Avrupa’nın her köşesinde karşı karşıya gelmiş kalabalıklar,
birbirlerinden belli ki oldukça nefret eden insan gurupları,
yaşları farklı cinsiyetleri medeni durumları farklı ama aynı
ülkenin sınırları içinde kader birliği yapmış ülkenin
vatandaşları.
Ortak kader birlikleri hatta tarih geçmişleri de aynı ama
birbirlerine düşmanca saldırıyorlar yakıyorlar yıkıyorlar.
Bir sene öncesinden hayal edemedikleri gerçekleri
yaşıyorlar.
Belki de aynı sokakta, birlikte yaşadıkları apartmanın kapsında
birbirlerine ne çok nazik davranıp günaydınla tebessümü
yolladılar.
Ama bugün elinde ne varsa diğerine fırlatıyor, ölümünü
istercesine arabasına Molotof atıyor yanmasını sabırsızlıkla
bekliyor. Diğeri yetmiş yaşındaki kadını asfalt üstünde zımpara
yaparcasına sürtmekten hiç geri kalmıyor.
Aralarında en büyük fark biri düzenin savunucusu, kendini devlet
sanan diğeri düzene koşulsuz uymakla zorunlu olduğu düşünülen halk,
vatandaş
Bu gün ikisi de sınır tanımadan kıyasıya kavga halindeler.
Sorun ne?
Sorun çok eskiden miras yöneten ve yönetilen arasındaki uyum
problemi
Devlet bir yaşam alanı oluşturuyor bu alan yaşayanlara dar
geliyor, dert sıkıntı ve gelecek korkusu veriyor.
Kısacası bu gün yaşananlar Arap baharı denen başkaldırıdan hiç
farkı yok. Bu toplumsal bir haykırış bu sesin davranışa geçiş
durumudur. Söylemlerin bitip eylemlerin başladığı bir andır.
Bastırılır ya da bastırılmaz nereye gider onu bilmem ancak
bildiğim tek şey yönetimin adına ne dersen de ileri demokrasi ya da
monarşi hiç fark etmiyor, insanını mutlu edemiyorsan nefret duygusu
hakim oluyor.
Demokrasi sadece devleti düzeni koruyan, geçmişin kalın duvarlı
kalelerinden farkı yoksa elinde iğne kadar küçük aletlerle o
duvarları yıkmaya çalışanlar olacaktır.
Kritik çizgi bir arada tutmaya çalıştığın insanları koyun gibi
gütmeye, kaderini üç beş şarlatanın insafında uygulanmayan
yasaların elinde hapsetmeye çalışırsan, içeride kendini çaresiz
hisseden her birey buna savaş açıp, kontrolsüz toplum
psikolojisiyle kendini bile tanıyamaz ve ölümüne başkaldırır.
Bu isyanlar her dönem oldu hatta Fransız ihtilalinde bir devir
kapandı ve yenisi başladı. Süreç sanki kendini tekrarlıyor.
Yaşanan süreç küresel depremler öncesi artçı sarsıntıdır,
yenidünya düzeni için kendine uygun zemin aramaya devam
edecektir.
Dünyanın gittiği tarafı iyi okumak lazım, mevcut yaşlanmış
politika ve yönetim biçimleri artık insanları avutamıyor. Yoksulluk
sınırında yaşayan insan sayısı hızla artarken dünya sermayesinin 5
ülke ve 20 ailenin elinde tutuyor olması, geriye kalan tüm
insanların bu haksız dağılıma sessiz kalması düşünülemez.
Ayrıca savaş stres bulaşıcı hastalık gibidir. Tüm insanların
ruhlarına girer ve beden buna tepki verir, dört yıldır dünyada
yaşanan kanlı savaşların mezbaha da boğanın kan görüp etrafa
saldırması kadar doğal ve masumdur.
Sorun küreseldir dünyanın sorunudur. Dünya öyle bir hastalık
üretti ki bundan her ülke nasibini alacaktır. Kolera salgını gibi
sinsi ve hiç beklemediğiniz anda çok korunduğunuzu sandığınız
sınırlarınızı aşar ve gelir. Uyuduğunu sanırsınız ama kıvılcımı hiç
bitmeyen közün ateşe dönmesi kadardır, yeniden yangının sarar her
yanı.
Aşırı baskı aşırı vergi, aşırı yoksulluk, en kötüsü de yönetime
güven duygusunun bitmesi, Halka kötü muamele, ayrımcılık,
kaynakların hırsızların elinde yok olması.
Kısacası devlet adına özgürlüklerin kısılmaya başladığı an
startını verdiğiniz halk hareketinin başlangıç çizgisidir.
Fransızların bu eylemlerin arkasında Türkiye var demesi kadar
saçmaydı, gezi eylemin de yabacı işbirlikçi aramak.
Buna benzer eylemler bizde de olacaktır, bundan korkup gerilmek
yerine kulak vermek lazım. Gezi eylemini de ilk başlarda halk
hareketi olarak başlamış gibi görse de, Türk bayrağının yanında pkk
bayrağını içine sindiremedi de halk.
Siyasi bir eylemin halk hareketi olmadığı anlaşıldı.
Bu gün Avrupa’da insanlara güvenlik güçlerinin uyguladığı
orantısız gücü eleştirirken iğneyi birazda kendimize batırmalıyız.
Kendi hatalarımızı başkalarında görünce sevinmek ya da diren Paris
demek ikiyüzlü kokuşmuş çorap olmamaktan kurtarmaz bizi.
Ancak uyarmalıyım ki bu ülke güneş altında ot yığını kadar her
an parlamaya hazır harman yeridir, çünkü basiretsiz yöneticiler bu
yığına kırıp döktükleri cam parçalarını taşımaya devam
etmekteler.