Doğu'da yalnız savaş yok
Abone ol25 kadın sanatçıyı Türkiye’de bir araya getiren ‘Doğu’nun Kadınları / estivali, önceki gün Lübnanlı sanatçı Jahide Wehbe’nin konseriyle başladı.
İran, Suriye, Irak, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn,
Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerden 25 kadın sanatçıyı
Türkiye’de bir araya getiren ‘Doğu’nun Kadınları / İştarlar
Kapımızda’ festivali, önceki gün Lübnanlı sanatçı Jahide Wehbe’nin
konseriyle başladı.
Repertuvarı Um Kulsum (Ümmü Gülsüm) ve Fairouz (Feyruz) gibi
divaların şarkılarından oluşan Wehbe’nin, İbn-i Arabi ve Ömer
Hayyam’dan yaptığı klasik şiir uyarlamaları büyük beğeni topladı.
Birkaç ay önce Beyrut’un Hariri Meydanı’nda on binlerce kişiye
verdiği konser ile dünya basınında büyük ses getiren Wehbe, 9
kişilik orkestrasıyla çıktı İstanbulluların karşısına. Sanatçı,
kendi bestelerinin de yer aldığı 15 şarkıdan oluşan konserini, “Ada
Sahillerinde Bekliyorum” şarkısıyla bitirdi. Wehbe ile konser
öncesi ve sonrasında kendisini, müziğini ve yaşadığı coğrafyanın
kültürünü konuştuk.
‘Erkek egemen’ bir coğrafya kabul edilen Ortadoğu’da klasik
Arap müziği denince akla kadın sanatçılar geliyor daha çok.
Kadınlar müzik konusunda durdurulamadı mı?
Arap dünyasında kadının bir sürü şeyi yapmasını, mesela düşündüğünü
yazmasını engelleyebilirsiniz; ama şarkı söylemesinin önüne
geçemezsiniz. Tunus’ta, Lübnan’da, Mısır’da çok kadın var müzikle
ilgilenen, şarkı söyleyen. Aralarında beste yapanlar da var.
Festivallerde, düğünlerde hep kadınlar şarkı söylüyor. Arap
kadınlarının sesleri özel, 3 oktavdan fazla, bulunması zor.
Doğu kadınının sesini dünyaya duyurma süreci için ne diyebiliriz?
Mesela Ümmü Gülsüm Arap müziğini başka coğrafyalarda da dinlenir
kıldı.
Ümmü Gülsüm, çok güçlü bir ses. Onun döneminde politik ortam çok
uygundu. Arap dünyasında bir şeyin başarılı olması yetmiyor;
politik ortamın da uygun olması gerekiyor. Sanatın öne çıkmasında
koşullar çok önemli. Mesela Mısır’da Nasr döneminde sanatçılar
desteklendi ve dünyaya mâl olan kişiler çıktı.
İç savaş geride kalalı 15 yıl oldu, şimdi Lübnan’da şartlar
nasıl sanat ve sanatçılar açısından?
Şimdi ortam nispeten daha iyi. Kültürümüze sahip çıkmayı, iyi müzik
yapmayı yeniden deniyoruz. Savaş sırasında sanatımız zarar gördü,
gelişemedi, geri plana itildi. Sadece müzikte değil, bütün sanat
dallarında kesinti oldu. Böyle olunca başka kültürlerle beslenir,
başka müzikler dinler olduk. Dünya, aslında küçük bir köy. Sürekli
bir kültür akışkanlığı yaşanıyor. Kendi müzikal kültürümüzü
oluşturmaz, sahip çıkmazsak yabancılaşıyoruz. Kendi müziğimizi
unutmayalım, unutturmayalım diye çalışıyoruz.
Hariri’nin ölümünden sonra verdiğiniz konserde sosyal bir
sorumluluk yüklendiniz. Sanatı politikadan ayırmak mümkün olacak
mı?
Hâlâ çalkantılı politik süreçlerden geçiyoruz. Bu durum şarkıları,
sözleri etkiliyor. Politik şarkılar söylemekten sıyrılamıyoruz.
Ölen devlet büyüklerimiz için besteler yapıyoruz. Lübnan’da hâlâ
vatan millet şarkıları söyleniyor, söylenmeye de devam edecek
galiba...
Yaptığınız müzikten bahsedelim; neleri söylemekten zevk
alıyorsunuz?
Müziği Müslüman, Hıristiyan diye ayırmak istemiyorum. Müziğimiz
‘Oriental Arabic’. Türkiye’den, Endülüs’ten etkilendik. Müzik
etkileniyor. Şimdi Hint akımı var. Sufi müziğini çok seviyorum.
Ruhumu dinlendiriyor. Örneğin İbn-i Arabi’den çok etkileniyorum.
Sufi müziğini karıştırmayı seviyorum, diğer müziklerle. Klasik
müziği de diğer müziklerle karıştırmayı deniyorum.
Pop müziğe yöneliş için ne diyeceksiniz? Sizi rahatsız
ediyor mu?
Pop müzik hakkında konuşuyoruz, kendi müziğimizi konuşmuyoruz diye
üzüldüğüm oluyor. Güçlü ülkeler değiliz. İktisadi yönden, politik
yönden güçlü olmadığımız için kendi müziğimize sahip çıkmakta
zorlanıyoruz. Dışarıdan başka bir kültür, başka bir müzik geliyor.
Kriterler değişti ne yazık ki. Şimdi önemli olan müziğin, sesin
kalitesinden çok, görünüş. Kitle iletişim araçlarının öne çıkardığı
kişiler tutuluyor. Moda dergilerinden çıkan kadınlar şarkı
söylüyor, dünyada bir yer sahibi oluyor ve medya onların peşinden
koşuyor. Eskiden yeteneğe, sese bakılırdı. Şimdi her şey görünüşe
endekslendi. Bu bir çılgınlık. Doğru sesleri, yetenekleri koruma
dürtüsünü kaybediyoruz.
Batı’da Doğu kültürlerine bir ilgi, bir yöneliş var son
yıllarda; bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi tanınıyoruz. Birçok ülkede konsere, festivale davet
ediliyoruz. Son yıllarda Batı medyası sadece Arap müziğiyle değil,
bütün olarak Arap dünyasıyla ilgileniyor. Görüyorsunuz yine
politikaya geldik. Politik olaylar sanata yardım etmeye başladı
aslında. Afganistan ve Irak savaşları, gündemi çok meşgul etti.
Yabancılar Arap kültürünü bilmek, tanımak istiyor. Araplar terörist
sanılıyor, sanattan anlamaz deniliyor. Biz de kendimizi tanıtmaya,
insan olduğumuzu göstermeye çalışıyoruz. ‘Biz terörist değiliz’
diyoruz.
Problemli ve hareketli bir coğrafyanın kadınısınız, politik
karmaşadan yüzünün akıyla çıkabilecek mi sanat?
Sanatın halklar arasında barış sağlamada çok önemli bir yeri var.
Dili, ırkı gözetmeksizin yüreklere ulaşıyor. Biz terörist değiliz.
Kültürümüzle, sanatımızla insan olduğumuzu dünyaya duyurmak
istiyoruz. Sanatçılar olarak böyle bir misyonumuz var.
Doğu’nun Kadınları festivali için neler söyleyeceksiniz?
İstanbul’da, böyle bir organizasyonda bulunmak sizin için ne ifade
ediyor?
İstanbul’a ikinci gelişim. Yakın hissediyorum bu şehre kendimi.
Organizasyona gelirsek; kusursuz işliyor. Dediğim gibi, biz
kültürümüzü anlatma, terörist olmadığımızı dünyaya duyurma
telaşındayız. Şimdi İstanbul’da bir kez daha anlatmaya çalışacağız
bunu. Doğu’da da kadınlar var, sanatçı kadınlar…
Röportaj: Jülide Karahan
Kaynak: