gördüğüm her anormalliği orada da gördüm. Demokrat
Parti ne yapıyorsa, askerler de aynısını yapıyorlardı.”
'DÜŞÜKLER YASSIADA’ DA FİLMİ YANLIŞTI'
“Düşükler Yassıada filmi gerçekten bir faciadır. Darbeden
zannediyorum 5-6 ay sonra hazırlandı. Bu film ordu film merkezi
tarafından yapılmıştır. Adamları giydirmişlerdir. Öyle gitmediler
Yassıada’ya. Elbiseleri geldi, giydirdiler. Celal Bayar’ın intihara
teşebbüsü o vaka ile olmuştur. Bu filmden bahsediliyordu. İşte
Melek ve İpek Sinemalarında oynatılacağı söyleniyordu. Ben ‘Bir
şeyi düşünmediniz mi?’ dedim. ‘Ne gibi?’ dediler. Halktan birisi,
‘Yaşasın Adnan Menderes’ diye bağırsa ne yapacaksınız?’ Tespit
edemezsiniz, tevkif edemezsiniz. Çabucak kaldırdılar filmi.
Sinemaya ben gitmedim, bazı arkadaşlarım gitmişler. Orada bütün
duvar diplerinin asker ve polislerle dolu olduğunu söylediler.”
'ALİ FUAT BAŞGİL İSVİÇRE’YE KAÇMAK ZORUNDA
KALDI'
“Bir Ali Fuat Başgil hadisesi vardır. İzah edilmesi mümkün
değildir. 27 Mayıs’tan sonra Ali Fuat Başgil İsviçre’ye kaçmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi var, aday oldu. Kazanacağı muhakkak. Kendi
yaptıkları Anayasayı çiğneyerek Milli Birlik Komitesi’nden General
Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay geldi tehdit etti. Adamı aldılar
götürdüler istifa ettirdiler. Cumhurbaşkanının kendilerinden
olacağını İsmet Paşa’ya, Osman Bölükbaşı’na ve Ekrem Alican’a,
parti başkanları bunlar, imzalattılar. Protokol budur. Bunların
hepsini şimdi anlıyorum. Devlet tecrübesi son derece mühim bir
şeydir. Bugünkü iktidarın da tecrübeyi hiç hesaba katmayarak
hareket etmesi son derece tehlikeli bir şey.”
'RADYO SPİKERLERİ MENDERES’İN NUTUKLARINI İYİ OKUYOR DİYE
HAPSE ATILDILAR'
“Radyo spikerlerini iyi okuyor diye, Can vardı bir tane, onu hapse
attılar. Adnan Menderes’in nutuklarını radyo gazetesinde veya
haberlerde çok candan okuyorlar diye hapse atılanlar oldu. Radyo
gazetesi spikeri Hikmet Münir’i hapse tıktılar. Ona çok itiraz
etmişimdir. Mesela Bal Mahmut’u almışlardı içeriye. Celal Bayar’ın
yakını diye aldılar. Bal Mahmut çıktığı zaman Kabataş’taki araba
vapuru iskelesinde karşılaştım, bana orada, ‘Ben artık Bal Mahmut
değil; mum Mahmut’um’ dedi. Balmumcu’dan çıktığı için.“
'27 MAYIS’TA EN ÇOK ORDU ZARAR GÖRDÜ'
“27 Mayıs’tan en çok ordu zarar görmüştür. Talat Aydemir gibi bir
adam asılmıştır. İdamlar vardır. Fethi Gürcan mesela asılmıştır. 3
bin küsur subay emekli edilmiştir. İstikballeri söndü. İadeyi
itibar için on yılda bir darbe yapmak zorunda kaldılar. Darbelerde
en büyük zararı darbeciler görür. Karşısındakiler elbette zarar
görmüşlerdir. İnsan israfı vardır. Ordunun kimyası bozuldu. Mesela
bir akşam bir ahbabı ziyarete gitmiştik. Kapının zili çaldığı zaman
evdeki çocuk masanın altına giriyormuş. Babası DP’den
milletvekiliydi. 27 Mayıs gecesi evi basılmış. Hala düzelememiş
çocuk. O gün çok fena olmuştuk. O günü hiç unutmam. Eşimin
ağlayışını hiç unutmam.”
'DP TECRÜBESİZ OLARAK GELDİ'
“1946 seçimi hileli bir seçim olmuştu. Eğer o hile yapılmasaydı,
Demokrat Parti o seçimde istediği neticeyi alabilseydi zaten
iktidara geçebilecek kadar adayı yoktu. Ama bir muhalefet tecrübesi
edinecekti. Bundan mahrum kaldı. 1950’de tamamen geldi ama
tecrübesiz olarak geldi. Celal Bayar, Koraltan vs. vardı ama
onlarınki de tek parti tecrübesiydi. Hepsi birden o tecrübesizler
memlekete hâkim oldular. Evvela vaatlerini yapar gibi göründüler,
ama sadece bir miting coşkusu içerisinde memleketi sürükleyip
götürdüler. Birden bire tek olmak sevdasına düştüler. Ve o hale
geldi ki, isterseniz şeriatı getirirsiniz, isterseniz ‘Odunu bile
milletvekili yaparım’ havasına girdi. Tahkikat Komisyonu kendi
ipini hazırlama komisyonu olarak görülebilir. Komisyona ben
rahatsız olduğum halde tevkif edilerek 1 numaralı komisyona
getirildim. O komisyona ‘idamlıklar’ adı verilmişti. Ben daha
yazılmamış kafamda tasavvur ettiğim “Tekelonya Cumhuriyeti” isimli
kitabımın reklamını, ilanını yaptım. O kitap yasak edildi. Hüseyin
Cahit Yalçın tutuklandığında 90 yaşındaydı. Darbede AKİS dergisinin
tesiri olmuş olabilir. Çünkü bu dergi İsmet Paşa’nın damadının. Bu
dergide ne yapılırsa İsmet Paşa’ya bağlanıyormuş gibi
algılanıyordu. O bakımdan ehemmiyeti olmuştur. Bizim aklımıza darbe
o dönemde hiç gelmiyordu. En ateşli muhalif bizdik. Biz ordu
müdahalesi diye bir şeyi tasavvur edemezdik. O dönemin solcu
yazarlarının bazılarının hatıraları vardı. Hepsi cuntacılarla
beraber olduklarını söylemişlerdir. Ama bir övünüşün içinde
oldukları da muhakkaktır. ‘Ordu bizle beraber, ordu şudur, ordu
budur’ havasına girmişlerdir. “
'LÜZUMSUZ SERTLİKLER YAPMIŞIM'
“Bugün darbeleri bilen insanlar olarak, darbelerin üzerinde
konuşmak çok ayrı bir meseledir. Darbenin ne olduğunu bilmeyen,
darbeyi hayal bile etmemiş, savaş görmemiş, herhangi bir ihtilaf
görmemiş bir neslin o zamanki darbe anlayışını anlaması çok ayrı
işler. Bir hareketi çok benimsersiniz, evvela çok coşku ile beraber
olabilirsiniz ki bu ihtilal böyle olmuştur. 27 Mayıs’a gelen
hadiseler, o zamanki iktidarın baştan aşağı kusurudur. Benim 300
küsur davam vardı. Onlardan en aşağı yüzde 10’undan mahkûm olsaydım
ben ebediyen hapis yatardım. İhtilal olduğu zaman hepsi silindi
bunların. Birden bire bütün davalar silindi. Ben Celal Bayar’a
‘Demokrat Parti’nin avukatlığını yapıyorsun’ dedim diye gizli
celsede 6 aya mahkûm oldum. Darbeden sonra geldiğim zaman Celal
Bayar’a ‘zalim’ deme hakkını verdiler bana. İstediğini söyle
dediler. Düşünün siz, oradan buraya geçiyorsunuz. Öyle bir nehir ki
bu, önümüzdeki seti kaldırmışlar, birden bire akıp gidiyor,
gürlüyoruz. Bunun yatağına girmesi için zaman lazım. Sonra
yatağımıza girdik. Yatağımızda akarken sonra arkamıza baktık. ‘Vay
anasını amma yıkmışız, ne dağ, ne taş bırakmışız ’ dedik. Lüzumsuz
sertlikler yapmışım. Lüzumsuz haksızlıklar yapmışım; ama bugün aynı
şartlar olsa yine öyle olacağım bellidir. Bu insana bir hüzün de
veriyor.”