Almanya Başbakan’ı Angela Merkel, uzun bir aradan sonra
“kardeş ve dost ülke?” Türkiye’de...
***
Hürrem yengenin Sultan Süleyman’ı, Viyana
kapılarından döndü. Ama yüzyıllar sonra torunları, o kapılardan
içeri girmeyi başardılar.
Tabi gönül isterdi ki; daha onurlu şartlarda o bu seyahat
gerçekleşsin...Fakat her şeye rağmen çok çabaladılar, çok
didiştiler. Oralarda bir yerler edinmek kolay olmadı.
51 yıllık koca bir göç tarihinden ve milyonlarca Anadolu
insanından bahsediyorum. Çoğu buralara ilmik ilmik, buram buram
Anadolu coğrafyasının farklı köşelerinden taşındılar.
Ve kavimler göçüyle Orta Asya’ya gelen nüfusun,
eksik kalan Avrupa yürüyüşünü tamamladılar.
Tüm bu 50 yılın ardından, büyük bölümü erkeklerden oluşan ve
neredeyse tamamı işçi olan Anadolu göçmenleri, ciddi bir yapısal
değişiklik geçirdi.
Geniş aile olarak gittikleri Almanya’da, 3. ve 4. nesiller
“çekirdek” ailelere dönüştüler.
Köylü olarak geldikleri şehirlerde, kentlileştiler.
Kentlileşirken de; atomistik bir yapıyla içe kapanarak korumacı
davrandılar. Alman modernleşmesinin, yani şu meşhur “garbın
afakının” kendilerine zarar vereceğini düşünüp zırhlara
büründüler. Sıkı bir biçimde kendi kültür, örf ve ananelerine
tutundular.
Yani böylece ne “eskidiler” ne de tam
“yenilendiler”.
Bundan dolayı Avrupa’ya giden ilk nesiller, kimlik olarak
Türkiye’dekinden daha fazla Türk ve daha fazla
Kürt olarak kaldılar. Çünkü Türkiye’deki kimlik
değişimi sürecinden farklı bir süreç yaşadılar.
Ayrıca, 70’li ve 80’li yıllarda memlekete döndüklerinde ise,
batı kültürünün Anadolu’yla buluşturulmasını sağladılar. Bir tür
“kültür transportasyonu” yaptılar.
Hatırlarsınız; Mercedes'ler, saç kurutma makinaları gibi türlü
türlü elektronik aletler, giyim – kuşam, yaşam standartları ve daha
bir sürü kültürel öğeyle tanıştırdılar…
***
2010’lu yıllara gelindiğinde ise; her iki taraf için de çok
şeyin değiştiğini söyleyebiliriz.
Anadolu, onların geride bıraktığı 60’ların Anadolu’su değil
artık. Türkiye çok gelişti ve değişti. Göçmenlerin de büyük
oranda “batı ile entegre olunduğunu”
söyleyebiliriz.
Artık orada siyasal olarak örgütlenebilen, Alman siyasal
hayatına üst düzey yönetici olarak görev yapıp katkı sunabilen, en
az bir Alman kadar eğitimli ve en az onun kadar iyi Almanca
konuşabilen, Almanya’yı uluslararası arenada temsil eden ödüllü
sporcu, sanatçı ve bilim insanları yetiştirebilen Anadolu insanları
var artık.
***
Yani tüm bu nedenlerden ötürü;
AB’ye girme sürecimiz Başbakan Merkel tarafından hala mesafeli
olarak “imtiyazlı ortaklık” penceresinden
tartışılsa da,
Başbakan “Kürt sorununun en önemli destekçi ülkelerinden
biri Almanya’dır” dese de,
“Entegrasyon ve asilimalsyon” arasındaki ince
çizgide kültürel ve politik tartışmalar sürse de,
Almanya’yla karşılıklı olarak vazgeçilmez bir
zorunlu “müteffikliğimiz” var artık.
Ortak çıkar gruplarımız var.
***
Belki bilirsiniz, vücudumuzda avuç içimizde ve parmaklarımızda
“Merkel hücreleri” denen hücrelerimiz vardır.
Dokunuşları ve titreşimleri algılamamızı sağlarlar. Dokunduğumuz
nesneler ve maddelerle ilgili bilgi verirler bize.
Tıpkı Merkel hücreleri gibi, Merkel
hükümeti'nin de iki toplumun bu “ortak
değerlerine” dokunup, doğru hissederek;
hem AB yolunda ve Kürt Sorunun çözümünde Türkiye’ye destek
vermesi, hem de Almanya'daki Anadolu insanlarının ihtiyaçlarına
cevap verecek adımları atması gerekiyor.
Çünkü karşılıklı restleşmenin, iki tarafa da hiçbir bir faydası
yok.