Dumanlı'dan ayrımcılık manzaraları
Abone olZaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, devletin zirvesinden özel sektöre kadar her alana bulaşan 'ayrımcılığı' mercek altına alınca ilginç bir tablo çıktı.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü, medya üzerine kuşatıcı
yazılar kaleme almaya devam ediyor. Dumanlı, devletin zirvesinden,
özel sektöre sirayet eden mercek altına alınca ortaya ilginç bir
tablo çıktı:
- Cumhuriyetimizin 81. doğum gününü kutladık. Herkesin içinde tatlı
bir sevinç... Şükür ki üzücü bir olay yaşanmadı. Havanın güzel
olması gün boyunca kutlama yapılmasına vesile oldu. Kutlamalara
gölge düşüren tek manzara vardı: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in birkaç yıldır sürdürdüğü 'kamusal alan' uygulaması.
Sayın Reis-i Cumhur, dilediğine davetiye gönderiyor, dilediğine
göndermiyor. Bazılarına "eşli davetiye" ulaştırılıyor; bazılarına
"eşsiz davetiye". Sezer, Çankaya'ya yerleştiği ilk dönemde böyle
değildi. Sonra ne olduysa oldu ve insanlar kategorize edilmeye
başlandı. Ve açık söylemek gerekirse Cumhurbaşkanı'nın -ne mantıkla
olursa olsun- cumhuru bölecek ayrımlar yapması herkesi üzüyor.
Neden? Çünkü o makam, cumhurun bütünlüğü için çok önemli...
Sırf ayıp olmasın diye resepsiyona katılan vekiller, bakanlar vs.
var. AB yolunda reform üstüne reform yaparken hiç de demokratik
gözükmeyen bir uygulama yüzünden kavga çıksın, dünya kamuoyu önünde
ülkemiz rezil olsun istenmiyor. O yüzden susmayı tercih ederek konu
kamu vicdanına havale ediliyor.
Ayrımcılık sadece bir kişiye mahsus olsa bari. O zaman katlanması
belki daha kolay olurdu. Hatta bazen ayrımcılık bir turnusol
kağıdına dönüşerek birtakım ittifakları da ortaya çıkarabilir.
Mesela şu tuhaf davetiye uygulamasını tasvip eden az sayıda
meslektaşımız var. Destekleyenlerin halk nezdindeki yerleri de
biliniyor.
Geçen haftanın ilginç haberi tam arşivlikti. Başta Meclis'imizin
başkanı olmak üzere onlarca kişi eşleri nedeniyle ayrımcılığa tabi
tutulmuş, resepsiyona çağrılmamış ya da yalnız gelmeleri istenmiş;
ancak Pravda buna bile razı değil. Davetliler arasında Anayasa
Mahkemesi mensubu bir kişinin eşinin de davet edildiğini öğrenmiş
ve bunu başlığa taşımışlar. Neredeyse hesap soracak ve o tek
kişinin bile Cumhuriyet'imizin 81. doğum günü vesilesiyle verilen
resepsiyona gelme ihtimaline isyan edecek. Oysa ne Çankaya Sayın
Sezer'in özel mülkü ne de program şahsi bir kutlama amacıyla
yapılıyor...
Cumhurbaşkanlığı'nın bürokratları liste yapabilir ve istediği
kişileri çağırabilir; ancak evrensel hukuk ilkelerine uyan
kriterleri açıklamak kaydıyla. Aksi takdirde insanları ve kurumları
tasnife tabi tutan her davranış, ayrımcılık hanesine yazılır. Dünya
hukuku içinde ayrımcılığın (discrimination) izahı yoktur...
Ordumuza zarar gelmesini kimse istemez
Öyle mevzular vardır ki ayrımcılığın çağrışımından bile sakınmak
gerekir. Mesela Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin genel
teveccühüne mazhar olmuş tarihî bir kurumdur. Bu kurumun
yıpranmasını kimse istemez. Ne var ki, 28 Şubat sürecinin anormal
gelişmeleri içinde basına karşı değişik bir tutum geliştirilmiştir.
O dönemde basına müdahale edildiği, bazı yazarların işten
attırıldığı, andıç uygulamalarıyla pek çok aydının mağdur edildiği
biliniyor... Bu uygulamaların pek çoğundan vazgeçildi. Doğru olan
da buydu. Özellikle Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök döneminde
ordumuz, demokrasi adına önemli adımlar attı. İlişkiler normale
döndü. Ancak akredite uygulaması hâlen sürüyor. Buna anlam vermek
mümkün değil. Hangi gazetenin daha vatanperver olduğuna kim karar
verebilir?
Gazeteciliğin duayenlerinden Oktay Ekşi, "Akreditenin kriterleri
nedir?" diye sordu; cevap yok. Bir diğer üstat gazeteci Nail
Güreli, böyle bir soruyu bile gereksiz buluyor. Çünkü Türkiye'deki
uygulamayı basın özgürlüğüne aykırı buluyor. Doğrudur; çünkü
uzmanlık gerektiren konularda bazen yeterli görülmeyen kişiler için
akredite uygulanır dünyada; ancak bu topyekûn bazı kurumlara karşı
yapılamaz...
Aslında akrediteye maruz kalan kurumlardan çok, bu uygulamayı yapan
kurumun yıpranması söz konusu. Bunu Genelkurmay Başkanı başta olmak
üzere kuvvet komutanları ve diğer askerî yetkililer de çok iyi
bilir. Medyadaki genel kanaat şu: Sanki 28 Şubat'ın anormal
şartlarında başlatılan tuhaf uygulamayı kaldıran kişi olmamak için
bir yanlış uygulamada ısrar ediliyor. Yanlış uygulama diyorum;
çünkü akrediteli toplantılar, televizyonlarda dakikası dakikasına
yayınlanıyor. Anadolu Ajansı başta olmak üzere haber kaynakları
toplantılarda konuşulanları satır satır veriyor. Böyle
toplantıların akreditesi mi olur?
Coca-cola bile ayrımcılık şüphesi altında kalırsa
Ayrımcı uygulamaların zararlarından biri rekabet ve fırsat
eşitliğini darbelemesidir. Bir ülkenin kanunları çerçevesinde
faaliyet gösteren bir kuruma yakın bir kuruma uzak durabilir mi?
Maalesef Türkiye'de ayrımcılık yapmayı, özel şirketler bile
öğrenmiş. Bazıları basını kendilerine göre tasnif ediyor, reklamı
ödül ya da ceza gibi dağıtıyor. "Bunu yaparken ölçü ne? Tiraj mı,
okur profili mi vs." diye sorsanız, yine karşınızda cevap
bulamıyorsunuz. Öyle ya madem ticaret yapıyorsun, bazı gazetelere
muhalif, bazılarına yandaş gibi davranmanın bir anlamı olmalı.
Geçenlerde Coca-cola "halka arz" için gazetelere ilan verdi.
Kendilerine göre bir mecra planlaması yapmışlar. Olabilir, saygı
duymak gerekir. Kime ne kadar reklam vereceklerine kendileri karar
verir. Ancak, dağılıma bakınca görülüyor ki Coca-cola gibi global
bir firma bile tuhaf bir tasnife hapsetmiş gibi görünüyor. Bizim
reklam bölümünde çalışan arkadaşlar, "Neden böyle yaptınız?" diye
ısrarla sorunca -kerhen de olsa- bir ilan vermeye karar vermişler.
Arkadaşlardan hadiseyi duyunca "Keşke hiç aramasaydınız, bir firma
kendini 'halka arz' ederken, halkın bir kısmını görmezden geliyorsa
neden umursuyorsunuz?" diye sitem ettim. Çünkü Zaman'ı görmeyen bir
şirketi Zaman da görmemeliydi. Zaman gibi bir gazetenin kerhen
verilecek reklama ihtiyacı da yok.
Renault Türkiye’de olanlardan haberdar mı acaba?
Konu Coca-cola ile sınırlı değil. Herkes biliyor; ama konuşmak
istemiyor. Renault gibi bir dünya firması, basının bir bölümüne
adeta yasak uyguluyor. Hadi diyelim ki buna OYAK sebep oluyor ve
kendi karnesine olumsuz bir not daha düşüyor. Renault gibi global
şöhrete sahip bir şirket, ayrımcılığın dikâlâsı sayılabilecek bu
tür uygulamaları neden görmezden geliyor? Keyfî uygulamalara maruz
kalan firmalar ne yapsın; bu tür yanlışlara karşı okuruna şikayette
mi bulunsun, kampanya mı yapsın? Bu şirketlerin CEO'ları
discrimination (ayrımcılık) kelimesindeki tehlikeyi bilmez olur
mu?
Konuyu yabancı ortaklı firmalara indirgemek de doğru değil.
Pandoranın kutusu gibi bir şey bu. Bir zaman bir gazete, şirketleri
reklam vermeleri için tehdit etmişti. Bu gerçek, bir itirafla
ortaya çıkınca bütün gazeteler ayağa kalkmış, yapılanın yanlış
olduğu söylenmişti. Batı'da bunun tersi söz konusu. Basın özgürlüğü
tartışılırken reklam verenlerin gazeteler üzerinde baskı
oluşturması sürekli gündemde tutulur. Bizde ise bu tür konulara
girmekten endişe duyar medya. Oysa bağımsız gazeteciliğin muhasara
altında olduğu en büyük tehdit budur. Reklam verenin tercihine
saygı duyulur; ancak alttan alta baskı oluşturmaya yönelik
davranışlar da izin verilmemeli...
Konu para değil, ayrımcılık
Üzerinde durduğum konu para değil. Kendine şahsiyetli bir kimlik
biçen gazeteler, reklamcıların keyfî tercihlerine boyun eğmez.
Reklam verenler temel tercihleri sayesinde kendilerini halka
gerçekten arz etmiş olur ve bunun dönüşümünü alır. Üç-beş kuruş
reklam gelecek diye kaliteli bir gazetenin ilkelerinden taviz
vermesi de düşünülemez. Ancak, yapılan bir ayrımcılıksa, bunun
objektif bir kriteri yoksa, haksız rekabete yol açıyorsa, bunu
kamuoyundan saklayamazsınız. Ayrıca müphem bir nokta var bu tür
olaylarda: Ayrımcılığın özünde firmanın kendisi mi var, yoksa
reklamın dağıtımından sorumlu ajanslar mı; bunu bazen bilmek mümkün
değil. Çünkü konunun sorumluları dar alanda seri paslaşmalar
yapmayı gayet iyi beceriyor...
Görüyorsunuz, ayrımcılık hayatın her safhasını kuşatmış.
Ayrımcılığın medyaya yansıyan yüzünde Çankaya'nın zirvelerinden
reklam vadilerine kadar geniş bir alan söz konusu. Bizim medyada
ayrımcılığa tabi tutulmayanlar bu tür durumlarda sessiz kalmayı
tercih ediyor. Oysa ayrımcılık, ayrımcılıktır; bugün birine yapan
yarın başkasına da yapar...
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: