Dünü ve bugünüyle Can Dündar!

Abone ol

Yaptığı belgesellerle olay yaratan Can Dündar, hayatından bahsetti. Dündar, kendisine kötü kalpli diyen Serdar Turgut'a da cevap verdi. İşte dünü ve bugünüyle Dündar:

Bediüzzaman'ın yaşadıkları insana 'Vay Canına' dedirtiyor

Kendisine onca tanım içinden ‘gazeteci’ sıfatını seçen Can Dündar’ı her ne kadar belgesellerindeki ciddi yüz ifadesinden hatırlıyorsak da sohbet anında şen şakrak olabilen birisi. Hatta evde de kelimenin tam anlamıyla çocuğuyla çocuk oluyormuş. Şaşkınlığım bunlarla sınırlı değil. Dündar saçına 40 yıldır tarak değdirmiyor, el yordamıyla hallediyormuş.
     

Can Dündar kimdir; araştırmacı, tarihçi, televizyoncu, yazar, gazeteci, belgeselci mi yoksa aşk gurusu mu?
     

(Gülüyor) Önce gazetecidir. Diğer tanımlar onun üzerine inşa edilmiş, yakıştırılmış, bir kısmı da uydurulmuş şeyler. Allah kimseye aşk gurusu gibi bir mertebe vermesin. Aşkı karnımda gezdiren biri olarak aşk gurusu değil, kanguru olabilirim. (Gülüşmeler)
     

Düşündüğünden çok gördüğünü yazan birisisiniz. Bilgi sahibi olduğunuz şeyler araştırmak için okuduklarınızla mı sınırlı?
     

Bu büyük oranda gazetecilikten yazarlığa geçişin sıkıntıları. Ben hâlâ kendimi gazeteci olarak görüyorum, gözlem öne çıkıyor. Ama tabii bir yazardan beklenen düşünsel şeylerdir. Kamuoyunun çok bilmediği akademik yönüm var. Halen ODTÜ’de medya üzerine master düzeyinde ders veriyorum. Çizgi roman da okurum. Hatta oğlum Ege ile beraber yazdığım bir de çocuk kitabım oldu. Telif gelirini beraber yedik.
     

Milliyet’teki yazılarınız hep hayatın pozitif yönlerine bakan birisinin kaleminden çıkmış izlenimi veriyor. Oysa pozitif olanı seçtiğinizi düşünüyorum. Gazetecilik negatif olana yoğunlaşmaz mı?
     

Belki refleks olarak onları görme alışkanlığım vardır. Ben insanlığın iyiye gidebileceğine inanan bir görüşteyim. Medyanın ‘her şey felakete gidiyor’ halini yaymasının çok ciddi sonuçlar yarattığını düşünüyorum. Hayat öyle bir şey değil. Peş peşe felaket haberlerini arka arkaya dizmek insanları otorite ve faşizan bir değnek arayışına itiyor.
     

Köşenizin ismi neden yalnızlığı çağrıştıran ‘Ada’?
     

Yalnızlıktan ziyade, ana karadan kopuk ve bağımsız olmayı çağrıştıran, başka dünyanın mümkün olduğunu gösteren bir şey. Yalnız değilim, çok da hazzetmem.
     

Bir adaya düşseniz yanınıza kesinlikle almayacağınız ilk üç şey?
     

(Düşünüyor) Ne zor sorulardır bunlar Allah’ım! Benim için en zor şey bir şeylerden vazgeçmek. Bu soruda bile hayatımdan üç şeyin eksik olmasını kabullenemedim. (Gülüşmeler) Serdar Turgut’u bile okumak isteyeceğimi düşünüyorum.
     

Yazıları en çok forward edilen yazarlardansınız. Forward’ların melankolik efendisi olmak ve kadınlar tarafından okunmak nasıl bir duygu verir insana?
     

