Doğu Perinçek'ten yaylım ateş
Abone olYukardaki sözler, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e ait. Perinçek'in hedefi AK parti.
Doğu Perinçek AKP’nin “Muhafazakar demokrasi”sini tahlil etti:
İşte Perinçek'in açıklamaları.... AKP’nin “Muhafazakâr demokrasi”
kimliği üzerine yazılanları okuyunca, şunu düşündük: Artık
demokrasi patlıcan gibi bir şey olmuş. Ondan her şey
yapabiliyorsunuz. İster mangalda çevirin kebap olsun, ister
reçelini yapın, isterseniz turşusunu kurun. “Muhafazakâr
demokrasi”den bir tek demokrasi yapılamıyor! Demokrasi de, bütün
toplumsal-siyasal kurum ve ilişkiler gibi tarihsel süreçlerin belli
bir çağına aittir; dolayısıyla belli bir toplumsal-ekonomik kuruluş
temelinde yukselir. Rousseau’nun “İnsanlar hür doğar hür yaşar”
diye özetlediği, Fransız Devrimi’nin “Hürriyet, eşitlik, kardeşlik”
diye sloganlaştırdığı bu sistemde artık, hiç kimse anasından kul
olarak doğmayacaktır, diğer insanlarla eşit ve kardeş olacaktır.
İnsan, demokrasiyle birlikte ağanın marabası olmaktan, beyin
yanaşması olmaktan, şeyhin müridi olmaktan kurtulur. Padişahın
kullarından oluşan reaya (güdülenler), artık özgür bireyleri millet
haline gelmiştir. Bu açıdan demokrasi, kapitalizmin devrimci
yükseliş döneminin siyasal rejimi olarak dünyaya gelmiştir.
Demokrasi, feodal sistemi yıkan içeriğiyle devrimci bir rejimdir;
bütün dünyada devrimlerle kurulmuştur ve ancak devrimle
kurulabilir. Devrilen tahtlar, yerlerde yuvarlanan taclar ve
yıkılan şatolar; demokrasinin kuruluşunu müjdeler. En önemli
örnekleri, kapitalizmin öncüsü olan ülkelerde, Cromwell’in İngiliz
Devrimi, Robespierre’in Fransız Devrimi ve Washington’un Amerikan
Devrimi’dir. Ezilen Dünya’daki örnekleri ise, Çin’de Sun Yatsen
Devrimi, Türkiye’de Mustafa Kemal Devrimi, Latin Amerika’da
Bolivarcı devrimlerdir. Gelelim çağımızdaki büyük sahtekârlığa...
Bir zamanlar köylüyü arkasına alarak kralları ve beyleri deviren
burjuvazi, emperyalist karakter kazanınca, dünyanın her yerinde
gericiliğin merkezi ve temel dayanağı olmuştur. 20. yüzyıl, bir
yönüyle emperyalizm ile Ezilen Dünya’daki ağalık ve şeyhlik
arasındaki ittifakın tarihidir. Böylece kralları ve ağalığı yıkan
gerçek demokrasiden her türden gericiliğe yaslanan sahte
demokrasiye geçilmiştir. Bu dönemde emperyalizmin merkezlerinde
yeni bir demokrasi teorisi imal edilmiş, demokrasinin toplumsal
devrimci içeriği boşaltılmış, demokrasi seçim sandığına
indirgenmiştir. İşte “Muhafazakâr demokrasi”nin şeceresi ve sicili
budur. Buna Fatih camisinin avlusunda çekilen fotoğrafa bakarak,
Sarıklı Demokrasi diyebilirsiniz. Demokrasinin başına tarikatların
sarığını sardığınız, boynuna mafyanın papyon kravatını taktığınız
zaman, ortada ne özgür insan kalmıştır, ne de demokrasi!
“Muhafazakâr demokrasi”nin muhafazakârlığını işte o sarık temsil
eder; “demokrasi” ise o sarığın altına gizlenmiş bir CIA
oyuncağından başka bir şey değildir. “Muhafazakâr demokrasinin”
derinliklerine inerseniz, orada SüperNATO’nun gladyosuyla ve CIA
güdümlü tarikatlarla karşılaşırsınız. O Fatih Camisi avlusunda
Şeyh’in sakalını öpen boynu eğiklerin veya emperyalizmin
merkezlerinde imal edilen hayat modeli içinde budalalaştırılmış
kalabalıkların önüne sandığı koyarsanız, o sandıktan hep tevekkül
ve budalalık çıkacaktır. İşte bugün “demokrasi” denen sistemin
çıkmazı da buradadır. Çünkü bu “Muhafazakâr demokrasi”, insanı
özgürleştirmiyor, tam tersine insanı budalalaştırıyor ve
köleleştiriyor. Demokrasi sandıktan mı çıkmıştı diye sormak
gerekir. Eğer İngiliz, Fransız veya Amerikan devrimleri sırasında
ortaya sandığı koysaydınız, o sandıktan demokrasi çıkacak mıydı?
Hele bizim gibi, Atatürk’le başladığı demokrasi girişimi
1940’lardan sonra yıkıma uğratılmış bir ülkede, bu soru çok daha
geçerlidir. Biz, 1920’lerde levanten monşer takımını temizleyerek,
tekke ve zaviyeleri kapatarak, Cumhuriyetin devrimci eğitimiyle
özgür yurttaşı yaratmaya çalıştık. Sandığı, o Cumhuriyet
yurttaşının önüne koyduğunuz zaman, demokrasinin sandığı olur.
Sandığı, yuppileşme sevdasındaki budalanın veya Nakşibendi
müridinin önüne koyduğunuz zaman, artık o sandukadır ve sandukanın
içinde de demokrasinin cesedi yatmaktadır. Makaraya sardıkları
topluma popstarı seçtirenler, Turgut Özal’ı, Tansu Çiller’i ve
Tayyip Erdoğan’ı da Abra Kadabra yöntemleriyle sandıktan
çıkarmaktadırlar. Ve güdülen toplum, Romano Prodi efendilerden
aferin almaktadırlar. Bugün Türkiye’de demokrasi, ancak ve ancak
tıpkı Atatürk’ün önderliğinde yaptığımız gibi, devrimci-halkçılıkla
kurulabilir. Buna isterseniz devrimci-halkçı diktatörlük deyiniz,
teorik açıdan hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü bugün halkçı olabilmek
için, halka vurulan zincirleri devrimci-halkçı bir diktayla kırmak
zorundasınız. Halkı özgürleştirmek için, mafyasına ve Ortaçağ
kurumlarına sopayı göstermek zorundasınız. Yine o emperyalist
düşmanı denize dökmek, yine o komprador sülükleri vücudumuzdan
koparıp atmak, yine o tekke ve zaviyeleri kapatmak, insanımızı yine
o tarikatların pençesinden kurtarmak, yine milletimizi üfürükçünün,
muskacının elinden çekip almak zorundasınız. Bugün Türkiye’de
hortumcusunu, dolar ve borsa vurguncusunu, büyük tefecisini tasfiye
etmeden, demokrasi falan olmaz. Bu işlerin hiçbirini sandıktan
çıkaramazsınız. Çünkü sandığın içinde, son altmış yıl içinde ABD
tarafından doldurulmuş olan mafya ve tarikat ilişkilerinden başka
bir şey bulunmamaktadır. Sandık tıpkı kumbara gibidir. Kumbaranın
içine ne atıldıysa, onu alabilirsiniz. “Muhafazakâr demokrasi”,
Türkiye’deki ABD güdümlü mafya-gladyo-tarikat rejiminin kibar
adıdır. Türkiye halkı, ancak o mafya-tarikat rejimini yıkarak
demokrasiyi kurabilir. Bugün biricik demokrasi eylemi, Atatürk gibi
yapmaktır; Kemalist Devrimi tamamlamaktır. Geri kalan hepsi,
ellerimize tutuşturulan renkli balonlardır.