Dünya hali

savaşmak bulaşıcıdır

Abdullah YILMAZ krmistanbul@gmail.com

Avrupa’nın her köşesinde karşı karşıya gelmiş kalabalıklar, birbirlerinden belli ki oldukça nefret eden insan gurupları, yaşları farklı cinsiyetleri medeni durumları farklı ama aynı ülkenin sınırları içinde kader birliği yapmış ülkenin vatandaşları.

Ortak kader birlikleri hatta tarih geçmişleri de aynı ama birbirlerine düşmanca saldırıyorlar yakıyorlar yıkıyorlar.

Bir sene öncesinden hayal edemedikleri gerçekleri yaşıyorlar.

Belki de aynı sokakta, birlikte yaşadıkları apartmanın kapsında birbirlerine ne çok nazik davranıp günaydınla tebessümü yolladılar.

Ama bugün elinde ne varsa diğerine fırlatıyor, ölümünü istercesine arabasına Molotof atıyor yanmasını sabırsızlıkla bekliyor. Diğeri yetmiş yaşındaki kadını asfalt üstünde zımpara yaparcasına sürtmekten hiç geri kalmıyor.

Aralarında en büyük fark biri düzenin savunucusu, kendini devlet sanan diğeri düzene koşulsuz uymakla zorunlu olduğu düşünülen halk, vatandaş

Bu gün ikisi de sınır tanımadan kıyasıya kavga halindeler.

Sorun ne?

Sorun çok eskiden miras yöneten ve yönetilen arasındaki uyum problemi

Devlet bir yaşam alanı oluşturuyor bu alan yaşayanlara dar geliyor, dert sıkıntı ve gelecek korkusu veriyor.

Kısacası bu gün yaşananlar Arap baharı denen başkaldırıdan hiç farkı yok. Bu toplumsal bir haykırış bu sesin davranışa geçiş durumudur. Söylemlerin bitip eylemlerin başladığı bir andır.

Bastırılır ya da bastırılmaz nereye gider onu bilmem ancak bildiğim tek şey yönetimin adına ne dersen de ileri demokrasi ya da monarşi hiç fark etmiyor, insanını mutlu edemiyorsan nefret duygusu hakim oluyor.

Demokrasi sadece devleti düzeni koruyan, geçmişin kalın duvarlı kalelerinden farkı yoksa elinde iğne kadar küçük aletlerle o duvarları yıkmaya çalışanlar olacaktır.

Kritik çizgi bir arada tutmaya çalıştığın insanları koyun gibi gütmeye, kaderini üç beş şarlatanın insafında uygulanmayan yasaların elinde hapsetmeye çalışırsan, içeride kendini çaresiz hisseden her birey buna savaş açıp, kontrolsüz toplum psikolojisiyle kendini bile tanıyamaz ve ölümüne başkaldırır.

Bu isyanlar her dönem oldu hatta Fransız ihtilalinde bir devir kapandı ve yenisi başladı. Süreç sanki kendini tekrarlıyor.

Yaşanan süreç küresel depremler öncesi artçı sarsıntıdır, yenidünya düzeni için kendine uygun zemin aramaya devam edecektir.

Dünyanın gittiği tarafı iyi okumak lazım, mevcut yaşlanmış politika ve yönetim biçimleri artık insanları avutamıyor. Yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı hızla artarken dünya sermayesinin 5 ülke ve 20 ailenin elinde tutuyor olması, geriye kalan tüm insanların bu haksız dağılıma sessiz kalması düşünülemez.

Ayrıca savaş stres bulaşıcı hastalık gibidir. Tüm insanların ruhlarına girer ve beden buna tepki verir, dört yıldır dünyada yaşanan kanlı savaşların mezbaha da boğanın kan görüp etrafa saldırması kadar doğal ve masumdur.

Sorun küreseldir dünyanın sorunudur. Dünya öyle bir hastalık üretti ki bundan her ülke nasibini alacaktır. Kolera salgını gibi sinsi ve hiç beklemediğiniz anda çok korunduğunuzu sandığınız sınırlarınızı aşar ve gelir. Uyuduğunu sanırsınız ama kıvılcımı hiç bitmeyen közün ateşe dönmesi kadardır, yeniden yangının sarar her yanı.

Aşırı baskı aşırı vergi, aşırı yoksulluk, en kötüsü de yönetime güven duygusunun bitmesi, Halka kötü muamele, ayrımcılık, kaynakların hırsızların elinde yok olması.

 Kısacası devlet adına özgürlüklerin kısılmaya başladığı an startını verdiğiniz halk hareketinin başlangıç çizgisidir.

Fransızların bu eylemlerin arkasında Türkiye var demesi kadar saçmaydı, gezi eylemin de yabacı işbirlikçi aramak.

Buna benzer eylemler bizde de olacaktır, bundan korkup gerilmek yerine kulak vermek lazım. Gezi eylemini de ilk başlarda halk hareketi olarak başlamış gibi görse de, Türk bayrağının yanında pkk bayrağını içine sindiremedi de halk.

Siyasi bir eylemin halk hareketi olmadığı anlaşıldı.

Bu gün Avrupa’da insanlara güvenlik güçlerinin uyguladığı orantısız gücü eleştirirken iğneyi birazda kendimize batırmalıyız. Kendi hatalarımızı başkalarında görünce sevinmek ya da diren Paris demek ikiyüzlü kokuşmuş çorap olmamaktan kurtarmaz bizi.

Ancak uyarmalıyım ki bu ülke güneş altında ot yığını kadar her an parlamaya hazır harman yeridir, çünkü basiretsiz yöneticiler bu yığına kırıp döktükleri cam parçalarını taşımaya devam etmekteler.