(Gülümsüyor) Sonuçta insanlarda duygudaşlık yaratmak için yazıyoruz. Sanal tarikata dönüşmemesi kaydıyla insanların bunu başkalarıyla paylaşmasında sorun yok. Ama bunu sadece kadınlar yapar yaklaşımını yazarlık açısından sınırlayıcı bulurum. Maço olmamaya çalışan bir yazarım, maçolardan da hiç hazzetmem. Çünkü kadınlar içinde büyüdüm. Aile, halalar, teyzeler, hala-teyze kızları... Gezmeler, içmeler, kaplıcalar filan... (Gülüşmeler) Dolayısıyla kadın tabiatına yatkın olduğumu düşünüyorum.
     

E-postamıza neredeyse her gün bir yazınız düşünce, imzanızın ‘Fwd: Can Dündar’ olduğunu düşünüyor insan. Her gün birinin yazısının size gelmesi bir gıcıklığa yol açmaz mı?
     

Buna hak vermemek mümkün mü? Bana da kalpli, çiçekli yazılar geldiği zaman siliyorum. Son dönemde bu nedenle az yazdığımı fark ettim. Bir süre sonra internette aşk yazıları dolaşan bir adam oluyorsunuz. Ama sizin yeniden yazmamanız bunu etkilemiyor, eski yazılar dolaşıyor. (Gülüşmeler) İnternet ile başım dertte. Sinir bozucu, tehlikeli bir şey, o kaos ortamında yazılarım çarpıtılmış, kısaltılmış olarak ya da başkasının imzası ile geziyor. Yayılan bir yalanı toparlamanın imkanı yok. Bu yüzden şimdi web sitesi yaptırıyorum.
     

Arkadaşına Can Dündar yazılarıyla birlikte kedi, kalp resimleri göndermeye başlayan biri orta yaşı geçmiş midir?
     

(Gülüyor) Bizim gençliğimizde hazır şablon aşk mektubu vardı. Ben de bazen onu hissediyorum, bir tür hislere tercüman olma hali. Ama başka tercüme bürolarının da olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Tek bir dile tercüme edilmek rahatsızlık verici.
     

Eşiniz de yazılarınızı forward eder mi?
     

Yok öyle bir şey yapmaz. O tür yazılarımı sevdiği kanısında değilim, çok takdir ettiğini düşünmüyorum. Eşim daha ciddi şeyler okur. (Gülüşmeler) Onun okudukları ile kendi yazdıklarımı kıyaslayınca mahcup oluyorum.
     

Serdar Turgut, ‘Kötü kalpli olduğum için Can Dündar’ın yazılarını okuyamıyorum.’ diyor. İyi kalplilerin yazarı mısınız?
     

Bu, kötülere özgü bir özelliktir belki. Beni Serdar Turgut’un diline düşürenler kahrolsun. İnternet bir süre sonra hataları düzeltmeye çalıştığım bir yere dönüştü.
     

Orta yaşını geçmiş bir baba olarak kendinizi eşinize mi, yoksa çocuğunuza mı yakın bulursunuz?
     

Erkeklerin çocuk, çocukların da politikacı olduğunu düşünüyorum. Hangi çıkar çevresiyle ilişki kurabileceğini bilir çocuk. Erkeklerin çocuk olduğunu, hiç büyümediklerini düşünüyorum.
     

Ama bir yazınızda da kadınların çocuk olduğunu savunuyordunuz?
     

Ha o benim yazım değil mesela, internette dolaşıyor ama. (Gülüşmeler) Oğlumla ikinci çocukluğumu yaşıyorum. Çocuk sahibi olmuş erkek, çocukluğundaki bir sürü eksik şeyi telafi eder, ben tam olarak onu yaşıyorum. Kadın büyütme refleksli yetişiyor. Erkek ise şımarık ve oyuncu. Ben de evde çocuğum.
     

Show TV’nin anchorman’lik teklifini, haber saati oğlunuz Ege’nin banyo saatine denk geldiği için mi reddettiniz?
     

Dillendirmeyi ayıp buluyorum. Dışarıdan anchorman’lik çok önemli görülebilir; ama benim için bir kanalda haber sunmak cazip değil. Teklif geldiği dönemde oğlum da olmuştu, oğlumun büyümesini görmek istedim. Ali Kırca’nın ya da Reha Muhtar’ın göremediğini düşünüyorum. Çocuğunuzun banyo halini bir daha yaşama şansınız yok, haber bültenini şimdi de sunabilirim. Çalışmak bizi en temel insani özelliklerimizden mahrum ediyorsa manası yok.
     

