Dumanlı'ya göre basın nasıl kurtulur?
Abone olTürk basının kronik meselelerine kafa yoran Zaman Gazetesi Genel Müdürü Ekrem Dumanlı, tiraj, promosyon, reklam ve abone ölçeğinde çıkış yollarını değerlendirdi.
Türk medyasının içinde bulunduğu bunalımı aşma yolunda hayli
kafa yoran Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, 'nehir
yazıları'na devam ediyor. Dumanlı, başlıklı yazısında, tiraj,
promosyon, reklam ve abone ölçeğinde çıkış yollarını
değerlendirdi:
Geçen hafta bu köşede gazetenin ürün haline gelmeden önceki
safhasına değinmiş, haberciliğe vurgu yapmıştık. Gazetelerin sadece
bir kağıt satışı olmadığını, bilginin zâtî değeri sayesinde
gazetelerin ayakta kalabildiğini ifade etmeye çalışmıştık.
Hadisenin bir de ürün sonrası geçirdiği dönem var. Büyük bir
tıkanma da bu safhada yaşanıyor. Bilindiği gibi, Türk basını belli
bir tirajı aşamıyor. Neye rağmen? Nüfusun artması, eğitim
seviyesinin yükselmesi, habere ihtiyacın yaygınlık kazanmasına
rağmen. Basının kullandığı teknolojik avantajlar da kısırdöngüyü
ortadan kaldıramıyor.
Nedense tiraj yükselmesi denince akla ilk gelen çare promosyon
oluyor. Sanırsınız satışların artması için başka bir metot yok.
Gazeteler, okur profiline uygun promosyonlar düzenleyebilir, hatta
bu sayede tirajlarını artırabilir; ancak önemli bir-iki ayrıntıyı
unutmamak kaydıyla: Çoğu zaman promosyonun cazibesi, gazetenin
kendi zâtî değerini gölgede bırakıyor.
Hal böyle olunca gazetenin kendisi promosyon haline geliyor. Yani,
"Kupon biriktirene, filan ürün bedava" diye özetlenen reklam
cümlesi "Filan ürünü al, yanında gazete bedava" şeklinde
algılanıyor. Dolayısıyla promosyon sevdasıyla gazete alan müşteri
(okur demiyorum), kampanya biter bitmez gazetenin yüzüne bakmıyor.
"Buna rağmen bırakanlardan bir tortu kalıyor" denebilir; ancak bu
tortunun getirisini bir kefeye koymak gerekiyor; ‘gazetecilik
tencere tava ticaretine dönüştü' suçlaması sonunda yaşanan itibar
kaymasını diğer kefeye. Belki küçük bir tiraj artışı sağlanıyor;
fakat marka değeri irtifa kaybediyor.
Okur kim? Müşteri mi, vatandaş mı?
Bir açıdan bakıldığında gazeteler ticarî bir üründür. Bu ürünün
değeri, taşıdığı bilgi ile ölçülür. Ne kadar yeni, ne kadar farklı
haber veriyorsa bir gazete, o kadar ağırlığı vardır. Kaynağından
sunulan doğru bilgiye, ufukları zorlayan perspektif zenginliği de
eklenirse gazete, ticari değerinin çok üstünde bir marka değeri
kazanır. Ayrıca, gazete aldığı reklam ve kendi çerçevesini aşmadan
yaptığı ticari işler (ek ürünler basma, matbaanın tam kapasite
kullanılması gibi) sayesinde kendi ayakları üzerinde durabilir. Bu
duruş, yayın bağımsızlığını getirir.
Günümüz gazeteciliğinde yöneticiler, hadisenin yayın ve ticari
boyutuna kuşatıcı bir nazarla bakmak zorunda. Yayın bağımsızlığı
hükümetlerin ya da büyük ticari kuruluşların gizli-açık
tutumlarıyla tehdit edilebiliyor çünkü. Bu tehdide karşı medyanın
ayağını yorganına göre uzatması yetmiyor; ayağını başkasına
kaptırmaması da gerekiyor.
Bir karar vermek gerekiyor. Kimdir gazete alıcısı? Şüphesiz bir
yönüyle o, müşteridir; dolayısıyla velinimettir. Bu durum, bazen
popüler kültürün dayatmasına dönüşebilir. 'N'apalım halk böyle
istiyor' şeklinde ifade edilen televole gazeteciliği böyle bir
mazeretin ürünüdür... Bazen birtakım nedenler sonucu oluşan genel
hava yanlış bir noktayı da işaretleyebilir. Halka bir şey dayatmak
nasıl basının görevi değilse, bazı genel dayatmalara boyun eğmek de
basının misyonu değildir. Basın kendi dinamiklerinden almalıdır
gücünü. Daima temel hak ve özgürlüklerin yanında yer almalıdır
mesela... Sonuçta okur, sadece müşteri değil; aynı zamanda
insandır, vatandaştır; yani, tarih huzurunda sorumlu olduğumuz
insanlardır...
Abone sistemini iyi düşünmek şart
Derinlikli haber, kaliteli analiz sayesinde gazeteler, "Benim
TV'den ve internetten farkım işte bu!' demek mecburiyetinde. Bu
sınavdan alnının akıyla çıkıp rüştünü ispat ettiği takdirde
gazetelerin önünde yeni bir hedef vardır: Daha kolay
ulaşılabilmek!
Açıkça ifade etmek gerekiyor ki bizdeki bayi satış tekniği bir
saplantıya dönüşmüş durumda. İlle de vatandaş bir bayi bulacak,
gazetesini oradan alacak. Bu tarz satış tekniği dünyada da var;
ancak genellikle büyük alışveriş merkezlerinde, istasyonlarda ya da
kitabevlerinde uygulanıyor. Yanlış bir metot değil; fakat tek
alternatif yapıldığında yazılı basını boğuyor. Oysa Türk basını
satış yollarını zenginleştirmek zorunda.
Batı'daki yaygın yollardan biri caddeler üzerine kurulan satış
stantlarıdır. Türk Lirası'nın bol sıfırlı olması, bu sistemin
önündeki en büyük engeldi. Belki YTL'nin kuruşları buna imkan
sağlayabilir. Bu sistemin bir başka problemi daha var: Yaklaşık 40
gazete caddeler üzerinde stant açmaya kalkışsa vatandaş nerede
yürüyecek?
Dünyada en yaygın gazete satış tekniği abonelik sistemine
dayanıyor. Nedense Türkiye'de küçümsenen bu metot, dünya markası
haline gelmiş gazetelerin vazgeçemediği bir sistem. Satışlarının
yüzde 60-70'ini abonelik yoluyla elde ediyorlar. Hangi büyük
gazetenin web sitesine girseniz, göreceksiniz ki dünya devi
gazeteler bu metot üzerine büyük yatırım yapıyor.
Abone sistemi net bir okur profili sunuyor gazetelere; ayrıca iade
oranını da düşürüyor. Dolayısıyla gazetelerin maliyetini düşürüyor.
Türkiye'de abonelik sistemini küçümseyenler sadece kendilerine
değil, Türk gazeteciliğine de zarar veriyor. Zaten kapıcı ya da
hizmetli diye tabir edilen insanların apartman dairelerine taşıdığı
gazeteler de bir çeşit aboneliktir. Ne zararı var! Vatandaş sabahın
erken vaktinde ekmeğinin, sütünün yanında gazetesini de bulsa,
kahvaltı öncesi gazetesine göz atsa fena mı olur!
Tiraj artışlarına tüm basın sevinmeli
Türkiye gibi gazete satışlarının sınırlı olduğu ülkelerde rekabet
kavramına daha değişik bir açıdan bakmak gerekiyor. Mesela X
gazetesi, Y gazetesinin tiraj artışını sevinçle karşılamalı. Hele Y
gazetesi tiraj kazanırken X gazetesi okur kaybetmiyorsa ve okur
çalma gibi nâhoş bir metot izlenmiyorsa, yeni okur kitlesi
oluşturuyorsa buna değil X gazetesi, bütün basın sevinmeli.
Acımasız rekabet, Türk basınına çok şey kaybettirdi. Haksız
rekabetin faturasını Türk gazeteciliği ödedi. Sadece satış değil,
yayın başarılarında da coşkuyu hep beraber yaşamalıyız. Türk
gazeteciliğinin çıkmaz sokakları ancak böyle aşılır.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: