Dünyanın çivisi çıkıyor!
Abone olDünya kapitalizmi, küreselleşme ile birlikte tam bir eksen kayması yaşıyor.
İki hafta önce Fransa'da iş yasası için başlayan gösteriler,
genel grevle sonlanan toplumsal bir başkaldırıya dönüştü. Avrupa
kendisine yeni bir yol arıyor. Esasında bu arayış yalnız Fransa'da
değil, tüm Avrupa'da uzunca bir süredir var. Dünya kapitalizmi,
küreselleşme ile birlikte tam bir eksen kayması yaşıyor.
Üretim, Batı'dan ücretlerin ve kaynakların daha ucuz olduğu Doğu'ya
kayarken, Batı'nın sarsılmaz sanılan refahını da yerinden
oynatıyor. Öte yandan küreselleşme, bölgesel eşitsizlikleri daha da
artırıyor. Sermaye belli noktalarda belli ellerde giderek artan bir
hızla toplanıyor. Artık İtalya'nın güneyi, İspanya'nın Bask'ı,
İrlanda'nın kırları, Türkiye'nin doğusu eskisinden daha yoksul,
daha işsiz. Metropoller bu yüzden yoğun göç alıyor. Paris'in
banliyöleri Kuzey Afrikalı, Hintli, Çinli, Türk genç göçmenlerle
dolu. Ama aynı şey Berlin'de de, New-York'da da, İstanbul'da da
var. Artık ABD ve Avrupa dış ticaret açığı veriyor, yani daha az
üretip daha çok tüketiyorlar. Tükettikleri de Doğu'dan geliyor.
Onların tükettiklerini üreten Doğu, doğrudan sermaye girişleri ile
büyüyor ama bu büyüme, çarpık gelir dağılımını daha da çarpıtmaktan
başka bir işe yaramıyor.
Batı, 150 yıldan beri ilk defa dünya GSMH'inde yüzde 50'nin altına
düştü. Kısaca dünyadaki eşitsizlik artıyor ama eski geleneksel
gelişmiş uluslar - azgelişmiş uluslar ayrımı giderek tarihe karışma
yolunda. Bunun yerine bölgesel eşitsizlik ve yoksullaşma geçiyor.
Bu önemli bir değişim. Dünyanın çivisini yerinden çıkartacak kadar
önemli bir değişim. Yani Paris'in banliyösündeki işsiz göçmen ne
kadar endişeliyse, İstanbul ve MeksikoCity'deki işsiz de o kadar
endişeli ve çaresiz. Hiç şüphesiz Batı'daki kişi başına düşen milli
gelir ile Doğu arasında halen çok büyük fark var; altyapı ve diğer
sosyal hizmetlerden yararlanma imkânları da şimdilik kıyaslanamaz
ama ulusların eşitsizliğinden bölgelerin eşitsizliğine geçiş bir
küresel eğilim ve artarak devam ediyor. Sermaye kendine ulusal
pazarlar yerine kıtasal pazarlar yaratıyor ve bu kıtasal pazarların
merkezlerinde birikiyor. Yani artık ulusal pazara ihtiyacı yok ve
bu yüzden onun her köşesine gitmek gibi bir külfeti de olmuyor.
Tabi devlet de oralara sosyal yatırımları yapmak gereğini güvenlik
saiki dışında duymuyor. Örneğin Diyarbakır 1965 yılında GSMH'deki
payı açısından 43. sıradaymış. Bugün Diyarbakır 81 il içinde 63.
sırada. Diyarbakır 1965 yılında, milli gelirden yüzde 0.78 pay
alırken, nüfusu 400.000 bin, 2000 yılı itibariyle Diyarbakır'ın
milli gelirden aldığı pay yüzde 1.15, nüfus ise 1.362.708.. Bir
ilginç rakam daha; Kırklareli 1965 yılında Diyarbakır'la aynı
sırada, 2000 yılında Kırklareli 11. sırada, Diyarbakır ise 63.
sırada. Günümüzden devam edelim; Diyarbakır nüfus açısından 10.
ilimiz; yine Diyarbakır, okur yazar nüfusu açısından 75., on bin
kişiye düşen hekim açısından 55., ilköğretim okullaşma oranı
açısından 49. sırada. Diyarbakır bebeklerin en çok öldüğü 8. il. Bu
rakamları çoğaltabiliriz, bu rakamlar tabi yalnız Diyarbakır'la
bitmiyor. Tüm bölge illeri aynı durumda. Türkiye'de resmi işsizlik
rakamı yüzde 11 ama bu oran Doğu Anadolu'da yüzde 25'lere kadar
çıkıyor. Yani her dört kişiden biri işsiz. Hiç şüpheniz olmasın bu
önümüzdeki günlerde daha da artacak. Bu anlamda Diyarbakır'da geçen
hafta olup bitenlere, herkesin, bu rakamların çerçevesinde
bakmasında yarar var. Diyarbakır'da 12 bin civarında sokak çocuğu
olduğu söyleniyor. Bu çocuklar, sürekli göç alan ve hane başına 5
çocuğun düştüğü bir kentteler ve bu kent okullaşma oranı açısından
49. sırada. Gösterilerde o çocuklardan ikisi başından vurularak
öldürüldü. İşte bu durum çivinin çıktığı andır. Siz ilkokula
yollayamadığınız bir çocuğu, taş atıyor diye başından vurup
öldürüyorsanız çiviniz çıkmıştır. İstanbul'da okur-yazar oranı
yüzde 93.39, Diyarbakır'da yüzde 69,57. Elde edilen gelirde de
İstanbul iki kat önde. Yani her açıdan aradaki fark iki kat. Bu
farklılık ulusal bir bütünlüğü değil, bir ayrışmayı anlatıyor. Ama
yukarıda vurguladığımız gibi bu ayrışma tüm dünyanın sorunu artık.
Uluslar birbirine yaklaşırken, o ulusların gelişmiş bölgeleri ile
gelişmemiş bölgeleri arasındaki fark artıyor. Yalnız Türkiye'de
değil, tüm dünyada yeni bir döneme giriyoruz...
DÜNYA
FAİZ VE SİLAH
AMERİKA'da FED bekleneni yaptı ve faizleri 0.25 puan artırarak
4.75'e çıkardı. Kıtasal merkez bankaları likiditeyi çekmek
konusunda kararlı gözüküyorlar. Bunun dışında Amerikan hazine
kağıtlarının 10 yıl vadeli olanları da 4.80'i buldu. Petrol
fiyatları yine yüksek; 66 dolar seviyesinde olan varil fiyatı
önümüzdeki haftalarda 68 seviyesini test edecek. Bu rakamlar şu
gerçeği bize söylüyor: Amerika, güçsüz ekonomisini ve doları, faiz
ve petrolle ayakta tutmaya devam edecek. Bunun için de, başta
Ortadoğu olmak üzere, gerilim ve savaş politikasını uzunca bir süre
daha bırakmayacak. Japonya, Merkez Bankası'nın da desteğiyle eski
günlerine dönmek üzere.
Nikkei geçen hafta rekor üstüne rekor kırdı. Öte yandan FED'in
desteğini arkasına alan Nasdag da tüm hafta boyunca başarılı bir
performans sergiledi. Dünya borsaları merkez bankaları ile birlikte
hareket ediyor artık. Brezilya, Türkiye gibi piyasalardan para
çıkışı oldukça temkinli.Yerel paralar geçen hafta bir parça değer
kaybettiler ama bu piyasalarda yabancılar uzun vadeli pozisyon
aldığı için sert çıkışlar olmuyor. Önümüzdeki günlerde de
beklenmemeli. FED hâlâ enflasyondan korkuyor. Aslında bu korku
doları eskisi gibi satamama korkusu. Bunun için de tüm dünyayı
faizleri artırmakla tehdit ediyor. Amerika kendisini ayakta
tutabilmek için zaten iki şeye başvuruyor; faiz ve silah...
TÜRKİYE EKONOMİSİ...
TÜRKÜM, İŞSİZİM, BÜYÜYORUM.. İLKÖNCE işsizlik rakamları geldi.
Resmi işsizlik oranımız yüzde 11.2. Ancak bu rakam hem tarımda hem
de kentlerde daha yüksek. Yalnız tarım da 2 milyon kişi işsiz
kalmış. İşsizliğin hem sanayide hem de tarımda artan bir eğilime
girdiğini söyleyebiliriz. İşsizliğin artacağını herkes bekliyordu
ama 2005'in son çeyreğinde 10.2 büyüme kimse beklemiyordu. Kısaca
Türkiye 2005 yılında 7.6 büyümüş oldu. 2004 deki 9.9 luk büyüme
gibi olmadı ama yine de parmak ısırtacak bir gelişme. Bu arada kişi
başına düşen gelir de 5.080 doları buldu. Bu rakamlar doğru mu;
doğruysa neyi ifade ediyor?. Bir kere rakamlarda TÜİK'in bir
revizyonu olsa da Türkiye'nin büyüme rakamları her sene şaşırtıcı
ve yüksek geliyor. Ve bu büyüme istihdama daha sonra da genel
refaha yansımıyor. Örneğin sanayideki büyüme rakamları verimlilik
artışından kaynaklı. Geçen sene sanayideki büyümenin istihdama
katkısı yok denecek kadar az. 2005 deki büyüme ulaştırma, inşaat
gibi istihdam sağlamayan sektörlerden geçiyor. Kurun elverişli
olması dolayısıyla artan ithalat hizmet ve yan sektörleri sıçrattı.
Öte yandan ocak-şubat dış ticaret açığı 7.2 milyar dolar olarak
gerçekleşti. Dış ticaretten gelen kanama sürüyor. Bu bir ölçüde
nasıl büyüdüğümüzü de gösteriyor. Dış açığı nasıl finanse ediyorsak
öyle büyüyoruz. Borçlanarak. Bir de bize nasıl böyle büyüdüğümüzü
anlatan bir başka veriye bakalım; Forbes'un dünyanın halka açık
önde gelen 2000 şirketi arasında 14 Türk şirketi de var. Bu 14
şirketten beşi banka, biri finans, üçü holding; yani Türkiye'nin en
kârlı ve büyük şirketleri teknoloji ve sanayi alanında değil. Mal
varlıkları, piyasa değeri ve kârlılık açısından Türkiye, dünya ile
ancak finans alanında yarışıyor. Borsadaki en kârlı şirketler banka
ve finans şirketleri. Bunun en büyük nedeni Türkiye'nin bu büyümeyi
son on yıldır sıcak para ve sermaye hareketlerinden sağlaması.
BORSA.
YABANCI TEDİRGİNLİĞİ.. BORSA, iki ay önce bulduğu 45000
seviyelerinden çok uzak. Merkez Bankası belirsizliği, Diyarbakır
olayları, Sosyal Güvenlik Yasası'nın gecikmesi ve IMF'nin dikkat
sinyalleri vermesi borsanın geri saymasının içteki nedenleri. Dışta
ise FED'in faiz konusunda ısrarlı ve kararlı tutumu ve diğer merkez
bankalarının da bunu takip edeceğinin anlaşılması Türkiye, Brezilya
gibi piyasaları olumsuz etkiliyor. Nitekim B0-VESPA'da İMKB kadar
olmasa bile, iki haftadır toparlanamıyor. Bu haftayı 42.911
seviyesinden kapatan İMKB, önümüzdeki hafta yine 43000 de tutunmaya
çalışacak. Öte yandan yabancı yatırım bankalarının iki üç hafta
önceki "al tavsiyeleri bugün tut ve sat" şeklinde. Merkez Bankası
tedirginliği yabancılarda bizim sandığımızdan daha fazla. Çünkü
Merkez Bankası "bağımsızlığı" olmadan borsanın da doğru dürüst
işleyemeyeceğini düşünüyorlar. Morgan Stanley, Deutsche
Bank, JB Morgan söz birliği etmişçesine yayınladıkları raporlarda
aynı konuya vurgu yaparak önümüzdeki günlerde alım önermediler.
Ancak yine de İMKB'nin yüzde 66'sı yabancıların elinde ve yabancı
oranının aynı seviyede kalacağı, ama önümüzdeki bir ay içinde de
girişin pek fazla olmayacağı söylenebilir. Yabancılar bekle gör
politikasına devam edecekler.
PARA VE FAİZ..
MERKEZ ŞAŞKINLIĞI.. MERKEZ Bankası Başkam'nın belli olmaması en çok
para ve faiz politikasını etkileyecek gibi. Faizler 14 seviyesini
gördü, ancak oradan dönerek 13.95'lerde kaldı. Para Kurulu ise daha
da kafaları karıştırdı. Tüm dünya faiz yükseltme ya-rışındayken
faizlerin düşme ihtimali, yükselme ve sabit kalma ihtimalinden daha
yüksek deyiverdi. Tamam hükümetin ve muhtemelen yeni Merkez Bankası
Başkam'nın faiz düşürme konusunda ısrarı olacak; ama insan bunu
yapıp yapamayacağını anlamak için başını kaldırıp etrafına bir
bakar. Para Kurulu çok erken davranıyor. Bileşikler 14'ü görmüşken
Merkez Bankası'nın faiz düşürme hevesi pahalıya mal olabilir. Dolar
önümüzdeki hafta yine 1350 seviyesini test edecek. Altın 582'de.
Avro değer kazanıyor. Petrol 66 seviyesinde, 68 kritik eşik.
Bileşiklerde, Merkez Bankası, Diyarbakır gerginliklerine ve IMF'nin
"bu işler olmuyor" fırçası eklenirse 14'ün de üstünü
görebiliriz.
Birgün