İnsan sizi Ankara’ya da pek yakıştıramıyor, İstanbul’da yaşadığınızı sanıyor. İstanbul’la alıp veremediğiniz ne?
     

İstanbul’u seven biriyim, orada yaşamak da isterim; ama çalışma koşullarını sevmiyorum. Biz Ankara’da yürürken sırtımızı duvara dayamak zorunda değiliz. Şehir büyüdükçe hançerler daha çok ışıldar. İstanbul’da yaşamak için hırs gerekir, benim o kadar hırsım yok. Hayat burada daha kolay; ama bir yazar için Ankara’da olmak eksikliktir. Hem buradaki huzuru hem de İstanbul’daki kaosu isteyen biriyim, hayatın her dakikasında debeleniyorum. Bunu kaybediş olarak görmeye başlarsanız daha çok acı veriyor.
     

Can Dündar’ın saçları neden hep dağınık, pantolonları ütüsüz?
     

40 yıldır saçıma tarak değmiyor. El yordamıyla hallediyorum. (Gülüşmeler) Giyim kuşamla da alakam yok. Bir pantolonla bir ay gezdiğim olmuştur. O yüzden TV’ye uzağım. TV bana neyi giymem gerektiğini empoze eden bir alet. Fikir bazına gelmeden çelişiyoruz daha. Yetiştirilme hatası olduğu için evde ampul takamayacak kadar beceriksizim.
     

Her başarılı erkeğin cüzdanında bir kadın mı vardır?
     

Vardır, bende yüzde 100 var. Evlenmeden önce bütün kazandığımı çarçur eden bir adamdım. Eşim göçmen, neyim olduysa evlendikten sonra oldu.
     

Eşiniz sizi ‘boncuğum’ diye mi seviyor?
     

(Gülüyor) O değil; ama ben ona diyorum.
     

Hangi belgesel üzerine çalışıyorsunuz?
     

Neşet Ertaş belgeseli montaj aşamasında. Mülkiye belgeselini bitirmek üzereyiz. Bu kadar Atatürk lafı edilen bir ülkede Atatürk belgeseli bile henüz yapılamadı. Said-i Nursi üzerine bir teklif var, ona da çalışıyoruz.
     

Bediüzzaman’ın sizin için belgesel değeri taşıyan özelliği nedir?
     

Ayrıntıları çok tartışmak istemem; ama İslam’ı ele alış biçimi ideolojik olarak beni ilgilendirdi. Medreseden esarete uzanan bir hayatı var, dünyanın neresine gitseniz bu bir belgesel konusudur. Bakıyorsunuz hem I. Meclis’te var, hem padişahın yanında hem de Adnan Menderes ve askerî dönemde var. Görüşlerini yayış biçimi de önemli. Bugünün internet koşullarında gerçekleştirilebilecek bir şeyi o dönemin zor şartları içinde yapmış birisi. Birçok açıdan bugüne kadar çoktan yapılması gereken bir belgesel. Düşünce sistematiğini anlamak için çok şey okumak lazım. Yazılarına kapandığın zaman da sizi çok ayrı dünyalara götürüyor. Öte yandan ne yaşadığını anlamak için de çok az belge var. Bir yanda onu baş tacı edenler, bir yanda nefret edenler var. Bugünün siyasetine ciddi yansımaları olan birisi. Onu gerçekten yaşadığıyla anlattığınız zaman ‘vay canına’ dedirtiyor. Kaç kişi onun Meclis’te konuştuğunu, Atatürk’le diyaloglarını bilebilir ki? Bugünün Türkiye’sinde ona inanan insanlar ve devam eden bir gelenek var. Bu açılardan çok etkileri olacağına inanıyorum, yeter ki hakkıyla yapalım.
     

Belgesel şu an hangi aşamada?
     

Bir yıldır görüşüyoruz. Bir ay öncesinde Mardin, Siirt, Urfa ve Van bölgelerini gezdik, mekanları gördük, kabaca çekimlerini yaptık. Doğrusu, bunu yapmayı çok arzu ediyordum. Türkiye’nin tarihinde önemli bir isim. Fakat efsane ve tevatür çok. Onları ayıklayıp gerçeğe ulaşmada sorunumuz var. Biz de kendi araştırmamızı yapıp kendi gözlemimizi de ortaya koyalım istedik. İlk elden tanıklara ulaşmaya çalışıyoruz. Yaptığımız zaman dört başı mamur, belgeye dayanan bir belgesel olacak.
     

Elinizdeki fiziki şartlarla, Bediüzzaman’ın yaşadığı metafizik halleri nasıl aktarmayı düşünüyorsunuz?
     

Biyografi yanını ön plana çıkarmaya gayret ediyorum. Ne yaşadığını anlatıp, düşünce sistematiğini, söylediklerini uzmanların da yardımıyla hayat hikayesinin içine yerleştirmeyi amaçlıyorum. Biz burada daha çok yaşadıklarını anlatmak derdindeyiz. Mezarının açıldığı gün orada olan gazeteciden tutun da ölürken başındaki insanın tanıklığına başvurarak gerçek anlamda ne yaşadığını fotoğraflamaya gayret ediyoruz. Biyografide ciddi bir yol aldık. Önümüzdeki yıl hazır olur, biter.
     

Belgesel, akbabalık duygusu yaratıyor
     

Bugüne değin kaç belgesel çektiniz, belgesel çekmenin sıkıntıları nedir?
     

İnanın bilmiyorum, 15 yıldır yapıyoruz. Her sene birkaç belgesel yapıyoruz, bazısı 20 bölüm. Hiçbirinde tatmin olmadım. Çünkü her gün yeni belge ve tanıklar çıkıyor, geriye dönüp bakınca eksikleri görüyorsunuz. Bu ülkenin ve problem olan konuların doğru dürüst belgeseli yok. Söylemde ve belgeye ulaşmada sıkıntı var. CHP’nin belgeselini yapayım deseniz, onun bile arşivi yok. Her şeyi belgeleme hastalığı, akbabalık duygusu yaratıyor. Benim ev belgeyle dolu.
     

Sizin belgeseliniz çekilse neyi merak ederdiniz?
     

100 yıl öncesi ile 100 yıl sonrası arasında nereye oturduğumu bilmek isterdim.
     

Özel belgesel siparişleri oluyor mu?
     

Yeni yetme bir pop sanatçısı ‘parasını vereyim, belgeselimi yap’ diyor. Ailelerinin ya da şirketlerinin belgeselini yaptırmak isteyenler oluyor. Tanıtım filmini, belgeselden ayırmak gerekiyor.
     

Belgesel sinema filmi çekmek istemez miydiniz?
     

(Gülüyor) Büyük bütçelerle çalışmadık, kendime açtığım alanda bir şeyler yapıyorum. Sinemanın düş gücü beni çok çekmeye başladı. Bu alanda bir şey yapmayı arzu ediyorum. Konusu yine insanlar ve tarih olur sanırım.
     

MHP’lilerden nefret eden birisi olarak MHP’nin belgeselini yapmak ister miydiniz?
     

Elbette. Artık hayata tapınmalar ve nefretlerle bakmıyorum. Geçenlerde 12 Eylül’le ilgili belgeler toplanırken, ‘MHP katılmasın’ dendi. ‘Ne demek’ dedim ya, ‘MHP, 12 Eylül’ün bir tarafı değil mi? Mamak’ta dayağı onlar da yedi. Ders aldılar, şekil değiştirdiler.’ En çok belgeselini yapmak istediklerimden birisi MHP, teklif gelse memnuniyetle yaparım. Ancak benden tanıtım filmi istememeliler. Meseleye iyiler-kötüler diye bakarsanız belgeseli yapılacak az şey kalır. Sırtlanları yaparken ne yapacaksınız o zaman? (Gülüşmeler)

Söyleşi: H. Salih Zengin
Kaynak:
 

Günün Önemli Haberleri