MARDİN ’in ilk turistik işletmesi Cercis Murat Konağı’nın sahibi Ebru Baybara Demir, film gibi hayat hikayesini StoryBox kanalına anlattı. Dünyanın en iyi 10 şefinden biri olma sürecine giden yolu anlatan Demir'in anlattıkları herkesi şaşırttı. Hayat hikayesini anlatan Demir "Ben Mardinli bir ailenin üçüncü kızı olarak dünyaya geldim. Annem çok güzel bir kadındı. Mardin'de ve Güneydoğu Anadolu'da bir arada olmak gücü gerektiriyor. Erkek çocuk çok önemli. Benim annem yedinci gelin. Annemin bütün talihsizliği iki kız çocuğu doğurması. Annemin oğlunun olmadığı üzerine gidiyorlar. Annem tekrar hamile. Doğum için hastaneye gidiyorlar." dedi. Çocuklarımı okutacağım: Babasının okutma kararını Demir "Gece saat 11:00'de hemşire müjdeyi veriyor onlara. Diyor ki 'Gözün aydın teyze' diyor, 'Bir kızın oldu', o kız çocuğu bendim. Babam 'Benim üç tane kızım var ama ben çocuklarımı okutacağım' diyor." diyerek anlattı. Turizm durma noktasına geldi: İşsiz kaldığı zamandan bahseden Demir "Bütün aile içerisinde okuyan tek çocuklarız. Biz hepimiz üniversite bitirdik. Profesyonel turist rehberiyim aslında. 98 yılında bir meslektaşımla evlendim. Eşim İzmirliydi. İkimizde turizm sektöründe çalışıyorduk. Ülkede turizm durma noktasına geldiği yerde biz işsiz kaldık." diye konuştu. Amacım turizm yapmaktı: Mardin'e yerleşme sürecini anlatan Demir "99 yılının sonlarında eşime dedim ki 'Gel, Mardin'e gidelim. Bir şey yapacaksak mutlaka burada yapmalıyız. Bu şehre çok inandın ben. İçimde bir heyecan vardı. 'Burada yaşar mıyız? Ben denemek istiyorum' dedim. Amacım Mardin'de turizm yapmaktı. Destinasyonlar hazırladım, çalışmalar yaptım. İstanbul Rehberler Odası'nın genel sekreterliğini yürütüyordum o zaman. Birçok acenteci ve rehber tanıyordum o dönemde ve İstanbul'a gidip Mardin'i anlatmaya başladım herkese." ifadelerini kullandı. Aslında zordu, çok zordu: Mardin'de tek bir otel olduğu zamanı anlatan Demir "Acentelere bunu pazarlamaya başladım. Mardin o dönemde, 99 yılları sonları, güvenlik sorunu çözmemiş, tek bir otel var, çok kötü bir otel ve esnaf lokantasından başka turizm yatırımı olmayan bir yer. İnsanlar kötü bir süreç geçirdikleri için işte hiç bilmedikleri bir sektörde 'hayırlı olsun' diyorlar. Aslında zordu, çok zordu." dedi. Babama kafa tuttum: Babasıyla sorun yaşadığına değinen Demir "Aile ile başladı zorluk. Önce babamla başladı. Dedim ki 'Mardin'de yaşayacağım', 'yaşayamazsın' dedi. Dedim ki 'buna sen karışamazsın', babama kafa tuttum 23 yaşında. Babam 'sen gidersen eşin orada yaşayamaz. İsteseydim ben orada kalırdım, orada yaşatırdım ben sizi' dedi. Kapıyı çarptım ve geldim. O zaman babam 1,5 yıl konuşmadı. " şeklinde konuştu. Yaşadıkça anladım: Şehirde dayısının evinde kaldığını belirten Demir "Benim bu kadar gözü kara olmam onu korkutuyordu. Mardin'de o yaşayamadı. Ben babamı korkularıyla baş başa bıraktım, burada büyük bir savaşa hazırlandım. Ama hiçbir şeyin burada bir anlamı olmadığını