Diyanet'ten 'Bakara-makara’ açıklaması
Abone olDiyanet İşleri Başkanı Görmez, güncel konularla ilgili ilk kez Cumhuriyet’e konuştu. Görmez "Bakara-Makara" hakkında da açıklama yaptı.
Son dönemde kendisinin ve Diyanet’in yaptığı çeşitli
açıklamalarla zaman zaman eleştirilerin hedefi haline gelen Diyanet
İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, gündemdeki konularla ilgili
ilk kez Cumhuriyet’e konuştu.
‘Gündemin dini boyutuna müdahil olduk’
- Diyanet’in son dönemde siyasi tartışmaların içerisine
katıldığı yönünde eleştiriler yapıldı. Bu eleştirileri nasıl
yorumladınız?
Diyanet’in bir geleneği vardır; daima siyasetin dışında, siyasetin
üstünde bir duruşla meselelere bakar. Doğrudan içinde Hazreti
Peygamber’in tartışıldığı pek çok meselenin konuşulduğu bir süreci
geride bıraktık. Diyanet, yalnızca kendi sınırları içinde kalarak,
kendi ilgi alanlarıyla ilgili toplumu aydınlatma çabası içerisine
girmiştir. Dolayısıyla eğer, dini tartışmalarla siyasi
tartışmaların iç içe geçtiği zamanlarda ikisini bir birinden
ayırarak din konusunda konuştuğu zaman, bunu “siyasete müdahale” ya
da “siyasi tartışmaların içerisine giriyor” diye değerlendirmek
doğru değildir.
- Bu eleştirilerde son 15 maddelik açıklamanız etkili oldu.
O bildiriyi hangi refleksle hazırladınız?
O bildiriye bakarsanız, en büyük talep doğrudan halktan geldi.
Çünkü, bu süreçte bir bilgi kirlenmesi, kavram kargaşası
yaşanıyor... Her şeyin netleşmesi açısından gecikmiş de olsak,
Diyanet, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun da görüşlerini alarak 15
maddelik bildiriyi yayınlamayı tarihi bir vazife olarak kabul etmiş
ve onunla tarihe not düşmüştür.
- Bildirinin son maddesinde ayrıntılı bir çalışma yapıp
kamuoyuna duyuracağınızı açıklamıştınız. Bu çalışma ne
aşamada?
Bu süreçte çok önemli tartışmalar yaşandı “Peygamber’e iman etmeden
Allah’a iman olur mu?”dan tutun, “Kainat imamlığı kavramı dinde var
mıdır?”, “Bir din aliminin otoritesi ve bağlılık sınırları İslam’a
göre nelerdir?”, “Kuran-ı Kerim’in sure ismi verilerek alay
edilebilir mi?” gibi birçok konuda süreç içerisinde tartışmanın
siyasi ve hukuki boyutlarından farklı olarak salt dini olarak
tartışılan ve toplum tarafından da Diyanet’e sorulan her konuda Din
İşleri Yüksek Kurulu, bütün delilleriyle birlikte bir çalışma yaptı
ve bitirdi. Yakında bunu toplumla en güzel bir şekilde
paylaşacağız.
- Neler saptadınız peki?
Bu, tekrar tartışmaya yön vermek ya da taraflara mesaj verme
çalışması değil. Bu, süreçte meydana gelen bilgi kirliliğini
ortadan kaldırmak için, doğrudan Diyanet’e yöneltilen sorulara
yanıt vermek içindir. Bu arada Diyanet’e de bazı iftiralar atıldı.
Onlara yanıtlar da olacak.
‘Muta nikahı gayri insani bir suçlamaydı’
- Mesela?
Diyanet’in Kuran kurslarında okuttuğu, Peygamberimizin hayatını
anlatan bir kitap... Bu kitabın, Peygamber gelmeden önce, cahiliye
dönemini anlatan bölümünde, evlenme çeşitlerinden söz edilirken
geçen Muta nikahı, cımbızla, bir satırın fotoğrafı çekilerek,
sosyal medya ortamında “Diyanet İşleri Başkanlığı Muta nikahını
meşrulaştırıyor”diye, gayri insani ve ahlaki bir suçlamayla
yayıldı. Böyle bir iftirayı atabilmek için hiçbir ahlak kuralını
tanımamak gerekiyor.
‘Süreçte din algası büyük yara aldı’
- Yaşanan son tartışmaların en önemli etkisi sizce ne
oldu?
Bu süreçte din algısı büyük yaralar aldı. Bilhassa gençlikteki din
algısı büyük yaralar aldı ve din bu tartışmalardan zararlı çıktı.
Neden? Çünkü 30-40 yıldır toplumun hayır ve hasenatıyla,
zekatlarıyla bir varlık oluşturan bir yapı, doğrudan gündelik
politikanın ve uluslararası siyasetin bir parçası olarak bir
mücadele başlatıyor. Halbuki, toplum yardım yaparken, onu zihninde
salt dini, ahlaki, eğitim, ilim çalışmaları yapan bir hareket
olarak görüyor. Bu açıdan kandırıldığını hissediyor. En çok hayal
kırıklıkları bu noktada yaşandı. Sonra, dindar kimlikleriyle öne
çıkan insanların birbirlerine attıkları iftiralardan dolayı genç
kuşakta din algısı büyük bir yara aldı diyebilirim.
Bakara-makara tepkisi: İnsanın tıynetini ortaya
koyar
- Diyanet’in aynı hassasiyeti örneğin “Bakara-Makara”
tartışmalarında da göstermesi gerektiği yönünde eleştiriler de
yapıldı..
