Gerçekten de muhteşem bir yüzyılmış. Yüzlerce yıl
sonrasının gündemini hâlâ belirleyebiliyorsa; memlekette her
kesimin eteğindeki taşları dökmesine vesile oluyorsa; bu kavga
gürültüde hemfikir olunabilecek yegane husus belki de
bu...
Filler tepişirken altta ezilen çimenleri unutmadan,
çarpışan farklı resmi tarihlerin kaldırdığı tozun aklımızı
boğmasına izin vermeden, bazı tespitlerimizi kayda
geçirelim.
Devlet erkânının bir sanat ürünü hakkında yargılayıcı
hükümde bulunması sıkıntılı bir hâldir.
Sıkıntılıdır, çünkü kamu gücünü elinde bulunduran
birisinin kendi düşünce özgürlüğünü kullanarak açıkladığı bu
hükümlerinin, sansür, otosansür, toplum mühendisliği olarak geri
dönme riski mevcuttur.
Biz bunu 28 Şubat döneminde ülke olarak
yaşadık.
Generallerin düşünce özgürlüklerini kullanarak dile
getirdikleri "Lâiklik elden gidiyor"
feveranlarının nelere yol açtığı hafızalarda hâlen taze.
Bugün gündemde gittikçe ağırlığını hissettiren,
diziler yüzünden "Ahlâk elden gidiyor" feveranları
işte bana o yılları hatırlatıyor.
O gün lâikliğin elden gittiği söylenirken, aslında
elden gidenin bankalardaki milyarlarca dolar olduğunu yıllar sonra
anlayabildik.
Fakat bir yandan da, "hemen liberal damarın tutmasın,
gündelik tartışmaların sığlığında kaybolup da kadim değerleri
ıskalama" diyen bir iç ses de aklımı tırmalamıyor değil.
O iç ses, bugün dizilerin halkın afyonu
hâline geldiğini görmezlikten gelme diye sesleniyor sol
duyuma.
Evrensel saptamalarıyla bilinen Rus
edebiyatının, en güçlü filozof-kalemlerinden
Soljenitsin'in sürgünde olduğu dönemde, ABD’de
Harvard Üniversitesi’nde yapmış olduğu ve olarak bilinen ünlü
konuşmasını hatırlatıyor aynı ses:
“… Bugünün Batı toplumlarında hayra dönük ve
şerre dönük fiillerin özgürlükleri arasında büyük bir eşitsizlik
mevcuttur. Ülkesi adına çok önemli ve yapıcı bir
şeyler yapmak isteyen bir siyaset adamı oldukça temkinli ve hatta
çekingen davranmak zorundadır. Çünkü binlerce düşüncesiz ve
sorumsuz eleştiri onun önünü kesecek, parlamento ve basın onu
püskürtmek için çabalayacaktır...
...Yıkıcı ve sorumsuz nitelikte özgürlüklere
sınırsız bir alan tahsis edilmiştir. Toplumlar, özgürlüklerin
suiistimali yoluyla gençleri hedef alan ahlâki şiddet, suç, korku
ve pornografik unsurları içeren yayınlar gibi insani çöküşlerin yol
açtığı cehennemlere karşı pek az bir savunmaya sahip
görünmektedirler...
...Bir ulusun gücü ya da güçsüzlüğü,
sanayileşme seviyesinden çok manevi yaşamının seviyesine bağlıdır.
İnsan yaşamının nihai hedefi, ne serbest piyasa ekonomisi ne de
genel refah seviyesinin artmasıdır. Bir ulusun manevi enerjisi
tükenmişse, ister en mükemmel yönetim sistemi, isterse sanayi
kalkınması gerçekleştirilsin, o ulus çökmekten
kurtulamaz."
Belki de memlekette bunları dile getiren entelektüel
olmadığı için, klâsik "herşeyi devletten bekleme" hastalığımızın
neticeleridir bunlar...
Ya da bu kafa karışıklığımızın sebebi, ünlü
oryantalist Louis Massignon’un Doğu halklarını kast ederek
söylediği şu cümlelerin işaret ettiği hakikattir:
“Onların her şeylerini tahrip ettik.
Dinleri ve felsefeleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar.
Anarşi ve intihar için olgun bir hâle geldiler.”
Siz ne dersiniz?