yaşadıkça anladım. Hayallerimden vazgeçmedim. Çok yenildim, çok ağladım. Dayımın evinde kalıyordum dayım vefat ettikten sonra 4 katlı bir konakta yengem ve kuzenlerimle birlikteyim. Herkes o evde." diye anlattı.Başımızı belaya sokacak: Kuzenleriyle sorunlar yaşadığını belirten Demir "Giyimim, yaşam şeklim, evliliğe bakış açım, kocamla aramdaki ilişki her şey çok bambaşkaydı. Zaman içerisinde yengem bu iletişimi sağlıyordu. Kuzenlerim yengemi çok sıkıştırmışlar, 'söyle gitsin yoksa başımızı belaya sokacak' diye. Ben gitmedim." dedi. Önceden gidip temizletiyordum: Kente turistler getirdiğini söyleyen Demir "2000 yılının Eylül ayında gezdirdiğim bir Alman turist grubu var. Bu arada küçük küçük gruplar getirtmeye başlamıştım. Grup gelecek 5 kişi, 10 kişi. Oteli önceden gidip temizletiyordum. Bu benim gururum aslında." ifadelerini kullandı. Mardin'e hiç turist gelmiyormuş: Mardin'e hiç turist gelmediğinden bahseden Demir "1999 yılında Mardin'i ziyaret eden turist sayısı 11 bin'miş, yatak kapasitesi 220. Aslında Nusaybin sınır kapısı, biliyorsunuz 33 kilometre. Oradan geçen her kamyoncuyu turist saydığımız için aslında bu gerçek bir rakam değilmiş. Mardin'e hiç turist gelmiyormuş. Otelin durumu da çok kötüydü." şeklinde anlatıt.Akşam yemeğini beğenmediler: Alman turistlerle yaşadıklarını anlatan Demir "2000 yılının Eylül ayında Alman konsolosluğunun 28 kişilik bir grubunu Mardin'de ağırlıyoruz. Öğlen yine otele geldiler. Akşam 'ben grubumla dışarıda yemek yemek istiyorum' dediler. Ertesi günü de öğlen yemeği yiyecek uzun bir programları var. Akşam yemeğini beğenmediler." dedi. Eve gittim, çok ağladım: Yaşananlar sonrası ağladığını anlatan Demir "Turistler 'Yarın öğlen yemeğini nerede yiyoruz, biz burada yemek yemeyeceğiz' dediler. Almanca rehber arkadaşım bana 'bak Ebru, radikal bir karar aldın, Mardin'e geldin. Bir otel, bir restoranla iş yürütemezsin. Burada yaşayabilmen için mutlaka alternatif yaratmak zorundasın' dedi. Eve gittim, çok ağladım." şeklinde ifade etti. Bütün mahalle bizim evin içerisinde: Yengesinin teklifini anlatan Demir "Yengem gelip 'ne oldu' dedi. Bende 'yarın misafirlerimi yemeğe götürecek yer yok. Oradaki yemekler çok yağlı yemediler.' dedim. Yengem hiçbir şey söylemeden bana 'buraya gelin kaç kişiler' teklifini yaptı. '28 kişi, yapabilecek misin' dedim. Yengem 'her gün kaç 28 kişiye yemek yapıyorum haberin var mı' dedi. Beni yengem karşılamadı sadece, bütün mahalle bizim evin içerisinde." ifadelerini kullandı.İş çıkartma bana: Turistlerin çok memnun kaldığını vurgulayan Demir "Yapılan yemekler muazzamdı. Bütün programı alt üst ederek grup 4'te çıktı. Sonra 'ben bu işi yapacağım' dedim. Yengeme 'Ben size turist getirsem siz böyle yemekler yapar mısınız evde?' dedim. Yengem hemen 'iş çıkartma bana' dedi, kadınlar ise hepsi 'yaparız' dediler." diye konuştu.Herkes bizi aramaya başladı: Bu işi daha sonra yaygınlaştırdığını belirten Demir "Biz aynı mahallede 8 tane ev seçtik. Bu iş bayağı bir sürdü. Herkes çok mutlu. Kimi bulaşık yıkıyor, kimi yemek yapıyor. 