“Durun Kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak”

Artık beğenmediğimiz, bize aykırı gelen her fikir ve kişiyi önce sosyal medyadan linç ediyor, sonra hıncımızı alamıyor devleti, polisi, savcıları göreve çağırıyoruz.

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

İnsan kanından eğlence üretme becerisi antik çağlardan bu yana devam eden bir hobi. Daha öncesini bilmiyoruz ama bu barbarlık kayıtlı tarihte arenalardaki gladyatörlerden günümüze kadar devam etti. Eğlence için düzenlenen kanlı insan kavgaları, bir süre yer altına inse de şimdilerde yeniden global bir spor haline geldi. Yeni küresel hobimiz linç ve kan… Sosyal medya bu ilkel dürtünün yeni arenası oldu.

Artık beğenmediğimiz, bize aykırı gelen her fikir ve kişiyi önce sosyal medyadan linç ediyor, sonra hıncımızı alamıyor devleti, polisi, savcıları göreve çağırıyoruz. Tribünlerin sesine kulak kabartan yöneticiler ise “mesajı aldık” kabilinden bu linçe eşlik ediyor. Bu şekilde sonu gözaltı ve hapisler olan bir kan revan süreci başlamış oluyor kurban ve yakın çevresi için.  Bu ilkel halkla ilişkiler formu, bir toplum yaratmaktansa bir toplum yönetmeye yarıyor. İnsanlar için iki yol bırakılıyor: Arslanlar ve kılıçların önüne atılarak kanını eğlenceye sunan gladyatör olmak ya da tribünde kan deryasına tempo tutan seyirci olmak…

Her medeniyet/toplum, 'medeniyet/toplum' olarak anılmayı hak etmek için türlü badirelerden geçer ve birlikte yaşamak için asgari normları oturtur. Birlikte yaşamanın asgari normlarının bütününe de biz hukuk diyoruz. İnsanlar, huzur içinde yaşamak için hukuka ihtiyaç duyarlar. İster semavi kaynaklı bir dayanağa, isterse tamamıyla beşerî akıl gücüne dayansın, bir arada yaşamak ve “beka” için hukuk tartışılmaz bir gereklilik.

Hukukun temeli ise adalet ilkesine dayanır. Herkesin kanun önünde eşitliğini, can ve mal güvenliği ile fikir hürriyetini sağlayan hukuk sistemleri de sağlamayanlar da gözümüzün önünde. Medeni ve çağdaş bir hukuk seviyesi de barbar, ilkel ve zalim yapılar da iki saatlik uçak mesafesinde…

Modern beşerî hukuk, en basit anlamıyla herkesin aykırı da olsa fikir hürriyetine saygı gösterilmesi gerektiğine dair normlar koyuyor ortaya. Bu normların büyük çoğunluğu yüzeysel ve yazılı da olsa hukuk sistemlerine entegre edilmiş durumda.  Yani kâğıt üzerinde herkesin fikrini ifade hürriyeti var. Ancak toplum bu konuda hala yer yer antik reflekslere kaçabiliyor.

Necip Fazıl’ın Destan şiiri, yukarıda başlığa da taşıdığım “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” dizesi ile başlar. 1947 tarihli bu şiirde bir çırpınış ve çaresizlik kulağa çarpar. Toplumu, yanlış reflekslerle bir cürüm işlemenin kıyısında gören ama durdurmaya güç yetiremeyen çaresiz bir çığlık. Maalesef bu tür çaresizlikleri vicdan sahipleri bu topraklarda çok yaşadı. Cumhuriyet Tarihi’nin her on yılına tespih tanesi gibi birer toplumsal cürüm sığdırmayı ihmal etmemiş bir toplum. Bu cürümlerin hemen hepsinde kalabalıklar goy goylar eşliğinde bir kıyıma alkış tuttu veya bazen de bizzat yaptı. Bu ise toplumda çok derin yaralar ve fay hatları oluşturdu. Toplumun tüm kesimleri, hem arena hem tribün tecrübesini yaşadı.  

Bu tecrübelerden sonra akıllanmış olmamız gerekiyordu. Va esefa ki hala bunlardan yeterince ders almamış görünüyoruz. Geçen haftalarda iki yaşlı gazetecinin tahliyesi ve birinin yeniden tutuklanması sürecinde tribündeki tezahüratlara bakınca Necip Fazıl gibi haykırmamak mümkün değil. Toplumda iktidara yakın kesim “yetmez, daha fazla ezilmeleri lazım” diye tezahürat tuttururken kendini muhalefet olarak takdim eden kesim, “zamanında bizi satmıştı, ezin onu!” diye tepiniyordu. Karşımızdaki insanın hukuku ve dava süreci kimsenin umurunda değildi. Yargıtay’ın bozma kararı ve deliller, mahkemelerde yapılan suçlamalar ve savunmalar arena kamuoyu için çok önemsiz görüldü.  

Türkiye’nin sorunlarına dair anketlerin tamamı Hukuk’u birinci sırada gösterirken bile modern arena tribünleri olan sosyal medyada yankılanan tezahüratlar, tüm topluma okuma yazma ile beraber temel hukuk eğitimi verilmesini salık veriyor.  İlk cümlesi de “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” olsun.