Bir defa din ve dince kutsal sayılan değerleri alaya almak,
istihzaya almak insanın kendi tıynetini ortaya çıkarır ve sadece
Diyanet İşleri Başkanı olarak değil, inanan bir mümin olarak bunu
doğru bulmak asla mümkün olmaz. Ancak, tabii bilhassa bu süreçte
insanlar bu gibi hususları birbirlerine silah olarak kullandılar.
Yani, keşke amaç Kuran’a olan saygıyı öne çıkarmak olsaydı. Yani,
böyle bir konuşmayı yapmak, hele hele toplumu din üzerinden
aldattığı itirafını yapmak ne kadar gayri ahlaki ise ve ne kadar
günah ise, aslında bu tür günahları, yani iki kişi arasında geçen
bu tür günahları teşhir etmek ve kamusallaştırmak da o derece gayri
ahlaki.
- Bütün telefon dinlemeleri için...
Hepsi için öyledir. Yani, İslam dini kamu hukukuna tecavüz olmadığı
müddetçe, kötülük ve günahın teşhirini kabul etmez. Ben ilkeyi
koyarım. Şu anda zaten dinlemelerden nefret ettim doğrusu. Bütün
kamunun zarar göreceği, devletin ve milletin topyekün zarar
göreceği birşey ise ayrı... Kaldı ki bunu da herhangi bir insan ya
da topluluk kendisine bir güç devşirmek için kullanmamalı. Ben
hiçbir dinlemenin ahlaki kaygılarla yapıldığını söyleyemiyorum.
- Size yönelik eleştirilerden biri de şuydu; “Birçok konuda
açıklama yapan Diyanet, neden çocuklar, gençler meydanlarda
öldürülürken ya da ölen çocukların anneleri meydanlarda
yuhalatılırken sessiz kaldı...”
Peki, ya Diyanet İşleri Başkanı bu süreçlerde ölen çocukların
annelerini, babalarını bizzat telefonla arayarak teselli etmişse?
Hatta, bizzat ziyaret etmişse? Bunu da medyatik bir şova
dönüştürmemek için de bunu salt insani bir kaygıyla yapmışsa ne
diyecekler bu eleştiriyi yöneltenler?
- Öyle mi yaptınız?
Tabii.. Bütün çocukları... Maalesef insanlar değerlendirmelerini
sadece doğru bilgi ve hakikat üzerinden yapmıyorlar. Bir algıya
dayalı ve taraf olarak yapıyorlar. Bunu illa medyaya duyurmak mı
lazım? Bu doğru değil. Onun için ben bu süreçte bazı arkadaşların
yazdıkları her satırın, onların sırtında bir vebal olarak
kalacağını düşünüyorum. Ama, hakkımı helal ediyorum. Bizde kin
gütmek yok.
‘Suçun şahsiliği unutulmamalı’
- Gelinen noktaya ne diyorsunuz? Görevden almalar, yargı
süreçleri yaşanıyor ve yaşanacak...
Bunlar artık hukuk çerçevesinde belirlenecek şeyler. Doğrudan
Diyanet’in alanına girmez. Sadece bunu yaparken, gerçekten
yanlışlığı yapan kimse, onun tespit edilmesidir. “Suçun şahsiliği”
ilkesi yalnızca bir hukuk ilkesi değil, aynı zamanda İslam’ın da
ahlaki bir ilkesidir.
Seçimden önce hazırlanan son hutbenin de sosyal medya
tartışmalarına atıfta bulunduğu ve siyasi mesajlar içerdiği
eleştirilerini nasıl yorumlarsınız?
Seçimlerden önceki 5 hafta boyunca 5 hutbeye gelen eleştirilerin
hiçbiri haklı değildi. Birinci hutbe, bir kardeşlik hutbesidir.
“Kardeş olun” denilmişti. Sosyal medyada “Hırsızlarla kardeş mi
olalım” diye bir kampanya başladı. İkinci hutbe, “affedicilik”
üzerineydi. Bir provokatör camimize kadar geldi, hatip inerken
ayağa kalktı “Siz camiye Emevi hutbelerini soktunuz. Hırsızları
niye affedelim” dedi. Sonraki hutbe “din samimiyettir” hutbesiydi.
Bu sefer de “siz bizi samimiyetsizlikle mi suçluyorsunuz” diye bir
kampanya başladı. Seçimden önceki hutbe, tamamen evrensel,
Türkiye’yi değil, içinde yaşadığımız çağı ve dünyayı değerlendiren
Hazreti Peygamber’e ait bir hadisin yorumundan ibarettir ve bu
metin 1998’de yazılmıştır. Ankara İlahiyat Fakültesi’nde de
okunmuştur. O zaman sosyal medya da yoktu. Kitle iletişim
araçlarından kastedilen sosyal medya değil, iletişim devrimiydi.
Ama ne oldu? “Diyanet Twitter yasağını savundu” diye haberler
verildi.
- Aynı hutbede “geminin altını delmeye
çalışanlar”dan söz ediliyordu...
Peygamberimiz orada bütün dünyayı bir gemiye, insanları da bu
gemide yol alan yolculara benzetiyor. Bu gemiyi kimsenin delmeye
hakkı yoktur dediğimizde, siyasi olarak şartlanmış bir zihin
“Diyanet belli bir partiyi gemi olarak kabul etti” diyorsa, bu o
algının sahibinin sorunudur. Biz hutbelerimizi değerlendirirken
şartlanmış zihinlerin algılarını da hesaba katmak zorunda
değiliz.