21 kadın. Radikal gazetesi o zaman çok popüler bir gazeteydi. Funda Özkan bizimle ilgili bir yazı yazdı. Sonra Mardin'e gelen herkes bizi aramaya başladı." dedi.O çok beni ciddiye almadı: Müzede yemek verdiği söyleyen Demir "Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı'nda turistlere yemek veriliyordu. 'Niye Mardin Müzesi'nde verilmesin' diye dönemin valisine gidip durumu anlattım. O çok beni ciddiye almadı ama 'ne istiyorsanız gidin yapın müzede' dedi. Müzenin kafeteryasını kiraladım. Müzede bir ekonomi dönmeye başladı." şeklinde anlattı.Birileri şikayet etti: Şikayet edildiklerinden bahseden Demir "Kişi başına da müze derneğine bir para ödüyoruz ama etrafta enteresan bir durum var. 21 tane kadın aynı mahalleden tek sıra halinde, elinde tencerelerle Cumhuriyet Meydanı'nı geçip müzeye gidiyor her gün. Birileri şikayet etti durumdan müzenin kapıları kapandı." diye konuştu. 21 kadın vardı: Tüm kadınlarla beraber ağladıklarını söyleyen Demir "Yine 'niye?'lere döndüm. Tabi bu sefer değişik bir fark vardı, bu sefer tek başıma ağlamıyordum. 21 kadın vardı, birlikte ağlamaya başladık. Eğer şimdi dönersem kapısına gidip, sektör çok küçük, insanlara hayallerimi anlattım. 'Mardin'e gelin, şöyle iş yaptım buradayım ben' dedikten sonra gidip de 'Ben o işi yapamadım. Bana kaldığım yerden iş verin' demek bana göre değildi." ifadelerini kullandı.Hiçbiri duymadım: İşletme kuran Demir süreci "İçimde fırtınalar kopuyordu ama zor bir fırtınaydı bu. 2001 yılı, 8 Haziran. Ben, bana inanan o kadınlarla birlikte, Mardin'in turistik işletmesini birlikte kurduk. 2000 yılı. Bir kadın, 23 yaşında. İçkili bir restoran işletiyor ve mutfağında kadınlar çalışıyor. Bu dinamiklerin kaldırabileceği bir şey değildi. 4 ay boyunca akıllarına gelen her şeyi söylediler. Hiçbiri duymadım yoluma devam ettim." sözleriyle anlattı. Korktum: Kırılma noktasını anlatan Demir "Bir gün bir beyefendi geldi. Altmışlı yaşlarda. Korktum önce. 'Sen Ebru musun' dedi, 'evet' dedim, 'gel, konuşacağız, çay söyle' dedi. 'Benim seninkinden daha güzel evim var. Ona otel mi yapayım, sana lokanta mı yapayım. Sen söyle' dedi. İşte benim için kırılma noktası oydu ve yola devam ettiler. Ondan sonra benle uğraşmayı bıraktılar." dedi.En büyük ivmeyi turizm götürüyor: Turizmin yükselişinden bahseden Demir "Herkes turizme yatırım yapmaya başladı. Mardin'i ziyaret eden turist sayısı 1,5 milyondu. Buranın kendi insanı bir işe inanıp, bir restoran örneğinden yola çıkarak şehrin turizmine yatırım yaptılar. 20 yıl önce Mardin'in geçim kaynakları arasında tarım vardı. Şimdi en büyük ivmeyi turizm götürüyor." diye anlattı.Dezavantajlı ve hassas gruplar: İnsanlara yol gösterici olduğunu anlatan Demir "Benim hayatımda hep insanlar oldu. Dezavantajlı gruplar ve hassas gruplar oldu. Çünkü burada çok fazla insan bu durumda. Bir yol gösterici ihtiyaçları var. Kurduğum Cercis Murat Konağı sonra bir okul oldu. Şimdi, bugün taksiye biniyorum, 'Abla beni hatırladın mı?, 'Ben sizde çalışıyordum' diyor." ifadelerini kullandı.88 bin nüfuslu bir ilçeydi: Harran'daki projesinden bahseden Demir "2016 yılında Harran kaymakamı, o zaman Temel Ayça, eşiyle birlikte beni Harran'a davet ettiler. Aslında oradaki konu Harran 19 bin nüfuslu bir mülteci kampına sahip, 88 bin nüfuslu bir ilçeydi. İşsizlik çok fazlaydı. Kaymakam bey 'Ne yapabiliriz?' üzerinde çalışıyordu. 'Bir restoran açalım mı burada' dedi, ben ise 'okul açacağız' dedim. Sonra kaymakam bey sağolsun, bir proje yazdı." dedi. 3 haftada hayata geçti: Öğrencilerini yetiştirdiğini anlatan Demir "Harran Gastronomi Okulu Projesi, 3 haftada hayata geçti. Önce 80 küsur Suriyeli ve Türk kadın, eylül ayında projenin ikinci safhası açıldı. Benim 160 öğrencim oldu. Sonra Avrupa standartlarında bir mutfak deneyimlemeleri gerekiyordu bu insanların. Benim aklıma İstanbul'da Eataly Restaourant geldi. Bir geçici restoran açtık. 12 tane kızın ailesi ikna edildi. Biz 12 kızı İstanbul'a götürdük. İtalyan şef gözetiminde hem bizden öğrendiklerini hem de şef Claudio'nun göstermiş olduğu her şey onlar için oldu." ifadelerini kullandı. Çok büyük bir başarı hikayesiydi: Gastronomi fuarından aldıkları daveti anlatan Demir "Dünyanın en büyük gastronomi fuarı 2 yılda 1 Lyon'da yapılıyor. Fuar yönetimi çok dikkatini çekti. Fuar yönetimi 'Urfa'da böyle bir şey başlıyorsunuz. Lyon'a geliyor misiniz?' dediler. Lyon'a gittik kızlarla. Çok büyük bir başarı hikayesiydi bu." diye konuştu.Dünya'nın ilk 10'una girdim: Demir dünya çapındaki başarısından "Döndüğümüz zaman fuar firması bizi bu projeyle gastronominin en prestijli ödülü, 'Basquw Cullnary World Prize' yarışmasında beni aday gösterdi. 30 ülkede 130 şef arasından Dünya'nın ilk 10'una girdim. Bu büyük bir gurur. Türkiye'den ilk kez böyle bir şef çıkıyor. Ben sosyal gastronomi şefiyim. Benim işim sadece tabak yapmak değil, benim hayatım sadece yemek yapmak değil, o yemeğin insanların hayatlarını ne kadar değiştirdiğini görebilmek." sözleriyle bahsetti. Çok büyük bedel de ödedim: 'Dünyaya neler bırakabilirim' ile ilgili olduğunu anlatan Demir "Mutfağımda bir sürü insan çalışıyor ve bu insanların hiçbir tanesi daha önce turizm veya gastronomi eğitim almış insanlar değil. İyi şeflerim var. Yemeğin lezzeti kadar kaç kişinin hayatını etkilediği ile çok ilgiliyim. Ben 'dünyaya neler bırakabilirim?' ile ilgiliyim. Tarımdan, çiftçiden başlayıp tedarik zincirine ve ondan sonra tüketiciye kadar bir ekosistem yaratmanın ne kadar gerektiğini gördüm. Ağladım, çok büyük bedel de ödedim." dedi.Tümör tespit edildi: Kızının bu süreçte beyninde tümör tespit edildiğini söyleyen Demir "Kızımın büyüğünü göremedim. Hiç geri dönüşlerim olmadı. Hep daha ileriye götürmenin yolunu aradım. Topraktan tabağa'nın hikayesi de çok ilginç ama bir gün bir terslik oldu. Yapmış olduğum yemeği sorgulamaya başladım bu sefer. 