Diziler halkın afyonudur

Gerçekten de muhteşem bir yüzyılmış. Yüzlerce yıl sonrasının gündemini hâlâ belirleyebiliyorsa; memlekette her kesimin eteğindeki taşları dökmesine vesile oluyorsa; bu kavga gürültüde hemfikir olunabilecek yegane husus belki de bu...

Hikmet YİTİK hikmetyitik@internethaber.com

Gerçekten de muhteşem bir yüzyılmış. Yüzlerce yıl sonrasının gündemini hâlâ belirleyebiliyorsa; memlekette her kesimin eteğindeki taşları dökmesine vesile oluyorsa; bu kavga gürültüde hemfikir olunabilecek yegane husus belki de bu... 

Filler tepişirken altta ezilen çimenleri unutmadan, çarpışan farklı resmi tarihlerin kaldırdığı tozun aklımızı boğmasına izin vermeden, bazı tespitlerimizi kayda geçirelim. 

Devlet erkânının bir sanat ürünü hakkında yargılayıcı hükümde bulunması sıkıntılı bir hâldir. 

Sıkıntılıdır, çünkü kamu gücünü elinde bulunduran birisinin kendi düşünce özgürlüğünü kullanarak açıkladığı bu hükümlerinin, sansür, otosansür, toplum mühendisliği olarak geri dönme riski mevcuttur. 

Biz bunu 28 Şubat döneminde ülke olarak yaşadık. 

Generallerin düşünce özgürlüklerini kullanarak dile getirdikleri "Lâiklik elden gidiyor" feveranlarının nelere yol açtığı hafızalarda hâlen taze. 

Bugün gündemde gittikçe ağırlığını hissettiren, diziler yüzünden "Ahlâk elden gidiyor" feveranları işte bana o yılları hatırlatıyor. 

O gün lâikliğin elden gittiği söylenirken, aslında elden gidenin bankalardaki milyarlarca dolar olduğunu yıllar sonra anlayabildik. 

Fakat bir yandan da, "hemen liberal damarın tutmasın, gündelik tartışmaların sığlığında kaybolup da kadim değerleri ıskalama" diyen bir iç ses de aklımı tırmalamıyor değil. 

O iç ses, bugün dizilerin halkın afyonu hâline geldiğini görmezlikten gelme diye sesleniyor sol duyuma. 

Evrensel saptamalarıyla bilinen Rus edebiyatının, en güçlü filozof-kalemlerinden Soljenitsin'in sürgünde olduğu dönemde, ABD’de Harvard Üniversitesi’nde yapmış olduğu ve olarak bilinen ünlü konuşmasını hatırlatıyor aynı ses: 

“… Bugünün Batı toplumlarında hayra dönük ve şerre dönük fiillerin özgürlükleri arasında büyük bir eşitsizlik mevcuttur. Ülkesi adına çok önemli ve yapıcı bir şeyler yapmak isteyen bir siyaset adamı oldukça temkinli ve hatta çekingen davranmak zorundadır. Çünkü binlerce düşüncesiz ve sorumsuz eleştiri onun önünü kesecek, parlamento ve basın onu püskürtmek için çabalayacaktır...

...Yıkıcı ve sorumsuz nitelikte özgürlüklere sınırsız bir alan tahsis edilmiştir. Toplumlar, özgürlüklerin suiistimali yoluyla gençleri hedef alan ahlâki şiddet, suç, korku ve pornografik unsurları içeren yayınlar gibi insani çöküşlerin yol açtığı cehennemlere karşı pek az bir savunmaya sahip görünmektedirler...

...Bir ulusun gücü ya da güçsüzlüğü, sanayileşme seviyesinden çok manevi yaşamının seviyesine bağlıdır. İnsan yaşamının nihai hedefi, ne serbest piyasa ekonomisi ne de genel refah seviyesinin artmasıdır. Bir ulusun manevi enerjisi tükenmişse, ister en mükemmel yönetim sistemi, isterse sanayi kalkınması gerçekleştirilsin, o ulus çökmekten kurtulamaz."

Belki de memlekette bunları dile getiren entelektüel olmadığı için, klâsik "herşeyi devletten bekleme" hastalığımızın neticeleridir bunlar... 

Ya da bu kafa karışıklığımızın sebebi, ünlü oryantalist Louis Massignon’un Doğu halklarını kast ederek söylediği şu cümlelerin işaret ettiği hakikattir: 

Onların her şeylerini tahrip ettik. Dinleri ve felsefeleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Anarşi ve intihar için olgun bir hâle geldiler.”

Siz ne dersiniz?