5 buçuk yaşındaydı kızım. Kızımın yürüyüşünden tedirgin olan bir doktor bizi nörolojik bir pediatriye gönderdi. Kızımın beyninin sol köşesinde tümör tespit edildi." diye konuştu. Niye benim kızım: Doktorun çaresiz halini gördüğü anı anlatan Demir "Kızım ameliyattan çıkınca ve doktorunun çaresiz halini gördüğüm zaman doktora 'niye benim kızım' dedim, doktor 'artık sadece sizin kızınız değil, her 10 kişiden 6 kişi bu durumu deneyimliyor.' dedi. Doktora 'neden' diye sordum, doktor ise 'nedenini bilsem Nobel alırım ama bildiğim bir şey var. Yediğimiz içtiğimiz her şey demişti. 'Ben her şeyin en iyisini yediriyorum. Cips yedirmiyorum, kola içirmiyorum' dedim, doktor ise 'onunla alakası yok, toprak artık iyi üretmiyor, hava kirli, su kirli' dedi." ifadelerini kullandı.Benim bir şey yapmam lazımdı: Araştırmalar sonucu dehşete kapılan Demir "Ben Mardin'de yaşıyorum sanayisi olmayan bir yer hava ne kadar kirli olabilir ki burada? Toprağı kirletecek kadar? Sonra araştırmaya başladım. Dehşete kapıldım. Benim bir şey yapmam lazımdı. 6 yıl boyunca araştırdım. Birleşmiş Milletler'den 'çok iyi iş yaptınız. Suriyeli mültecileri içine katarak bunu nasıl ileriye götürebiliriz' dediler. Ben aslında arka planda her şeyi hazırlamıştım, tarım yapacaktım. Tek başıma bir şey yapmayacaktım. Herkesi içine alacak bir şey yapmalıydım." diye konuştu.Yerel tohumu kaybetmişiz: Yerel tohum işine giren Demir "Mezopotamya'da 12 bin yıl önce tarım bu topraklarda başlıyor. Avrupa'ya bile 4 bin yıl sonra gidiyor tohum buradan ve biz kendi yerel tohumu kaybetmişiz. Tohumları bulmam lazımdı. GAP tarımsal araştırma enstitüsüne gittim. 'Bu bölgede yetişeni eskiden envanteriniz var bu envanteri ve bu tohumlardan örnek istiyorum' dedim. Çok yardımcı oldular ve bana 11 çeşit tohum verdiler." şeklinde konuştu. Köy köy dolaştık: Birleşmiş Milletler'den destek alan Demir "İki tane kadın ziraat mühendisi buldum çünkü Ankara'nın doğusunda ziraat mühendisleri toprakta kabul görmüyor. Bu insanlar genelde kasiyer olarak çalışıyor ya da bir tohum mağazasında çalışıyorlar. Kendi istedikleri işlerini yapamıyorlar. Köy köy dolaştık. Köylerde bu tohumların 5 tanesini buldum. Hala bununla üretim yapan çiftçiler var. Traktörü olmadan bunları üreten insanlar var. Kendi kendine yetmeye çalışan insanlar. Birleşmiş Milletler'de gıda tarım örgütü yanına gittim projeyi anlattım, 15 dakika sürdü. Ebru hanım biz bu projeyi fonlamak istiyoruz dediler ve fon ayırdılar. İşin şekli sonra çok değişti." ifadelerini kullandı. Ne işin var bu tohumlarla: Kadınlara eğitim verildiğini söyleyen Demir "Bir köy bulduk, bu köydeki kadınlarla konuştuk. İlk aldığım tepki 'ne işin var bu tohumlarla' oldu. Çünkü konvansiyonel tarımdan toprağa artık öldürerek aldıkları verimin onları yaşatacaklarını düşünüyor bu insanlar. 70 tane kadına 'iyi tarım uygulamaları eğitimleri' vereceğiz. Kadınlarla birlikte işte köyde çalışma yapıyoruz." dedi